Hüseyin Yılmaz, Caliphate Redefined: The Mystical Turn in Ottoman Political Thought (Princeton: Princeton University Press, 2018).
[voiserPlayer]
Kitap, Osmanlı siyasi düşünce geleneğinin hem oldukça kapsamlı bir panoramasını sunuyor hem de bu geleneğin İslam tarihindeki kökenleriyle ilişkisini geniş bir kaynak grubu üzerinden irdeliyor. Yılmaz’ın tezi hem genel İslam dünyasında hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda siyaset teorisinin merkezi kavramının ‘hilafet’ olduğu kabulü üzerine kurulu. Yazar, bu kabulden hareketle, hilafet kavramının Abbasi düzeninin çökmesinden sonra özellikle tasavvuf çevrelerinde geniş bir kapsamda yeniden tanımlandığını, Osmanlı düşünürlerinin de bu mirası devralarak Osmanlı hükümdar modelini tasavvuf eğilimli yeni hilafet anlayışına göre inşa ettiklerini iddia ediyor.
Yılmaz’a göre iki hilafet anlayışı arasında iki temel fark var:
- Abbasi döneminde gördüğümüz klasik hilafet, fakihlerin inşa ettiği ve esas olarak İslam hukukuna göre şekillendirdikleri bir kavram. Buna karşın, Abbasi sonrasında şekillenmeye başlayan ve Osmanlı döneminde (özellikle Kanuni Sultan Süleyman dönemi) tam bir siyasal içerik kazanarak kemale eren ikinci anlayış ise tasavvuf erbabı veya tasavvufi meşrep ulema tarafından şekillendirilmiştir.
- Klasik hilafet kavramında dünyevi otorite ile dini (manevi, uhrevi, vs.) otorite birbirinden ayrışmış olup hilafet daha çok dünyevi otoriteyi temsil etmekte, buna karşın dini otorite fakihlerin uhdesinde bulunmaktadır. Oysa tasavvuf eğilimli yeni hilafet anlayışına göre dünyevi ve manevi/dini otorite bir kişide toplanmış bulunmaktadır. Bu anlayış tasavvuf geleneğinde en iyi ‘kutup’ kavramıyla ifade edilirken, siyasi niteliği belirginleşen hareketlerde Mehdi kavramı benzer bir işlevle karşımıza çıkmaktadır.
Yılmaz iki tarz-ı hilafet arasındaki farkı izah etmek için anahtar kavram olarak ‘halife-i Resulullah’ ve ‘halife-i Allah’ terimlerini kullanıyor. Yazar’a göre klasik Abbasi halifeleri ‘halife-i Resulullah’ olarak kabul ediliyorlardı ve bu konumlandırmanın en önemli boyutu halifenin dini konularda otorite sahibi olmayıp fakihlerin uzmanlığına tabi olması idi. Öte yandan, Osmanlı aydınları kendilerinden önceki tasavvuf eğilimli siyasi düşünce geleneğini geliştirerek Osmanlı padişahlarını ‘halife-i Allah’ olarak konumlandırdılar ve böylece onların makamında dini ve dünyevi otoriteyi birleştirerek halifelik kavramını tasavvuftaki ‘kutup’ veya ahir zamanda beklenen Mehdi’ye benzer bir şekilde yeniden tanımladılar. Bu şekilde, klasik hilafet modelinde mevcut olan fakihlerin hükümdar üzerindeki kontrol gücünü de sınırlamış oluyorlardı.