[voiserPlayer]
Türkiye’de özellikle son yıllarda yeni bir tarihçi türü ortaya çıktı. Bu tarihçiler geçmişte yaşanan her şeyi bir kenara bırakıp, Mustafa Kemal’in hayatını ve cumhuriyetin ilk yıllarını sadece ve sadece kötülemek amacıyla didik didik ettiler. O günlere dair olumlu her şeye sırt çevirip birçok şeyi de ters yüz ederek halkı yanlış bilgilendirmeye başladılar.
Bahsi geçen dönemlerde elbette her şey mükemmel değildi, yanlışlar da yapıldı. Ancak onlar bu yanlışları bir tarihçiye yakışır biçimde ortaya koymak yerine, bel altı vuruşlarla Mustafa Kemal’i ve dönemini karalamaya çalıştılar.
Özellikle AKP’den sonra bu kişilerin cesareti daha da arttı ve daha önce dile getiremedikleri birçok şeyi doğrusuna yanlışına bakmadan açıkça söylemeye başladılar. Bu isimlerin başında tahmin edilebileceği gibi Kadir Mısıroğlu geliyordu.
Kadir Mısıroğlu, 60’lı yıllarda Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabını yayınladı. Rıza Nur, Milli Mücadele ve cumhuriyetin kuruluş aşamasında önemli görevler üstlenmiş, Lozan heyetinde ikinci adam olarak yer almış, ancak zaman içinde Mustafa Kemal ve arkadaşları ile ters düşerek Türkiye’yi terk etmişti.
Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım adını verdiği anılarını işte bu süreçte, yani yurt dışındayken kaleme aldı. Anılarında, yeni devletin kuruluş aşamasında Türkiye adını kendisinin önerdiğini, laiklik fikrini ilk defa yine kendisinin ortaya attığını ve o ana kadar Mustafa Kemal’in laiklik üzerine hiçbir bilgisinin olmadığını iddia etti.
Rıza Nur’a göre cumhuriyetin kuruluşunda yapılan hemen hemen bütün yeniliklerin fikri kendisine aitti. Ancak Rıza Nur’un anılarında yer verdiği iddialar bunlarla sınırlı kalmadı.
Yazdıkları arasında Mustafa Kemal ve cumhuriyetin ilk kadrolarından bazı isimlerin özel hayatlarına dair çok sayıda akıl almaz iddia yer alıyordu.
İşte 60’lı yıllarda bu anıları eline geçiren Mısıroğlu, bu iddiaları yayınlayarak hayatını bir bakıma Mustafa Kemal ve arkadaşlarını karalamaya vakfetti. Rıza Nur’un gelişi güzel ve hiçbir kanıt sunmadan kaleme aldığı olayların hepsi Mısıroğlu’nun gözünde gerçekti.
Mısıroğlu, hayatının hiçbir döneminde bu kitapta yazılanları sorgulamadı. Hepsini olduğu gibi kabul etti ve ömrünün sonuna kadar tümünün doğru olduğunu savundu. Mustafa Kemal ile ters düşen Rıza Nur’un duyduğu kin ve öfkeyle bu iddiaları kaleme alabileceği ihtimalini hiç düşünmedi ya da düşünmek istemedi.
Mısıroğlu şeriatçıydı. Osmanlı devrinin özlemi içinde yanıp tutuşuyordu. Cumhuriyete olan karşıtlığını her daim kafasında taşıdığı fesle simgeleştirmişti. Doğal olarak, cumhuriyeti kuran, saltanata ve halifeliğe son veren Mustafa Kemal, Mısıroğlu’nun gözünde en büyük düşmandı. Kendisi, özellikle son yıllarda bu düşmanlığını açıkça ve defalarca belirtmekten hiç çekinmedi.
Mısıroğlu’nun Mustafa Kemal’e olan kızgınlığının en büyük sebebi halifeliğe son vermesiydi.
Mısıroğlu için gayrimüslimlerin, yani onun gözünde din düşmanlarının, elinde oyuncak olmuş halifelik makamının şeklen var olması bile tamamen lağvedilmesinden iyiydi. İşte bu sebeple, Mustafa Kemal’i İslam’ın en büyük yıkıcısı olarak görüyordu.
Bu bakış açısı onu, “Keşke Yunanlılar kazansaydı, onlar hiç olmazsa halifelik makamına dokunmazlardı” demeye kadar götürdü. Yine aynı bakış açısıyla Büyük Orta Doğu Projesi’ne destek verdi. Bu emperyalist projenin İslam ülkeleri için yararlı olacağını savundu.
Mısıroğlu, Şeyh Sait isyanına da İslam adına yapıldığı gerekçesiyle olumlu bakıyordu. Onun için isyanın İngilizlerin kışkırtmasıyla gerçekleşmesi, Şeyh Sait’in isyanda kullanılacak silahları İngilizlerden alması hiç önemli değildi.
Kadir Mısıroğlu tipik bir siyasal İslamcıydı, onun gözünde amaca ulaşmak için her yol mubahtı. Fakat yukarıda görüldüğü gibi, siyaset ve tarih üzerine oluşturduğu çeşitli fikirlerinde birçok tutarsızlık vardı.
Aslında tüm bunlar bir kenara bırakılsa bile Karl Marx,Stalin ve Shakespeare hakkında söyledikleri, Mısıroğlu’nun ne kadar ciddiye alınabileceğinin göstermeye yeterliydi. O’na göre Marx cinniydi, Stalin savaşı kazanmak için kumlara Ayetel Kürsi okutmuştu, Shakespeare ise aslında Şeyh Pir isminde bir Müslümandı!
Bütün bu safsatalarına ve yanlışlarına rağmen Mısıroğlu, belli bir takipçi kitlesi ve kendisine özenen aynı tip “tarihçiler” meydana getirmeyi başardı.
Mustafa Armağan bu isimlerden biriydi. Mustafa Armağan’ın Mustafa Kemal ve cumhuriyet düşmanlığında Kadir Mısıroğlu’ndan aşağı kalır bir yanı yoktu. Zaten belli bir kesim tarafından “Fessiz Mısıroğlu” olarak biliniyordu.
Tıpkı Mısıroğlu gibi Armağan’ın da tarih eğitimi bulunmuyordu, ancak kanıtsız atıp tutmakta birbirleriyle yarışıyorlardı.
Armağan, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde tarih üzerine yazılar yazdı. Hemen her yazısında cumhuriyete ve kurucularına eleştirilerde bulunmakla birlikte birçok defa sınırları aştı. Yazıları dışında da yine her fırsatta kinini kusmaktan çekinmedi.
Mustafa Armağan Derin Tarih isminde bir de dergi çıkardı. Kadir Mısıroğlu’nun sık sık ekranlarında göründüğü Tv Net adlı kanalda aynı isimli bir de program yaptı. Derginin hemen her sayısında büyük tartışmalar yaratan çok sayıda yazıya yer verildi. Hem dergide hem de programda aslı astarı olmayan birçok iddia ortaya atıldı. Zamanla sınırı o kadar aştı ki 2017 yılının Ekim ayında Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Mustafa Armağan’ın tarihi eğip bükmesi yalnızca Mustafa Kemal ile sınırlı değildi. Armağan’ın dergisine ve aslında tarihçilik anlayışına en gerçekçi teşhisi koyan ilk kişi, akıl almaz bir yanlışını tesadüfen ortaya çıkaran Murat Bardakçı olmuştu.
Dergi, Şubat 2013 sayısında Damat Ferit Paşa’nın Ürdün’de yaşayan torunlarıyla röportaj yaptı. Ancak Damat Ferit Paşa’nın çocuğu yoktu ve doğal olarak torunlarının olması da mümkün değildi. Bardakçı, 12 Mayıs 2017 tarihli Habertürk’teki “Malum derginin adı ‘Çukur Tarih’tir ve mahkemeden tescillidir” başlıklı yazısında konuyla ilgili gerçekleri kaleme aldı ve Armağan’ın bütün foyasını ortaya döktü. Kulaktan dolma ve araştırmadan yapılan tarihçiliğin ömrü ancak bu kadar olabiliyordu.
Bugün Mısıroğlu ve Armağan gibi ve onların da etkisiyle tarihi eğip bükerek kendi arzularına göre yeniden oluşturan kişilerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Bunlar belli bir takipçi kitlesi edinmelerine rağmen, yine de büyük çoğunluk tarafından tarihi tersine çevirmeye çalıştıkları ayan beyan ortada olduğu için aklı başında ve objektif kişiler tarafından ciddiye alınmıyorlar.
Üstüne üstlük ciddi tarihçiler tarafından yanlışları her defasında yüzlerine vurularak alaya alınıyorlar. AKP tarihçilerinin bu başarısızlığı ise Tayyip Erdoğan’ın ideolojik üstünlüğü bir türlü ele geçirememelerini kabul etmesinde anlam kazanıyor.