[voiserPlayer]
Seçimler yaklaşıyor ve ekonomik sorunlar hiç olmadığı kadar muhalefetin umutlanmasına sebep oluyor. Üstelik başkanlık sistemi, sonrasında herhangi bir sürprize yer bırakmayacak şekilde iktidarı kazanan tarafa bahşediyor. Yani 7 Haziran seçimleri sonrasında yaşanan kaotik atmosfer olmayacak ve şu anda Erdoğan’ın elinde olan bütün yetkiler, kazandığı takdirde muhalefet adayının eline geçecek. Umutlu olmak için çok sebep var. Yapılan araştırmalar, Erdoğan’a kesinlikle oy vermeyeceğini söyleyenlerin sayısının yüzde 50’yi aştığını söylüyor. Eğer çok dramatik bir kırılma yaşanmazsa, muhalefet bu seçimi kazanabilir. Ancak bunun olabilmesi için parçalı ve dağınık halde duran muhalefet partilerinin bir araya gelmesi, ortak bir aday çıkarması ve seçimlerin ikinci tura kalmaması gerekiyor.
Bu gerçeklik, 6’lı Masa’yı üretti. Yani Millet İttifakı üyesi iki parti, CHP ve İYİ Parti, yeni kurulan Deva ve Gelecek partilerini, 2018’de yanlarında duran ancak yerel seçimlerde ittifaktan ayrılan Saadet Partisi ve Demokrat Parti’yi de yanlarına alarak ortak bir cephe oluşturma gayretine girdiler. Ne var ki geride kalan 7 ay içerisinde Altılı Masa, umudu çoğaltmaktan ziyade muhalefetin heyecanını öldüren ve muhalefet partilerinin birbirleriyle yaşadıkları sorunları arttıran bir atmosfer yarattı. Bu aslında şaşırtıcı değil çünkü masa fikri başlı başına demokrasinin ve siyasetin ruhuna aykırıydı ve ısrarla bu tutumunu korudu.
Masa’nın siyasi bir ittifakın gerektirdiği pragmatizmden çok daha normatif ve soyut bir demokrasi söylemi etrafında örgütlendiğini, somut ve seçimi kazanma amacına yönelik çalışmalardan ziyade seçim sonrasını planlayan bir yol haritası olduğunu söylemeliyiz. Bu durum ise başkan seçilecek olan kişinin de karakterini ve profilini ima etti. Yani seçimler hali hazırda kazanılmış görüldü ve seçim kazanmak için gerekli siyasi şartlar önemsizleştirildi. Hatta, siyaset yapma eğilimi yüksek olan aday ile bu adayın demokrasiye bağlılığı arasında bir ters ilişki olduğu iddia edildi. Masa’nın başkan adayını tarif ederken kullandığı “demokrasi aşığı” ifadesi aslında siyaset yapma beceresi kuvvetli olmayan adayları işaret ediyordu. Bu sayede, kamuoyunda daha kampanya süreci başlamadan yeterli popülariteye ulaşmış ve yerel seçimlerden galip çıktıkları için icraatlarını gösterme şansı bulan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi isimler elenmiş oldu. Seçimin cepte olduğu düşüncesi, popüler adayları anlamsızlaştırdı ve siyasi müzakereleri gayri ahlaki bir çerçeveye oturttu.
Mamafih, siyaset böyle bir alan değil. 6’lı Masa’nın bıraktığı siyasi boşluk mutlaka doldurulmak zorunda. Çünkü siyasi aktörler, seçimlerden sonra nasıl bir Türkiye kurulacağını soyut kavramlar ile konuşsalar da bunun ardına gizledikleri gündemi yok edemezler. Yani, seçimden sonra ben güçten ne kadar faydalanacağım cevabını sıradan vatandaştan, parti genel başkanına kadar milyonlarca insan doğal olarak sorar. Bu soru, beraberinde kendini koruma ve faydayı maksimize etme adımlarını getirir. Yani müzakere ve pazarlık bir şekilde devam eder. Seçimlerden önce Türk siyaseti de benzer bir süreçten geçiyor. 6’lı Masa’nın siyasetsizleştirme gayretine rağmen muhalefet içinde alternatif eksenler kurulmaya çalışılıyor. Muhalif seçmenin Erdoğan alerjisi ve günün sonunda ondan kurtulmak için çıkacak herhangi bir adaya bağrına taş basa basa oy verecek olması, bu tip siyasi teşebbüsleri oldukça teşvik ediyor.
Muhalefet içerisinde 5 siyasi eksen arayışı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan üç tanesi, yeni dönemde sistemin içinde kalma ve etkisini arttırma amacıyla yetinirken diğerleri başkan adaylığını ve sonraki dönemin iktidarını hedefliyor.
Muhafazakar Eksen
Bu aslında başarısız olmuş bir girişim. Geçtiğimiz günlerde gazetelere Deva-Gelecek ve Saadet Partileri’nin kendi aralarında bir ittifak kurabilmek için temas ettikleri haberi yansıdı. Manşetler, Deva lideri Ali Babacan’ın bu teklifi reddettiğini yazdı. Ancak burada asıl dikkat edilmesi gereken şey, 6’lı Masa dururken muhafazakar köklerden gelen siyasetçilerin bir arada durma ihtiyacı. Bu sayede hatırı sayılır bir potansiyele ulaşmayı ve bir sonraki dönem için pazarlık gücünü arttırmayı hedeflemiş olabilirler. Bununla birlikte, CHP’nin içinde bulunduğu bloktan kopuşun, muhafazakar seçmeni cezbedeceğini ve oluşabilecek yeni güç merkezine doğru akış olabileceğini düşünmeleri de gayet normal. Bu girişim, Deva Partisi tarafından rağbet görmediği için akamete uğramış durumda. Gelecek ve Saadet Partileri ise şu anda 6’lı Masa dışında bir ittifak arayışında değiller.
Radikal Eksen
Ümit Özdağ’ın İyi Parti’den, Muharrem İnce’nin ise CHP’den ayrılmasıyla birlikte, muhalefet partileri sürekli olarak iktidardan çok kendilerini yargılayan rakipler buldular. Özdağ, düzensiz göç ve Kürt sorunu gibi konularda, İnce ise laiklik ve ulusalcı hassasiyetler ile ilgili ajitasyon yeteneği yüksek karakterler. Dolayısıyla bu iki aktör, 6’lı Masa’nın siyasi ataletini, kurumsal muhalefetin halka sırtını dönmesi şeklinde yorumluyorlar. Halkta oluşan memnuniyetsizliği ve temsil edilememe krizlerini tipik popülist partilerin yaptığına benzer bir jargon ve strateji ile kapsamaya, oya tahvil etmeye çalışıyorlar. Her iki lider de fenomen karakterler ve siyaseti kişisel şovlarına dönüştürmeyi başarabilecek potansiyelleri var.
Özdağ ve İnce’nin bir araya gelmesi, 6’lı Masa’dan çıkan adayı beğenmeyen ve kendisini temsil ettiğine inanmayan toplum kesimlerini bir araya getirebilir. Bunun için her iki siyasetçi de iktidardan daha çok muhalefeti zayıflatarak onların oylarını kendilerine çekme peşinde. Böylece, kurumsal muhalefet ile arasında daha simetrik bir ilişki kurmayı ve sonraki dönemde sistem içinde etkili bir pozisyonda kalmayı umuyorlar. Henüz İnce’nin, Özdağ’ın ittifak teklifine olumlu yanıt vermediğini biliyoruz. Aslında daha ana akım bir alanda siyaset yapmak isteyen İnce, yeniden CHP’nin siyasi hattına dahil olabilir. Ancak eğer bu ittifak gerçekleşirse, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı durumunda, anti-woke diyebileceğimiz bütün grupları cezbedebilirler. Zira, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını woke bir girişim olarak yaftalama yeteneği her iki liderde de mevcut.
Sosyalist Eksen
Özellikle Türkiye İşçi Partisi’nin parlamentoda gösterdiği performansın etkisiyle ismini daha geniş kitlelere duyurmayı başardığı bir gerçek. Oya tahvil olmasa da sosyal medyanın da gücünü kullanarak TİP’in kamuoyu oluşturma yeteneği yüksek. Ahmet Şık ve Erkan Baş gibi isimler kurumsal siyasete tepkili ve radikal bir muhalif duruşu destekleyen kitlelere rahatlıkla konuşabiliyor. TİP’in, HDP’nin popüler desteği ile gücünü birleştirmesi, diğer sol aktörleri de sürece katması ve sivil toplumdaki sol aktörleri kendisine çekmesi anlamlı sonuçlar verebilir. HDP’nin kapatılması ihtimali gündemdeyken bu ittifak yeni ve daha “meşru” bir form oluşturabilir ve Başkan adayının kim olacağına göre etkisini arttırabilir. Mesela aday, Mansur Yavaş veya Meral Akşener gibi bir isim olursa sosyalist eksen memnuniyetsizleri kendisinde toplayabilir ve Erdoğan sonrası süreçte etkili olabilir.
Belediye Ekseni
Bu eksen, 2019 yerel seçimleri öncesi İyi Parti ve CHP arasında kurulan ittifakın, 2023 Başkanlık seçimlerine de uyarlanması projesinden başka bir şey değil. Yani, iki parti liderinin müzakere ederek bir ortak aday belirlemesi, bu adaya teşkilatların destek vermesi ve seçimler kazanıldıktan sonra bürokratik kadroların paylaşımı üzerine kurulu. Bu ittifakın idealist yanı Erdoğan yönetimine son verme amacının ötesine geçmiyor. Yani, yeni bir gelecek inşa etmek gibi bir kaygı yok. Son derece pragmatik ve sonuca odaklı, siyasetin ruhuna uygun bir şekilde ilerliyor taraflar. Dolayısıyla, 6’lı Masa’nın sanki seçim halihazırda kazanılmış gibi seçim sonrasını soyut ve normatif ilkeler etrafında belirlemeye çalıştığı projenin aksine doğrudan seçim gününü ve sadece kazanmayı düşünüyor. Belediye ekseni, elbette ki bir gelecek inşa etmek isteyen ve Erdoğan’ı yenmeyi bir dönüşüm fırsatı olarak görenleri tabir caizse tiksindirecektir. Bu gayet normaldir. Ancak bundan daha pornografik olanı, değişimin ve ilkelerin arkasına gizlenmiş iktidar bölüşüm planıdır.
Helalleşme Ekseni
Helalleşme ekseni, tamamen değerler üzerinden yükselen ve başkan adayının kişiliğini, söylemini öne çıkaran bir teşebbüs. Bu yolla başkan adayının dünyevi ihtiraslarından arınmış ve başkanlık yetkilerini kendi güç arzusunu tatmin etmek için değil büyük bir değişimi müjdelemek için kullanılacağını iddia ediyor. Dolayısıyla, başkan adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu veya Abdullah Gül’ü şanslı kılan bir strateji bu. Bu eksenin iki varsayımı var. Birincisi, Erdoğan’ın seçimleri, yaşanan ekonomik zorluklardan dolayı kesinlikle kaybedeceği, ikincisi ise Erdoğan nefretinin seçmeni, aday kim olursa olsun gidip karşısındaki adaya oy vermeye iteceği. Dolayısıyla, halkın nezdinde bir adayın popüler olup olmamasının pek bir anlamı yok. Çünkü seçim günü zaten her aday muhalif seçmenin yeterli desteğini alacaktır. Bu durum ise İmamoğlu ve Yavaş gibi isimlerin gündemden düşmesini beraberinde getiriyor haliyle.
Helalleşme Ekseni, siyasi pazarlıkları öldüren tavrını, bir değer sisteminin savunucusu olduğunu söyleyerek meşrulaştırmak zorunda. Bu durum ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhafazakarlar ve Kürtler ile kurduğu diyaloğa “helalleşme” ismini vermesiyle somutlaşıyor. Kılıçdaroğlu, yeni Türkiye’nin AKP’den kaçan mutsuz muhafazakarları ve mağdur edilen Kürtleri de kapsayacağı, bu konuda CHP’nin geçmişte yaptığı hatalardan ders alarak ilerleyeceği bir iktidarın sözünü veriyor. Bu da haliyle muhalefete geçmiş muhafazakarları temsil eden Deva Partisi’nin özellikle geçmişte AKP’de siyaset yapan muhafazakarlarını ve Kürtlerini, yeni bir çözüm süreci başladığı takdirde Öcalan’ın yeniden muhatap alınmasını isteyen bazı HDP çevrelerini Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemeye itiyor.
İki önemli gelişme bu kanaatimizi kuvvetlendiriyor. Birincisi, geçtiğimiz aylarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun yabancı misyon temsilcileriyle yaptığı toplantıda ekonomi yönetiminin Deva Partisi lideri Ali Babacan’a devredileceğini söylemesi. İkincisi ise geçtiğimiz pazar günü Gürsel Tekin’in yaptığı, seçimin kazanılması durumunda HDP’ye bakanlık verilebileceği beyanı. Bu iki gelişme, helalleşme ekseninin sadece söylemleri değil aktörleri hakkında da bize ipuçları veriyor.
Ezcümle
Muhalefet büyük bir zorluk yaşıyor çünkü ortada bir tiyatro oynanıyor. Seçimler kazanıldıktan sonra parlamenter sisteme geçilmeyeceğini ve seçilen adayın ülkeyi yöneteceğini aslında herkes biliyor. 6’lı Masa bir yandan başkanlık makamını önemsizleştirirken diğer yandan başkanlık koltuğuna sahip olmak için kıyasıya bir rekabet sürüyor, siyasi arayışlar devam ediyor. Bu son derece doğal. Doğal olmayan ise bunun perde arkasından, karından konuşarak yapılması. Burada en büyük sorun, seçimin kesin olarak kazanıldığını düşünmek ve buna göre hareket etmek. Kimse seçimler kaybedildiği zaman neler olabileceğini düşünmediği gibi yanlış aday ve siyasi proje ile çıkılan yolda ne gibi aksaklıkların çıkacağını da aklına getirmiyor. Kurumsal muhalefetin iflası ve çöküşü sadece 5 sene daha kötü bir yönetime bizleri maruz bırakmakla kalmayacak aynı zamanda önümüzdeki dönemde Erdoğan karşıtlığının marjinal partiler tarafından yapıldığı, Rusya benzeri bir durum ortaya çıkartacaktır. Asıl tehlike budur.
Fotoğraf: Hannah Busing