[voiserPlayer]
Türkiye’nin bir Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) gerçeği var. 22 yıldır anlamaya ve açıklamaya çalıştığımız bir gerçek. AKP’nin geçmişte savunduğu, sonra savunmayı bıraktığı, başından beri savunageldiği, sonradan savunmaya başladığı politikalar, politika duruşları ve bu duruşların ilhamını aldığı ideolojiler bu gerçeğin karmaşık bir yönü. Karmakarışık hem de. İslamcı? Milliyetçi? Neo-liberal? Seküler? Cumhuriyetçi? Demokrat? Popülist? Hangisi? Hangileri?
Peki muhafazakârlık? Malum, AKP ilk yıllarında kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tarif etmişti. Türk milliyetçisi olarak değil. Seküler olarak da, popülist olarak da, neo-liberal olarak da, hatta İslamcı olarak da değil. AKP muhafazakârdı, ama bu ne demekti? Türkiye’de yaygın olarak kullanıldığı haliyle salt “dindarlık” mıydı? Öyle ya. Asker ve yargı tarafından titizlikle korunan laik bir siyasal sistemde kendini dindar veya dini veya İslamcı olarak niteleyemezdi ya. Muhafazakâr olarak niteleyebilirdi. Bu ise dindar demekti. Dini demekti.
Ötesi? AKP’nin muhafazakâr olmasının dindarlığın ötesinde bir anlamı var mıydı? Siyaset felsefesinde herhangi bir ideolojik duruşa tekabül ediyor muydu? Daha doğrudan sorarsak: AKP, siyaset felsefesinde adı “muhafazakârlık” olan ideolojiyi mi temsil ediyordu? Ediyorsa ne boyutta, ne derinlikte? Bu soruyu ilginç kılan elbette AKP’nin ideolojik geçmişiydi, AKP’nin liderlik kadrolarının Türkiye’nin İslamcılık akımının içinde neşet etmesiydi. Diğer bir deyişle, AKP’nin muhafazakârlığı sorusu esasında iki farklı ideoloji, İslamcılık ve muhafazakârlık, arasındaki ilişkiye dairdi.
İki ideoloji arasında bir ilişki olduğu, Türkiye örneğinde elbette, daha önce farkına varılmamış bir ilişki değildi. Tanıl Bora, mesela, Milliyetçilik, İslamcılık ve Muhafazakârlığı Türk Sağı’nın üç hali olarak nitelendirmişti bile. Diğer bir deyişle, aynı özün farklı tezahürleri olarak İslamcılık ile Muhafazakârlık arasında sıkı bağlar vardı. Ancak tam olarak neydi o bağlar? İslamcılığı muhafazakâr kılan neydi? Tanıl Bora bu soruyu irdelememişti. Bora, İslamcılık konusuna ayırdığı bölümde daha çok İslamcılık-Milliyetçilik ilişkisi üzerine odaklanmıştı, İslamcılık ve Muhafazakârlık arasındaki ilişkinin içeriğine dair ise çok fazla bir şey söylememişti(1).
İslamcılık ve Muhafazakârlık arasında bir ilişki olduğuna inanmıştık. Sadece Tanıl Bora değil. Mesela, Yasin Aktay da Tanıl Bora ile hemfikirdi. Aktay’a göre İslamcılık Türkiye’de muhafazakârdı. Muhafazakârlık, İslamcılığın devletin kendine karşı olan katılığına karşı bir savunma mekanizmasıydı. Muhafazakârlık, İslamcılığın karşı karşıya olduğu düşmanca ortamda kendini ifade edebileceği bir dildi(2). Diğer bir deyişle Türkiye’ye özgü koşullarda İslamcılık ve Muhafazakârlık bir araya gelmişti. AKP’nin muhafazakârlığı da haliyle o koşulların sonucuydu.
Bu belki fazlasıyla uzun giriş Fırat Mollaer’in kitabının ne kadar önemli bir konu üzerine olduğunu vurgulamak içindi. Her ne kadar “Muhafazakârlığın İki Yüzü” İslamcılığın muhafazakârlığı sorununa yoğunlaşmasa da. Evet, kitap İslamcılık-Muhafazakârlık ilişkisi üzerine değil. Aslında öyle bir ilişki de yok. Zira çıkış noktaları itibariyle İslamcılık ve Muhafazakârlık birbirinden çok farklı, hatta zıt düşünce akımları. Nasıl mı?
Kitap giriş bölümüne ek olarak her biri üçer bölümden oluşan iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısım bir ideoloji olarak “Muhafazakârlık” ideolojisi üzerine. Üç bölüme ayrılan bu kısım Muhafazakârlık ideolojisine farklı yönlerden yaklaşarak tanıtıyor. Birinci bölüm Muhafazakârlığı daha geniş ideolojiler ve düşünce gelenekleri karşısında konumlandırıyor. İkinci bölüm Muhafazakârlığın toplumsal hayatın düzenlenmesinde insan aklına biçtiği konumu ele alıyor. Üçüncü bölüm ise Muhafazakârlığı sıklıkla kullandığı politik imgeler ve karşı imgeler üzerinden tanıtıyor. Bu çok geniş ve bir o kadar da zengin tartışmaları içeren üç bölümü hakkını vererek özetlemek çok zor. Sadece bir iki önemli noktanın altını çizmek gerek.
Muhafazakârlık modernleşme karşıtı bir duruşa tekabül etmiyor. Daha çok modernleşmenin hızının ne olmasına dair varolan ideolojilerden farklı bir duruş sergiliyor. Şöyle demek daha doğru: Varolan bütün ideolojiler modernleşmenin hızı ne olmalı sorusu ile aslında hemen hemen hiç ilgilenmemiş gibi duruyor. Hatta insan aklına atfedilen “kuruculuk” vasfı gereği, modernleşme mümkünse hemen olmalı, olabildiğince hızlı olmalı. Kuruculuk vasfı ile kastedilen insan aklının siyaset, toplum veya ekonominin en ideal halini kurgulayabileceği ve bunu hayata geçirebileceği…
Muhafazakârlık insan aklına böyle bir kuruculuk vasfı vermiyor. Yani, Muhafazakârlığa göre toplum, siyaset veya ekonomi, salt akıl yürütme ile sıfırdan inşa edilemez, edilmemeli. Binlerce yıllık insan tecrübesinin ürünü olan, varolan’a daha fazla saygı gösterilmeli. Aklın yanında kalp de dinlenmeli. Bir benzetmeyle, modernleşmeye bir mühendis gibi değil, bir bahçıvan gibi yaklaşmalı. Bu ise ancak modernleşmenin aheste gitmesi, yapılması ile mümkün olabilir. Varolan’ı yok ederek değil, kendiliğinden dönüşmesine fırsat vererek mümkün olabilir.
Bu kendiliğinden, tabi akış içinde değişimi savunma, Muhafazakarlığı Liberalizme yaklaştırır. Mesela, Liberalizmin savunduğu serbest piyasa ekonomisinin, ki gizli bir el tarafından yönetilir, kendiliğinden dengeye ulaşıyor olması, Muhafazakârlığın da toplum, ekonomi ve siyaset tahayyülü ile örtüşür.
Fırat Mollaer’in titizlikle gözlemlediği gibi Muhafazakârlığın “değişim” ile alakalı bu duruşuna eklemli başka bir yönü daha vardır. Bu yön de Muhafazakârlığın varolan hiyerarşik yapıları -ki bu yapılar oldukça eşitsiz toplumsal, ekonomik ve siyasal kurum ve pratikleri içerebilir- sorgulamaması, onları da “elbette bir hikmet vardır” yaklaşımı ile benimsemesidir.
Kitabın ikinci kısmı Türk Muhafazakârlığı üzerine… Bu kısmın ilk, kitabın da dördüncü bölümü uzun yıllar sosyal bilimlerde hakim olmuş modernleşme paradigmasını sorguluyor. Özellikle söz konusu paradigmanın ikili karşıtlıklar üzerine kurgulanmasını ele alıyor ki modern-gelenek bu ikili karşıtlıklardan en meşhuru. Bölümün temel iddiası “gelenek”in “modern”in karşıtı olarak kurgulanmaması gerektiği… Yazar aynı iddiayı Türk modernleşmesini tartıştığı alt-bölümde de dile getiriyor.
Kısmın ikinci, kitabın beşinci bölümü ise bu kitap-yorumunun başında değindiğim konu üzerine. İslamcılık, Batıcılık ve Muhafazakârlıkla bu bölümde karşılaştırılıyor. Fırat Mollaer, akademik anlamda belki de en orijinal katkısını da bu bölümle yapıyor. Ve zannettiğimizin tam aksine, varolan’ın eleştirisi ve yeni bir düzen kurulması noktasındaki duruşu itibariyle İslamcılığın Batıcılığa daha yakın olduğunu iddia ediyor.
Muhafazakârlık ve İslamcılık arasında başka gerginlik noktaları da mevcut. Mollaer bunları büyük bir titizlikle not ediyor. Mesela, Muhafazakârlık Türklerin asırlar boyunca geliştirdikleri, bidat veya hurafe dolu İslam’ın korunması gerektiğini iddia edebilecekken, İslamcılık ise bu varolan İslam’a karşı daha saf bir İslam’ı savunuyor.
Ancak Mollaer’in referans aldığı İslamcılık Cumhuriyet-öncesi İslamcılık. Cumhuriyet’le tanışmamış bir İslamcılık. Cumhuriyet-öncesi dönemin İslamcılığı da yaşayan İslam’a karşı acımasızca eleştirel. Bunu görmek için Mehmet Akif’in Safahat’ına göz atmak kafi. Ancak, dediğim gibi, bu eleştirellik Cumhuriyet-öncesinde. Sonrasında İslamcılık muhafazakârlaştı. Cumhuriyet-öncesi dönemde İslam’ın İsrailiyattan arındırılmasını savunan Said Nursi, Cumhuriyet döneminde içtihad kapısını açmanın sakıncalarından bahsedecekti. İslamcılığın Cumhuriyet döneminde geçirdiği dönüşüm muhafazakârlığa kayış mı? Fırat Mollaer keşke bu soruyu da irdeleseydi.
Kitabın son bölümü Baran Dural’ın “Başkaldırı ve Uyum: Türk Muhafazakârlığı ve Nurettin Topçu” isimli kitabının geniş bir eleştirisini yapıyor. Aslında Mollaer’in kitabının insicamını oldukça bozan bir tartışma bu, ancak yine de önemli bir tartışma. Zira Mollaer bu bölümde, Türk modernleşmesi ve Türk Muhafazakârlığı üzerine Türkiye’de akademik çevrelerde bile yaygın olan yanlış anlaşılmaları not etme ve düzeltme fırsatı yakılıyor.
Neticede hâlâ Tanıl Bora’nın bizi bıraktığı yerdeyiz. İslamcılık ve Muhafazakârlığın Türk Sağ’ının farklı halleri olduğu önermesinde…
(1) Tanıl Bora, Türk Sağı’nın Üç Hali, İletişim Yayınları, 1998.
(2) Yasin Aktay, “İslamcılıktaki Muhafazakâr Bakiye,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Muhafazakârlık içinde, İletişim Yayınları, 2003.
Fırat Mollaer, Muhafazakârlığın İki Yüzü, İstanbul: Dergah Yayınları, 2009
Fotoğraf: Mubaris Nendukanni