Yazıda bahsi geçecek ünlü ressamımız, 1838 Paris’inde kiliselerin duvarına sanatını örerken bir Polonya ezgisi duyar ve bu ezgiye hayranlığını gizleyemez. Ünlü ressam, Paris’e Polonya’dan esen bu rüzgarın nereden geldiğine bakmak için kilisenin dışına çıkar; tarihin en önemli arkadaşlığının başlayacağını bilmeksizin…
1830 Polonya’daki Kasım Ayaklanması’nın buhranından kaçmak isteyen Chopin 1831’de Paris’e taşınır. Sanatın başkenti olarak görülen bu şehre ilk geldiğinde bavulları dışında memleketinden kendisiyle ne kadar çok şey getirdiğini fark etmemiştir.
Ballade No. 1 in G Minor, Op. 23 Paris’te Boulevard Poissonnière’de tuttuğu evinde ilk yazdığı bestelerden biridir. Eserindeki Polonya etkisini anlamamak işten değildir, ayaklanmanın bütün heybetini eserine yansıtmayı başarmıştır. Polonya’dan uzak kaldığı günler birbirini izlerken Nocturne yazmaya ve bestelemeye başlamıştır. Memleketinin hasretiyle yanıp tutuşan bestecinin iç dünyasını, Nocturne in E-flat Major, Op. 9, No. 2’nin notaları ele verir.
Chopin, Nocturne’leri ile Paris sanat camiasında artık tanınmaya ve kendini bir sır gibi sakladığı evinden dışarı çıkıp sosyalleşmeye başlamıştır. Paris sokaklarındaki derin sanat sohbetleri, onun duygusal eserlerini bir kahramanlık ezgisine dönüştürmesi için ilaç olacaktır. Chopin kendi yaralarını sardıktan sonra hayat arkadaşı George Sand ile tanışır. Bu aşk Chopin’in kendine daha çok güven duyması ve çevresini genişletmesine olanak sağlar.
Sand, Paris’te edindiği çevreye Chopin’i de sokmayı başarmış ve onu herkese bir deha olarak tanıtmıştır. Bu dehadan en çok etkilenen isimlerin başında girizgahta adını sakladığımız ressam Eugene Delacroix gelir. Sanatında özellikle özgürlük, halk hareketleri ve bireysel kahramanlık temalarını yoğun bir şekilde işlemiştir. Her ne kadar Fransa’nın tarihini ilgilendiren eserler resmetmiş olsa da Chopin’e hayranlık duymasındaki en büyük etken, özünde romantik akımdan etkilenen bir ressam olmasıdır. Delacroix, Saint Sulpice kilisesinin tavanında yer alan Saints-Anges tablosunu resmederken kulağında hep Chopin’in ezgilerinin olduğunu söyler. O resimlerini Chopin’in notalarının birer dışa vurumu olarak tuvale aktarmıştır. Ona duyduğu hayranlık kendi değerlerine sadık ve kültürüne düşkün biri olmasında yatar.
Chopin, Delacroix gibi Fransız olmasa da bu ikiliyi ortak paydada buluşturan noktalar olmuştur. Bunlardan en önemlisi, Chopin’in kendi milleti için kahramanlık ezgileri üretmiş ve Polonya için önemli dans ezgileri olan mazurkaları çeşitlendirmiş olmasıdır. Kulağınızda mazurka önünüzde Delacroix’nin La Liberté guidant le peuple (Halka Yol Gösteren Özgürlük) resmi… Bu iki sanatçının kalbinin aynı konular için attığına siz de tanık olabilirsiniz.
Delacroix’nın Chopin’e olan bu hayranlığının yanında Chopin, onun eserlerini anlayamadığını ve beğenmediğini söylemiştir. Delacroix ilham perisi bellediği müzisyenle arkadaşlığının bu durumdan etkilenmemesi için çevresindekilere, “O piyanonun başından kalkamayacak kadar meşgul ve müziği ile ilgili.” şeklinde cevaplar vermiştir.[1]
Delacroix duygu ve ruh dünyasını günlüklerine daima not etmiştir. Tanıştığı insanlarla ilişkilerine de değindiği için hayatından birçok enstanteneyi biliyoruz. Bunlardan en ilginci şu şekildedir: Bir gün Chopin piyano başına oturduğunda Delacroix’ya sanatıyla ilgili birçok soru yöneltmiş ve onun sanata bakış açısını anlamaya çalışmıştır. Aldığı cevap ise “Sanat, ruhun derinliklerinden çıkmalı”olmuştur. Chopin, Delacroix’nin işlediği temaların onun müziğinde de yankı bulduğunu ima etmiştir.[2] Bu durum, Chopin’in müzik ve resim arasında derin bir duygusal bağ kurmuş olduğunu bize gösterir.
Delacroix, 1837’de otoportresini yaptıktan bir sene sonra, aynı renk paleti ve duyguyla dostu Chopin’i resmetmiştir. Bu iki resim yan yana geldiğinde bu iki dostun sanat üzerine konuşmaları yıllar sonra hâlâ kaldığı yerden devam ediyor gibi görünür. Ne hoştur ki bu iki resim de günümüzde Louvre’da sergilenmektedir.
Delacroix sanatına ilham ve yön veren dostunu sadece portre ile resmetmekle kalmamıştır. Onları tanıştıran arkadaşı George Sand ile birlikte piyano başında oturdukları bir kareyi de ölümsüzleştirmiştir. Chopin ve George Sand isimli bu tabloda Chopin piyano çalmakta ve sevgilisi Sand ise yanında onu dinlemektedir.
Resme ilk bakıldığında hissedilen, bir anıya tanık olmak gibi görünse de aslında bu tablo dönemin önemli bir psikolojik portresi olarak değerlendirilebilir. Sand, Chopin’in son zamanlarında sanatında daha fazla ilerlemesi için ona baskıda bulunmuş ve bu durum arkadaşları Delacroix tarafından fark edilmiştir. Tabloya bakarken bu duygusal fırtınayı, Chopin’in iç dünyasını, Sand’in onun üzerindeki hegemonyasını hissetmemek imkansızdır.[3] Tablo günümüzde Paris’teki Musée de la Vie Romantique (Romantik Yaşam Müzesi)’nde sergilenmektedir.
Baudelaire’in bir notu ise Delacroix’nın Chopin’e neden bu kadar bağlı bir dost olduğunu, neden onu ölümüne kadar yalnız bırakmadığını ve ortaya çıkardığı eserlerdeki alt metni açıklar: “Delacroix tutkuya tutkulu bir şekilde aşıktı, tutkusunu olabildiğince soğukkanlılıkla ifade etmeye kararlıydı.”[4]
Kaynaklar:
[1] RTBF. (n.d.). Eugène Delacroix et la musique: Une amitié sans faille avec Chopin et George Sand. Retrieved from https://www.rtbf.be/article/eugene-delacroix-et-la-musique-une-amitie-sans-faille-avec-chopin-et-george-sand-10888191
[2] Walker, A. (2018). Chopin: A Life. Farrar, Straus and Giroux.
[3] G., Isabella R. (2000). Georges Sand: A Life. Alfred A. Knopf.
[4] Wellington, H. (1980). The Journal of Eugène Delacroix. Cornell University Press.