Haziran ayında İsrail’in 12 gün süren İran saldırısı tüm dünyayı bu gelişmeye kilitledi. Aradan geçen zaman, bize kimin ne kazandığını incelememiz için alan açıyor. Bu makalede reel politik anlayış çerçevesinde İsrail’in hangi kazanımları elde ettiğini tartışmak istiyorum.
Son aylarda İran ve İsrail arasında çıkan silahlı çatışma, Orta Doğu’daki güç dengelerini sarstı. 13–24 Haziran 2025 tarihleri arasında yaşanan “12 Gün Savaşı”nda İsrail, İran topraklarına yönelik hava saldırıları başlattı. Bu operasyonlarda üst düzey İranlı komutanlar ve nükleer bilim insanları hedeflendi; İran’ın Natanz, Fordo ve İsfahan gibi nükleer tesisleri, ayrıca hava savunma radarları vuruldu. Uzmanlar, İsrail’in kısa sürede hava üstünlüğü sağladığını ve İran’ın komuta-kontrol yapısını ciddi ölçüde hedef alabildiğini belirtiyor.
İsrail’in entegre hava savunma sistemleri (Demir Kubbe, David’in Sapanı, Arrow vb.), Amerikan destekli THAAD bataryalarıyla birlikte atılan 500’den fazla İran füzesi ve binlerce İHA’yı yaklaşık yüzde 90 başarı oranıyla vurdu. Bu çok katmanlı savunma ve hızlı elektronik harp yetenekleri sayesinde İsrail hava sahası büyük ölçüde korundu, İran saldırılarının çoğu engellendi ve sivil kayıplar sınırlı kaldı. Hatta savaş boyunca İsrail, bir süre İran hava sahasının kontrolünü elde ettiğini bildirdi.
Askeri Üstünlük ve Operasyonel Başarılar
İsrail güçleri, çok boyutlu bir savaş planıyla hızlı zaferler elde etti. Başlangıçta düzenlenen sürpriz hava saldırılarıyla, İran’ın hava savunma radarları ve komuta noktaları devre dışı bırakıldı. Bu sayede İsrail Hava Kuvvetleri, İran içlerine derin operasyonlar yapabildi. Operasyonların istihbarat bilgileriyle uyumlu yürütülmesi de dikkat çekiciydi: İnsansız hava araçları ve siber operasyonlarla İran’ın elektronik savunma ve iletişim hatları sabote edildi. Sonuçta, çatışmanın ilk saatlerinde İran Genelkurmay Başkanı dâhil üst düzey komutanlar vuruldu ve İran’ın nükleer programı için kritik altyapılara zarar verildi.
Savunma tarafında ise İsrail entegre hava savunması ve siber korumasıyla öne çıktı. İran’ın fırlattığı yüzlerce balistik füze ve insansız hava aracının büyük kısmı Demir Kubbe, David’in Sapanı ve Arrow sistemleri tarafından geri püskürtüldü. Bu başarılı müdafaa, sivil bölgelerin büyük ölçüde korunmasını sağladı. Bir analiz, İran’ın saldırılarında İsrail’de sadece 28 kişinin yaşamını yitirdiğini ve 3.000’den fazla kişinin yaralandığını not ediyor; ölenlerin neredeyse tamamı sivildi. Bu rakamlar, İsrail’de etkili erken uyarı sistemleri ve halkın sivil savunmaya uyumunun önemini gösteriyor.
Ayrıca, İsrail’in caydırıcılığını güçlendiren bu askeri başarılar, ülke içinde de moral sağladı. Başbakan Netanyahu, savaşı, İsrail’in “dünya büyükleri arasına çıktığı bir an” olarak nitelendirdi. Öte yandan askeri analizciler, İsrail’in başarısının esasen kendi bölgesel savunma doktrinine dayandığını vurguluyor; Batı yanlısı bir süper güç değil, “kendisini savunma” amacıyla kurgulanmış bir askerî güç olduğunu hatırlatıyorlar. Bu sonuçlarla, İsrail’in askeri gücü ve operasyonel yeteneği bölgedeki en üst seviyelere ulaştı ve İran’ın birçok caydırıcı altyapısı geçici de olsa devre dışı kaldı.
Bölgesel Güç Dengelerine Etkisi
Savaş, Orta Doğu’da uzun süredir devam eden ittifakları ve dengeyi değiştirdi. İsrail, Gazze ve Lübnan gibi cephelerde İran destekli gruplara karşı daha önceden elde ettiği başarıları bu çatışmada da sürdürdü. Hamas’a karşı 2023’te başlayan harekât ve Suriye iç savaşındaki manevralar, İsrail’in Saddam Hüseyin sonrası bölgede nüfuzunu artırdı. Bu eğilimlere paralel olarak, Haziran 2025’te yapılan saldırılar İran’ın bölgesel gücünü sarsmayı hedefledi. Financial Times değerlendirmesine göre İsrail, “Hizbullah’ı dize getirdi ve Tahran’ın bölgesel vekâlet ağını adeta felç etti.” Sahadaki bulgular da bu yorumu destekliyor: İsrail, Filistin ve Lübnan’daki silahlı grupları zayıflatarak, İran’ın Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’deki nüfuz üslerini hedefine almış oldu.
Böylece İsrail, kendisini doğrudan tehdit eden grupları büyük oranda köşeye sıkıştırdı. Uzmanlar, İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a yönelik hamlelerini “bölgedeki güç dengesini değiştiren” gelişmeler olarak değerlendiriyor. Diğer yandan, İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan’daki müttefik ağları ağır darbe aldı, ancak bu gruplar tamamen yok edilemedi. İsrail istihbaratına göre Hizbullah’ın füze kapasitesi hâlâ büyük ölçüde yerinde duruyor. Yani İran’ın bölgesel nüfuzu geçici olarak zayıflasa da, uzun vadede kalıcı bir çözüm gerektiren gerilimli bir durum oluştu. Bölgede Rusya ve Çin sessiz kalırken, ABD ve İsrail’in başını çektiği koalisyon, İran etkisini caydırma mesajı verdi. Ancak analistler, bu sert müdahalenin yeni aktörleri sahaya çekme riskini de vurguluyor; yani operasyonlar, bir bakıma İran’ın etkisizleşmesini sağlarken yeni gerilim alanları yaratma potansiyeli barındırıyor.
Diplomatik Kazanımlar (ABD, Körfez, Avrupa)
Çatışma sürecinde İsrail, güçlü müttefiklerinden destek görerek diplomatik cephesini de güçlendirdi. Öncelikle ABD, İsrail’i yalnız bırakmadı, aksine doğrudan harekâtın içine dâhil oldu. ABD bombardıman uçakları, Haziran 2025’te İran’ın Natanz, Fordo ve İsfahan nükleer tesislerini vurdu. Bu adım, İsrail’in İran nükleer programını durdurma hedefinde en güçlü hamlelerden biriydi.
Amerikan yönetimi, İran saldırıları karşısında İsrail’in yanında durduğunu net biçimde gösterdi; Amerikan füzeleri İsrail hava sahasını da savunurken, ABD’nin Ortadoğu’daki çeşitli füze savunma bataryaları İsrail topraklarına yerleştirildi. Böylece İsrail, en az kayıpla çatışmayı yürütebilme imkanına kavuştu. Pentagon eski görevlisi Heather Williams, İsrail’in bu savaşı yapmakta “İran’a zaman daralırken” geri adım atmaması nedeniyle doğru zaman olarak gördüğünü belirtti. ABD’nin aktif desteği de bu kararı güçlendirdi.
Körfez bölgesi ülkeleri ise çatışmada aleni bir taraf tutmasa da sürece dikkat kesildi. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, bölgesel istikrar adına ihtiyatlı açıklamalar yaptı ancak İran tehdidine karşı İsrail’in güvenlik endişesini dolaylı yoldan paylaştı. Örneğin, Trump’ın ilk döneminde yapılan normalleşme anlaşmaları (Abraham Anlaşmaları) sayesinde Körfez bölgesinde İsrail’in meşruiyeti artmıştı, yeni dönemde de bu ilişkiler sürdürülmeye devam edildi. Körfez liderlerinin çatışma sonrası açıklamalarında, İran tehdidine karşı birlikte hareket edebileceklerini ima eden tonlar görüldü. Uzman F. Gregory Gause’e göre Körfez ülkeleri, savaşın ardından devasa ordu bütçeleri harcamalarına rağmen sahadaki etkinliklerinin sınırlı olduğunu gördü. Diğer bir ifadeyle, İsrail’in güç projeksiyonu Körfez’deki politikacıları ABD eksenli bir koordinasyon yapmaya zorluyor.
Avrupa cephesinden ise farklı bir tablo ortaya çıktı. İsrail’in Gazze’deki savaş nedeniyle eleştirildiği dönemde, İran savaşıyla ilgili ağız birliği sağlandı. İngiltere, Almanya ve Fransa liderleri, İran’ın nükleer silah elde etme çabalarına karşı çıkma konusunda İsrail ile aynı safta durduklarını vurguladı. Bu üç ülke, İsrail’in kendini savunma hakkının yanında İran’ın nükleer programının engellenmesinin önemine değindiler. Özellikle Uluslararası Atom Enerji Ajansı raporları İran’ın hızlanan zenginleştirmesine dikkat çektikçe, Avrupa devletleri İsrail’in bu konudaki taleplerini destekler hâle geldi. Böylece İsrail, geleneksel müttefiklerinden temel güvenlik çıkarları konusunda destek alarak diplomatik bir üstünlük yakaladı. Özetle, çatışma sırasında İsrail, ABD ve Avrupa’nın stratejik önemini bir kez daha teyit etmiş, Körfez ile ilişkilerini sürdürerek bölgesel diplomasi trafiğine dahil olma zeminini güçlenmiştir.
Sınırlamalar, Riskler ve Olası Geri Tepmeler
Her ne kadar İsrail bu çatışmada birçok hedefe ulaşsa da kazançları sınırsız değil. Stratejik olarak İran’ın bölgede güç gösterebileceği potansiyelini tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmadı. ABD’nin nükleer tesisleri vurmasından sonra bile uzmanlar, İran’ın uranyum stoklarının hâlâ büyük ölçüde sağlam olduğunu belirtiyor. Nitekim bir ABD istihbarat raporu da İran’ın nükleer kapasitesinin sadece kısmen zarar gördüğünü öne sürdü.
Ek olarak, İran’a yakın duran gruplar tam anlamıyla yok edilemedi. Savaş sonrası açıklamalar, Irak’taki Şii milislerin ve Yemen’deki Husiler’in hâlâ İsrail’e yönelik tehdit oluşturabildiğini gösteriyor. İran, doğrudan saldırı gücü gerilese de hâlâ elindeki binlerce balistik füze, insansız araç ve siber saldırı kabiliyetiyle cevap verebilir; analistler “İran’ın güçlü asimetrik araçları”nın hâlâ aktif olduğunu hatırlatıyor.
Bunların ötesinde, İsrail’in agresif politikası diplomatik bedeller de doğurdu. Gerçi otoriter Arap rejimleri, İsrail’in sivillerin yoğun olarak bulunduğu yerleri hedef almasına kulak tıkadı ve Arap dünyasından İran’ın vurulmasına karşı ciddi tepkiler gelmedi. Hatta Katar’daki Amerikan üssünün vurulması sonrası bazı Körfez yönetimleri, ABD’nin tepkisiz kalmasından duydukları rahatsızlığı gizlemedi.
Öte yandan uluslararası kamuoyu, özellikle Gazze’deki sivil ölümler üzerinden İsrail’e karşı sert görüşler geliştirdi. Bloomberg’in analizine göre İsrail, “kazanmasına karşın yalnız bir galip” olarak kaldı. Birçok ülke, İsrail’in Gazze politikaları yüzünden İran ile savaşı sırasında da itibarını sorgulamaya başladı. Bu durum, İsrail’in gelecek savaşlarda sadece askeri değil diplomatik yalıtılmışlıkla da mücadele etmesi gerektiğini gösteriyor.
Sonuç olarak, İsrail bu çatışmadan çok yönlü kazançlarla çıktı. Operasyonel olarak teknolojik üstünlük ve ittifak desteği sağlanırken İran’ın cephane ve komuta merkezleri vuruldu. Orta Doğu’da gücünü pekiştirdi. Gazze ve Lübnan sahalarında önemli avantajlar elde etti. Ancak bu başarıların bedeli de büyük oldu. Savaş, Türkiye gibi bazı bölge aktörlerinin tepkisini çekti, uluslararası arenada soru işaretleri doğurdu. Uzmanlar, “İran’ın hâlâ tepki verebileceği” uyarısını yineliyor. Dolayısıyla İsrail, kısa dönemde caydırıcılığını artırmış görünse de uzun vadede ihmal edilmemesi gereken ciddi stratejik risklerle karşı karşıya.