Türkiye’de temsilî demokrasi derin bir meşruiyet ve işlev krizi yaşamaktadır. Bu krizin merkezinde, yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin etkisizleşmesi ve yürütme organının gölgesinde bir onay merciine indirgenmesi yatmaktadır. Oysa meclis, demokratik sistemin kalbi olarak, halk iradesini yansıtmalı ve bu iradeyi hem yasa yapma hem denetim işleviyle somutlaştırmalıdır.
Bugün gelinen noktada meclis, ne halkın taleplerini gerçek anlamda taşıyan bir temsil kurumu, ne de iktidar mekanizmalarını denetleyen etkin bir denge unsuru olarak varlık göstermektedir. Bu zayıflığın arkasında partilerdeki lider egemenliği, güçlü parti disiplini ve seçim sisteminin etkisi vardır. Bu bağlamda sorun netleştirilmeli ve sorunun kökenine ilişkin çözüm önerileri sunulmalıdır. Zira temsili demokrasinin çöküşüne ilişkin çok sayıda analiz varken bu kurumun yeniden nasıl güçlendirilebileceğine ilişkin yorumlamalar azdır.
Bu yazıda meclisin nasıl daha etkili olabileceğine dair pratik bir bakış açısı sunulmaktadır. Bu yöntemin pratikliği her hangi bir sistem ve yasa değişikliği yapılmasına gerek olmamasından meydana gelmektedir. Zira sadece seçmen davranışı ve tepkileri gerekli noktalara kanalize edilirse yeni bir demokratik baskı mekanizmasının meydana gelebileceği söylenebilir.
Seçim Sistemi ve Lider Egemenliği Sorunsalı
Türkiye’de uygulanan liste usulü nispi temsil sistemi, milletvekili adaylarını belirlemede parti merkezlerini, daha özelde ise parti liderlerini olağanüstü güçlü kılmaktadır. Seçmen, büyük ölçüde doğrudan bir adayı değil, parti listesini oylamaktadır. Böylece seçilen milletvekilleri seçmene değil, partinin merkezine ve lider kadrosuna karşı sorumlu hale gelmektedir. Bu durum, halkla milletvekili arasındaki bağı zayıflatmakta ve meclisi halkın değil, liderliğin vitrini haline getirmektedir.
Oysa dar bölge seçim sistemi, seçmen-milletvekili ilişkisini güçlendirecek niteliktedir. Her seçim bölgesinden yalnızca bir milletvekili seçilmesi, adayların halkla daha doğrudan temas kurmalarını zorunlu kılar. Böylece lider sultası zayıflar, yerel dinamikler güç kazanır. Parti merkezleri, aday belirlerken yerelin hassasiyetlerine daha duyarlı hale gelir.
Elbette seçim sisteminin değiştirilmesi bugünkü koşullarda zor görünmektedir. Bu nedenle, bu türden yapısal reformlara ulaşamadığımız sürece, mevcut sistem içinde “dar bölge varmış gibi davranmak” temsilî demokrasiyi canlandırmak adına uygulanabilir bir strateji haline gelmektedir. Dolayısıyla, fiili bir dar bölge bağlamında hareket etmek bir çözüm olarak sunulabilir.
Bir Çözüm Önerisi Olarak Fiilî Dar Bölge
Türkiye’de partiler zaten seçim bölgelerini kendi içinde fiili olarak alt bölgelere ayırmakta ve milletvekillerini bu alanlara göre görevlendirmektedir. Bu fiilî durumu, siyasal bilinçle ve örgütlü bir halk katılımıyla daha etkin bir temsil yapısına dönüştürmek mümkündür. Ancak bunun inşasında kritik roller, partilere, sivil topluma ve seçmenlere düşmektedir. Zira oyuna sahip çıkmak yalnızca sandıkta yapılacak bir eylem değil, bir yasama dönemi boyunca devam edecek bir eylem olmalıdır.
Filli dar bölge uygulaması, basitçe, partilere tepki verildiği kadar, seçmenleri kendi bölgelerindeki vekillere tepki göstermesi ve bu temsilcilerin faaliyetlerini takip etmeleri ve yönlendirmeye çalışmalarıdır. Bu, sosyal medya imkanlarının sağladığı avantajlarla kolaylıkla dijital medya üzerinden veya yüz yüze gerçekleşebilir. Yani fiili dar bölge, her seçmenin seçtiği veya oy vermese de kendi bölgesini temsil eden milletvekili ile bir çıkar ilişkisinden çok siyasi bir sorumluluk içinde ilişki kurduğu bir siyasi kültür olarak yorumlanabilir.
Toplumda infial yaratan yasa tasarıları sırasında muhalefet ve iktidar seçmenleri arasında büyük bir tepki doğabilmektedir. Özellikle Türkiye’de sosyal medya önemli bir muhalif enerjiyi barındırsa da bu enerjinin çoğu zaman etkisiz alanlara aktığı, örgütsüz kaldığı görülmektedir. Fiili dar bölge stratejisi ile bu tepki adresine ulaşabilir hale gelebilir. Daha açık bir şekilde, seçmenler tepkilerini sürekli partilere, liderliklere göstermek yerine oylarını verdikleri veya seçtikleri milletvekillerine yönlendirebilir. Zira günün sonunda oylarını kullanarak yasaları belirleyen söz konusu milletvekilleri olmaktadır.
Seçmen gruplarının genelde tepkisini partilere özelde ise kendi bölgelerindeki milletvekillerine göstermeleri, bu milletvekillerinin hesap vereceği yeni bir alanın doğmasına sebebiyet verecektir. Bu bağlamda sosyal medya, başlı başına, bu tepkileri örgütlemek için imkan sağlamaktadır. Özellikle bu şekilde partiler üstü ve halkın geniş kesimlerini etkileyen, doğal kaynakların korunması, çevre tahribatı, gıda güvenliği gibi, konularda tabandan gelen tepkiler doğrudan yasa süreçlerine taşınabilir. Fiili dar bölge mekan üzerinden kurgulandığı kadar meclisteki yasa tasarılarının hazırlandığı komisyon üyeleri üzerinde de uygulanabilir.
Partilerin Birbirlerine Karşı Fiili Dar Bölge Uygulaması
Türkiye’de muhalefet milletvekilleri zaman zaman meclis kürsüsünden güçlü ve vicdani çağrılar yaparak iktidar milletvekillerinin pozisyon değiştirmesini hedeflemektedir. Ancak bu çağrılar çoğu zaman yalnızca kendi yankı odalarında dolaşmakta, karşı cenahta somut bir dönüşüm yaratmamaktadır. Çünkü bir milletvekilinin ya da herhangi bir siyasal öznenin ahlaki pozisyon alabilmesi, sadece bireysel etik anlayışına değil, aynı zamanda lider karşısında bağımsız hareket edebilmesini sağlayacak yapısal bir özgürlüğe dayanır. Bu özgürlük, siyasetçilerin yalnızca yukarıdan gelen talimatlarla değil, aşağıdan gelen halk baskısıyla da şekillendiği bir denge sisteminin kurulmasıyla mümkündür.
Bir milletvekilinin “ben bu kararı tabandan gelen baskıya göre veriyorum” diyebileceği bir zemin oluşturmak, onun liderle ilişkisini yeniden şekillendirir. Bu bağlamda muhalefet vekilleri veya partileri rakiplerine karşı fiili dar bölge uygulamasını geliştirebilir. Dolayısıyla milletvekilleri hem kendi seçmenleri hem de rakip partilerin seçmenleri ile kendi bölgelerindeki rakip milletvekillerine karşı toplumsal bir baskıyı örgütleyebilir. Diğer yandan bu yöntem, partiler üstü alanda sistemin tıkanıklıklarına yanıt üretemezse dahi seçmenlerin kendi partilerini seçtikleri milletvekilleri aracılığıyla denetleyebilecekleri bir siyasi kültür oluşabilir.
Unutulmamalıdır ki, vekiller her ne kadar lider sadakatiyle seçilmiş olsalar da yerelde dolaşmakta, halkla temas hâlinde siyaset yapmaktadır. Bu durum, onların tercihlerini etkileme potansiyelini içinde barındırır.
Yine de fiili dar bölge ile strateji, yalnızca vekillerin fikirlerini dönüştürmek değil, aynı zamanda hangi vekilin ne kadar etkin olduğunu, seçmenlerin çıkarına mı yoksa lider çıkarına mı hareket ettiğini görünür kılmaktır. Bu yaklaşım, halkın gelecek seçimlerde tercihlerini yapacağı yeni bir kıstası olabilir.
Fiili dar bölge yalnızca vekillere değil, yerel parti örgütlerine de uygulanabilir. Özellikle bu kültürün yerleştiği durumda yeni siyasi denetim ve hesap verme kurumlarının ortaya çıkacağı düşünülebilir. Milletvekilleri yerelde artık yasama faaliyetlerini ve Ankara’da neler yaptığını halka anlatır hale gelebilir. Yani vekiller yalnızca kişilerin veya grupların özel sorunu olduğunda ulaşılan kişiler olmaktan çıkar hale gelir ve zamanla ne yaptıklarını halka anlatmak zorunda kalan yerel liderlere dönüşebilir.
Aslında süreç içerisinde bu yönde yapılacak düzenlemelerle meclis kendi kendini güçlendirebilir. Diğer yandan sivil toplum kuruluşları, vekillerin faaliyetlerini izleyen ve halkla bağlarını güçlendiren yapılar kurarak temsil ilişkisini daha görünür hale getirebilir. Bu yapılar, milletvekillerinin meclisteki tutumlarını ve yasa süreçlerindeki rollerini şeffaf biçimde kamuoyuna sunabilir.
Ayrıca halk panelleri, dijital buluşmalar gibi araçlarla seçmenle doğrudan temas kurulmasını sağlayabilir. Her ne kadar vekiller zaman zaman bölge ziyaretleri yapsa da bu temasların ne kadar içerikli ve hesap verebilir olduğu tartışmalıdır. Bu süreci örgütleyecek bir sivil toplum, sadece temsilin niteliğini artırmakla kalmaz; aynı zamanda sistemin merkezinde göz ardı edilemeyecek bir güç haline gelir.
Sonuç olarak temsilî demokrasinin canlandırılması yalnızca anayasal veya yapısal reformlarla değil, aynı zamanda yerelden başlayan siyasal bir bilinçlenmeyle mümkündür. Siyasi sistemin ve seçim sisteminin sınırlayıcı yapısına rağmen, milletvekilleri ile halk arasında kurulacak doğrudan bağ, meclisin işlevini yeniden tanımlayabilir. Muhalefet partileri bu sürecin hem öncüsü hem taşıyıcısı olmak zorundadır.
Bugün yapılması gereken, dar bölge sistemi varmış gibi düşünmek değil, onu fiilen örnekleyecek bir siyasal iletişim modeli kurmaktır. Yerel örgütlenmeler, hesap verme kültürü, dijital yönlendirme ve baskı mekanizmaları ile birlikte halk; temsilcileri üzerinde gerçek bir denetim kurabilir. Uzun vadede bu yaklaşım, sadece bugünkü siyasal tıkanmayı değil, gelecekte kurulacak daha adil ve katılımcı bir demokrasinin de temellerini oluşturabilir. Ancak yine de hatırlatılmalıdır ki geniş anlamda fiili dar bölge bir siyasi mekanizmadan çok bir siyasi kültür ve oyuna sahip çıkma pratiği olarak yorumlanabilir.