[voiserPlayer]
Türk sineması, dünya trendlerine paralel olarak zor dönemlerden geçiyor. Elbette genel sorunların yanı sıra lokal, yerli ve milli sorunlarımız da var kendi kendimize ürettiğimiz. 7-8 sene önce çoğu zaman Holywood filmlerini sollayan gişelere imza atan sinema endüstrimizin yerlerinde yeller esiyor. Ama tabii ki seyircinin öncelikli talepleri hâlâ yerli filmlerden yana. Bunun avantajını da sonuna dek kullanıyorlar. Yoksa bu sene her vizyona baktığımda yeni bir cin filmi görmemin başka bir açıklaması olamaz.
Türk filmleri ve dizileri bizim bildiklerimizin dışında çeşitli vod platformlarında ve yabancı streaming izleyicilerinin nezdinde çok rağbet görüyor. Ben açıkçası bazılarına bakıyorum veya en azından kadroya bir göz atıyorum. Ne yalan diyeyim nasıl böyle geniş bir kitleye ulaşabiliyorlar pek anlam veremiyorum çoğunlukla. Muhtemelen yabancılar için çok daha farklı anlam ifade ediyor o işler. Demem o ki popüler film ve dizilerin durumları iyi, ama mesela biraz daha sofistike işler çoğunlukla bu kadar şanslı değil. Yani zaten kısıtlı bir kitleye ulaşıyorlar, ulaştıkları seyirciler de beş benzemez gibi sürekli birbiri ile didişiyor, gişe/gelir beklentileri genelde düşük oluyor.
En basitinden “Bir Başkadır” dizisini hatırlayın. Millet birbirine girmişti. Beğenenler, beğenmeyenler, YAE travması tetiklenen, yerli içeriğe şans vermeyenler vs vs vs. Bir benzer kaosu Nuri Bilge Ceylan veya Zeki Demirkubuz filmlerinde yaşıyoruz. Yok kırsaldan başka film çekilecek yer yok muymuş? Yok Dostoyevski artık sıkmamış mıymış? Bu argümanları görünce otomatikman gözüm seğirmeye başlıyor ama hadi neyse. Demek istediğimi özetleyeyim: Yani genele hitap eden bir iş yapmıyorsanız hem maddi olarak bir risk altına giriyorsunuz hem de esas hitap ettiğiniz kitle her yerden eleştiriyor, bir tek eserden bahsetmeyi unutuyorlar. Bu da bu ülkenin laneti galiba, bilemiyorum.
Neyse, bu defa işi seyirciye bırakmadan çok sevgili bir bakanlığımız halletmeye çalışıyor. Mevcut tartışmayı uzun uzadıya tekrar anlatmayacağım ama birkaç ay öncesinden boy veren bir tartışma Kurak Günler filminin vizyona girmesinden hemen önce alevlendi. Şarküterici yönetmene verdiği açık çeklerle meşhur bu bakanlığımız, bu defa “ahlâka mugayir” bazı sahneler yüzünden Kurak Günler filmine verdiği para desteğini faizi ile geri istiyordu. Ama Allah’tan ki bu defa seyirciler konsolide oldu ve görünen o ki filmi yedirmeyecekler. 12.12.2022 tarihinde yarısından fazlası dolu bir salonda, çıt çıkarmayan seyircilerle birlikte filmi izleme şansına eriştim. Filmle ilgili fikirlerime geçmeden yukarıda genel duruma dair düzgün bir özet vermeye çalıştım.
Şimdi filme gelirsek… Film iyi. Yerli yapımlar arasında prodüksiyon kalitesi, oyunculukları, ses ve metin olarak pozitif ayrışıyor. Zaten gündemde olan kampanyalara ben de katılıyorum ve seyircilere bu filmi sinemada izlemelerini tavsiye ediyorum. Ama…. Ama film tam anlamıyla harika mı diye sorarsanız bazı sıkıntılar var, bunlara işaret etmek isterim.
Yine de gözüme çarpan olumsuz şeylerden önce filmin iyi taraflarının hakkını vermek daha makul olacaktır. Filmin bir kere bir derdi var. Yönetmen, oyuncular ve hatta filmin çekildiği kamera bile günümüz Türkiye’sinden çok şikayetçi. Sözde gelişim masalları ile ülkenin altının oyulduğunun ve kamplaştırma yöntemleri ile seçim kazanmaya bel bağlamış bir iktidarın eleştirisini iyi bir şekilde yapıyor film. Kadraja giren her oyuncunun ülkedeki politik aktörlerde bir denkliği var. Hatta hiç görünmeyen, sadece ismi geçen karakterler dahi size bazı politik çağrışımlar yapacaktır eminim. Sadece bu göndermeleri gördükten sonra bile, filmin homo-erotik atmosferini geçtim, senaryonun bu haliyle hibe almasına dahi şaşırdım açıkçası. Film, son 10 yıl ülkeyi pençesine alan yolsuzluk ve hukuksuzluk düzenine karşı yüksek sesle ifade edilen itirazların bir özeti gibi.
Bir de naçizane filmin sevdiğim yanı bana umut vermiş olması. Ülkeyi ve insanların haleti ruhiyesini özetlemesi bir yana, çok umutlu bir şekilde bağlıyor hikâyeyi. Yani sadece olanları anlatmıyor, aynı zamanda “ileride biz karşınıza çıkacağız, size kafa tutacağız” da demeye getiriyor. Eleştiri var, meydan okuma var, e daha ne lazım? Evet filmin homoseksüel tiplemeleri var. Sık sık bir hareket olmasa dahi homo-erotik bakışlar, duruşlar ve sessizlikler dikkatimizi çekiyor. Ama “openly gay” bir aşk/ ilişki anlatısı yok, onu söylemem lazım. Aslında birileri gündem olma/yaranma çabasına ötüp durmasa bakanlık pekâlâ kör gözünü çevirebilirmiş bu hususa. Görsellik açısından ise neredeyse rakipsiz. Son zamanlarda çekimleri olsun, ışık kalitesi olsun, bu seviyede bir iş çok hatırlamıyorum. Oyunculardan Selahattin Paşalı ve Erol Babaoğlu özellikle performansları ile bir adım öne çıkıyorlar. Hem konusu gereği karakterlere ekstra bir gerçekçilik katıyorlar hem de beraber göründükleri sahnelerde diğer oyuncuları domine ediyorlar adeta.
Neyse övdük durduk, size de filme gitmenizi salık verdik, o halde filmin aksayan yanlarına girelim. Filmin inanılmaz bir tempo sorunu var. İnsanların acelesinin olmadığı bir kasaba atmosferine göre bile bazen fazla yavaş akıyor gibi geliyor. Bunlar da yetmezmiş gibi bazı yan hikayeleri filmin son otuz dakikasına sığdırmaya ve hepsine mini mini finaller yapmaya çalışmışlar. Ben esas hikâye ne zaman bitecek diye beklerken bu ufak uzatmalar, izleyici olarak biraz beni tüketti diyebilirim. Bazı diyaloglar da özellikle konu akışını bozuyor gibi geldi, ama kurgusal bir sorun mu yoksa senaryo ile mi alakalı emin olamadım.
Son söz: Bu yazıya özel puanlama kullanmadım ama filmden memnun olduğum gerçeğini değiştirmez bu. Kim bilir belki bakanlığın parasını da toplarız ve bir gövde gösterisi de olur biz sinema seyircilerinden yana, belli mi olur? Sinema ve salonların; tekelci işletmelerin, yardakçı yapımcıların, toksik basının ve çifte standartlı bakanlık görevlilerinin insafına terk edilmeyecek denli önemli olduğunu düşünüyorum.