[voiserPlayer]
Ahmet. Babası Meraki lakaplı Mustafa. Varlıklı bir aileden. Zamanında Üsküdar’da güzel bir konağı ve bağı bahçesi olanlardan. Mustafa 45 yaşlarında. Ancak henüz on altı yaşında iken evlendirilmiş. İki çocuğu olmuş. Oğul Ahmet halihazırda 27 yaşında. Kız Mihriban ise 14. 12 yaşında iken Mustafa ile evlendirilen anne ise genç yaşta ölmüş, Mihriban kundakta iken. Mustafa bir daha da evlenmemiş.
Aileden mi, yoksa kendi tercihi mi? Mustafa alafranga-meşrep bir adam. Hem de birden bire öyle oluvermiş. Üsküdar’da neyi var neyi yoksa, fiyatına bakmadan, haraç mezat satmış ve Tophane’nin Beyoğlu’suna yakın bir mahallede kendine alafranga bir hane yaptırmış. Çocuklarının bakımını yaşı geçkin bir cariyeye bırakmış, evin diğer işlerini ise Rum bir hizmetçiye ve Ermeni bir aşçıya.
Mustafa Meraki çocuklarını da kendi meşrebi üzerine alafranga terbiye ile yetiştirmiş. Felatun rüştiyede tahsilini yapmış. Aynı zamanda Fransız bir hocadan da dersler almış ve nihayetinde bir devlet dairesinde memur olmuş.
Ahmet, varlıklı bir aileden geldiği için ileride devletin daha âli makamlarına yükselmek amacıyla gece gündüz çalışan, sadece kendi dairesinin değil, devletin farklı dairelerinin gördüğü işlerde de bilgisini genişleten memurlardan değildir. Haftada sadece üç saat daireye giden, onu da haftayı nasıl geçirdiğinin hikayelerini anlatarak geçiren bir memur olmuş.
Okumayı biliyordur, yazı yazmayı da. Üstelik Fransızcası da vardır. Artık öğrenecek ne kalmıştır ki şu hayatta? Ancak bu onun iç dünyasındaki düşüncesidir. Etrafa verdiği görüntü, çizdiği resim bu değildir. Ahmet kendine muazzam bir kütüphane kurmuştur. Her yeni kitabı satın alıyor ve kütüphanesine koyuyordur. Ancak kendine has yolla… Satıcılar ilk önce Ahmet için ayırdıkları kitabı Beyoğlu’nda en güzel şekilde ciltletiyorlar, arkasına altın yaldız ile A ve P harfleri basılı halde ona teslim ediyorlardır. A ve P isminin baş harfleridir: Ahmet Platon. Ahmet de aslında lakabı ile daha meşhurdur. Platon’un Türkçedeki haliyle, Felatun’la. Felatun (muhtemelen) bu kitapları okumuyordur, sadece gösteriş için satın alıyordur. Onun için hayat bir gösteridir, okur-yazarlık, entelektüellik gösterisinin sergilendiği bir tiyatro.
Ancak okur-yazarlık, entellektüellik gösterileri Felatun’un esas ilgi alanı değil. Onun gerçek ilgi alanı hovardalık. İlk önce İstanbul’a yeni taşınan İngiliz Ziklas ailesinin Fransız kadın aşçısı ile flörtleşme ve ilişki. Daha sonra ise yine Fransız bir tiyatrocu ile… Ancak ikisi de cezasız kalmaz. İlki yüzünden mezkur ailenin dostluğu ve güvenini kaybeder, ikincisi yüzünden ise bütün servetini. Hatta büyük bir borç batağına saplanır. Aklı başına gelir mi? Belki. Kaymakamlığına atandığı bir Akdeniz adasına gemiye binmeden hasbel kader karşılaştığı şu hayattaki belki en samimi, hatta tek dostu Rakım’a söylediklerinden çıkan mana net değil:
İlk önce, şaka ile karışık: “Bundan sonra alacağım maaştan kendimi besledikten sonra arttıracağım miktarla bin beş yüz lira borcu ödemeye ömrüm kifâyet eder ise belki doksan yaşında iken yine sefâhate vakit bulabilirim.”
Sonra ise şunu der: “Sefâhat ettim, çocukluk ettim. Her haltı ettim. Ama memur olduğum yerde maaşımla kanaat ederek sıdk- u ihlâs ile çalışacağıma emin olmanı rica ederim.”
Rakım ise… Babası o henüz bir yaşında iken vefat etmiş. Orta-alt gelir sınıfından. Mirası da sadece üç odalı bir ev ve Fedai isimli bir Arap cariye. Arkada bıraktığı dul kadın ve cariye hem ev hem yol arkadaşı olmuş, hayatın yükünü birlikte üstlenip Rakım’ı büyütmüşler.
Rakım ilk önce evin olduğu mahalledeki taş mektepte sonra da rüştiyede okumuş. On altı yaşında mezun olup, Hariciye Kaleminde de memur olarak çalışmaya başlamış. Hem de nasıl çalışma, gece gündüz. Anne oğlunun memurluğunu görmüş, ancak kısa bir süre sonra maatteessüf vefat ve Rakım’ı da Fedai’ye terk etmiş.
Rakım mezun olmuş, çalışmaya başlamış, ama kendi kendini eğitmeye de devam etmiş. Her sabah dört saat medreseye devam. Sonrasında Hariciye Kaleminde Fransızcasını takviye. Oradan çıktıktan sonra Hariciye’den bir Ermeni arkadaşına Türkçe ders. Bu ders karşılığında ise arkadaşının Fransızca kitaplarla dolu kütüphanesinde vakit geçirme. Rakım arkadaşına ders vermediği bazı günlerde de arkadaşının evine gitmiş, kütüphanesinde bütün gününü geçirir olmuş.
Rakım bu surette dört yıl devam etmiş, Arapçasını, Farsçasını, Mantık, Hadis, Tefsir ve Fıkıh bilgisini geliştirmiş. Ayrıca Tıp, Kimya, Biyoloji, Coğrafya, Tarih, Hukuk ve Devletler Arası İlişkilere dair de okumalar yapmış, bilgisini genişletmiş.
Rakım’ın Hariciyeden aldığı maaş cüzi bir miktardı. Bu dönemde fedakar dadısı Fedai ev işlerini görmeye devam ettiği gibi para kazanmak için diğer işler yapmaya devam etmiş. Rakım yirmili yaşlarına geldiğinde ise ek kazanç imkanlarını değerlendirmeye başlamış. Fransızcadan tercümeler yapmaya başlamış, gazetelerde köşe yazıları yazmaya. Yabancı dostları arttıkça, onlar için de arzuhalcilik ve tercümanlık yapmış. Bu işler zamanını öylesine doldurmuş ve bin şükür o kadar kazanmış ki Hariciye Kaleminde çalışmayı bırakmış. Kazandıkları ile evini tamir ettirmiş, yeni eşyalarla döşetmiş ve kendine geniş bir kütüphane kurmaya başlamış.
Bu hal devam ede dursun, Rakım bir gün bir sokakta yaşlı bir Çerkese rastlar. Yanında ön dört yaşında bakımsız ve hastalıklı görünümlü bir cariye kızı olan bir Çerkese. Çekip gidemez, yoluna devam edemez. Dadısı Fedai’ye evde yardım etsin, can yoldaşı olsun diye o kızı cariye olarak satın alır. Fedai bu işe fazlasıyla sevinir, kızın adını da Canan koyar.
Canan, yeni evinin sevgi ve ilgi dolu ortamında sağlığını kazanır, serpilir ve gün geçtikçe daha da güzelleşir. Rakım, Canan’a sahip olduğu bir cariye gibi değil, bir kız kardeş gibi yaklaşır. Onun mutlu olması için çabalar. İlk önce Türkçe öğretir. Piyano dersi almasını sağlar. Eve onun için bir de piyano alır ve müteaddit takılar.
Bütün günleri çalışmakla geçen, hovardalıkta da payı olmayan Rakım, bütün kazancını evdeki iki kadına ayırıyordur. Bu halde zamanla Canan’ın sevgisini ve aşkını kazanır, kendisinin de ona karşı sevgisi ve aşkı gelişir. En sonunda Rakım, Canan’la resmi nikahla evlenir, böylece ikisini de kendi evlatları gibi seven dadı Fedai’yi mutluluğa boğar.
Rakım ve Canan arasında gelişen sevgi ve aşkın aştığı ilk engel Yozefino engelidir. Yozefino, Rakım’la bir dost ziyaretinde hasbelkader tanışmış ve ikili dost olmuşlardır. Ancak bu dostluk cinselliği dışlamayan bir dostluktur. Yozefino, Rakım’ın (muhtemelen) ilk cinsellik deneyimini yaşadığı kişidir. Yaşça ondan büyük olması sebebiyle de Rakım’la sadece dost olarak kalmak ister.
Ancak yaş farkından daha önemli başka bir etken daha vardır. Yozefino Canan’ın özel ders aldığı piyano öğretmenidir ve zamanla o da Canan’a karşı derin bir sevgi geliştirmiştir. Rakım ve Canan arasındaki uyumu ilk farkeden, ikisini birbirine yakıştıran ve bu düşüncesini hem Rakım’la hem Canan’la paylaşan, ikiliyi teşvik eden, söze dökemedikleri duygularını onlar adına söze döken, söze dökmelerini teşvik eden odur. İkilinin evlenmesi ve kısa bir süre sonra da çocuklarının olmasına dadı Fedai kadar sevinen de…
Rakım ve Canan arasındaki sevginin ve aşkın aştığı ikinci engel Can engelidir. Can, Felatun’un evlerindeki ahçı ile flörtleştiği, Ziklas ailesinin büyük kızıdır ve kız kardeşi Margrit ile birlikte Rakım’dan özel Türkçe dersi almaktadır. Rakım, bilgisi, ahlakı ve tavırları ile Ziklas ailesinin de saygısını ve sevgisini kazanmış, müdavim dostu olmuştur. Ancak Can’ın Rakım’a olan duyguları bir öğretmene duygulan sevgi ve saygının ötesine geçmiş ve kara bir sevdaya dönüşmüştür. Hatta bir noktadan sonra Can yataklara düşmüş ve doktorunun tavsiyesi ile Rakım ile izdivacının imkanları araştırılmıştır. Ancak Rakım ve Can için artık çok geçtir, zira Rakım, Canan’a olan duygularının çoktan farkındadır. Can da benzer şekilde Rakım’ın ona olan duygularının sadece dostane olduğunun, Canan’a olan sevgi ve aşkının da farkındadır. Kara sevdasını aşması için sadece zamana ihtiyacı vardır. Nitekim bir süre sonra sağlığına tekrar kavuşur ve uzun zamandan beridir kendisi ile evlenmek isteyen dayızadesi ile evlenmeyi kabul eder.
* * *
Ahmet Midhat’ın Felatun Bey ile Rakım Efendi’si 1875 yılı basım. Tabir diğerle Osmanlı’nın son hız inkıraza gittiği ve birçok Osmanlı okuryazarının bu gidişat üzerine kafa yorduğu yıllar. Hemen hemen her meşrep Batı’dan en azından bilim ve teknolojiyi taşımanın gerekliliğine taraftar. “İlim Çin’de bile olsa…” ile izah. Ötesi ana tartışmalardan birisi. Müslümanlık, hatta Türklükten çıkacak kadar Batılılaşmak mı? Yoksa ikisinden de zerre taviz vermemek mi?
Felatun Bey ile Rakım Efendi bu tartışmaya müdahil. Kaçınılmaz olarak ağır politik bir roman. İdeal Rakım figürü ile temsil. Ne o? Bir nebze Batılılaşmak, bir nebze Doğulu kalmak. Sevimsiz olan Felatun figürü ile temsil. Ne o? Yüzeysel Batılılaşmak, Batılılaşmış gibi yapmak. Ancak bunu yaparken Doğulu olarak da kalamamak, Doğu’ya ait Batılıların dahi takdir etmekte olduğu güzellikleri de kaybetmek.
Elbette bunun bir cezası olsa gerektir ve Felatun bu cezayı servetini yitirerek, ağır bir borç yükü altına girerek ve dahi çok sevdiği İstanbul’undan ayrılarak öder. Rakım’ın kamilen ve mükemmelen inşa ettiği Batı-Doğu sentezi ise bu hayatta dahi mükafatını alsa gerektir. Hem Batılıların sevgisi ve saygısı, hatta aşkı… Hem de çok güzel, kendi gibi Batılımsı-Doğulu ile saadet dolu bir izdivaç.
Felatun Bey ile Rakım Efendi ağır politik bir roman. Kusuru politik olması değil. Kusuru bunu apaçık, açıktan yapması.
Ahmet Mithat Efendi, Felatun Bey ile Rakım Efendi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2017.