Ekonomik ve toplumsal süreçlerde rasyonalite, karar alıcı aktörlerin kendi çıkarlarını maksimize edecek, toplumsal faydayı artıracak ve uzun vadede sürdürülebilir sonuçlar doğuracak tercihlerde bulunmasını ifade eder. Rasyonel bir işleyişte kurumlar, bireylerin haklarını koruyarak adil ve verimli bir piyasa düzeni yaratmaya hizmet ederler. Ekonomide bu kurumlardan olan sendikaların varlık nedeni de bu bağlamda değerlendirildiğinde, çalışan ve işveren arasındaki yapısal güç dengesizliğini azaltmak ve toplumsal düzeyde daha adil bir dağılım mekanizması yaratmak üzerine kuruludur. Nitekim çalışan kesimin tek başına sahip olduğu sınırlı pazarlık gücü, kolektif örgütlenme yoluyla artırılır; bu sayede hem ekonomik hakların korunması hem de çalışma barışının tesis edilmesi mümkün hale gelir.
Sarı Boyalı Binadan Sararan Yüzlere
Ne var ki, çalışma hayatının temel aktörlerinden biri olan sendikaların tarihsel misyonlarından saparak “sarı sendikacılık” biçiminde tezahür eden irrasyonel bir görünüm sergilediği görülür zaman zaman… Sarı sendikalar, görünüşte çalışanların çıkarlarını temsil etse de pratikte işverenlerin veya siyasal iktidarların çıkarlarını önceleyen bir işleyiş geliştirir ve bu durum emek-sermaye dengesi açısından irrasyonel sonuçlar doğurur. Bu durum kısa vadede işverenlere maliyet avantajı yaratsa da uzun vadede çalışanların hak kaybına, toplu pazarlık gücünün erozyonuna ve sendikalara duyulan güvenin zedelenmesine yol açar.
Ancak sarı sendikaların makroekonomideki uzun vadeli sonuçları bunlarla sınırlı değildir. Piyasa etkinliğini bozucu rollerinden ötürü, sarı sendikaların faaliyetleri, yalnızca çalışanların refahını değil, toplumsal düzeyde verimlilik ve adalet dengesini de bozan irrasyonel bir pratik üreterek, sürdürülebilir ekonomik büyümenin, kalkınma ve refahın da kaybedilmesine yol açarlar.
İrrasyonalitenin ise burada iki düzeyde kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. İlk olarak, bireysel düzeyde çalışanların örgütlenme özgürlüğü sınırlanır ve kolektif eylem kapasitesi zayıflatılır. Bu, çalışanların rasyonel olarak haklarını koruyacak bir mekanizmaya ulaşmalarını engelleyerek piyasa içinde güçsüzleşmelerine yol açar. İkinci olarak, kurumsal düzeyde sendikaların meşruiyeti sorgulanır hale gelir, bu da kurumların demokratik işleyişine zarar verir. Çünkü sendikalar, yalnızca ekonomik çıkar örgütleri değil, aynı zamanda demokratik toplumların temel kurumsal bileşenleridir. Sarı sendikaların varlığı, rasyonel bir toplumsal düzenin gerektirdiği şeffaflık, temsil ve adalet ilkelerini zayıflatarak irrasyonel bir kurumsal işleyiş üretir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün normatif düzenlemeleri ve birçok ülkenin sendikal mevzuatı, sendikal bağımsızlığın korunmasını ve çalışanların özgür iradesiyle örgütlenmesini rasyonel bir gereklilik olarak tanımlar. Ancak pratikte sarı sendikaların varlığı, hukuki normlarla uygulama arasında çelişkiler yarattığından; söz konusu irrasyonalite, kurumsal ve yapısal bir boyut kazanır. Buradaki en büyük ironinin kaynağı, bu irrasyonaliteyi yaratan ve sarı sendikaların toplu sözleşme süreçlerinde ürettikleri başarısız sonuçlardan en fazla zararı görerek yüzleri sararan sendikalılardır. Zira pratikte üye olarak nicel bir destek sundukları bu kurumsal yapı, tüm faaliyetleri ile üyeleri ve potansiyel üyelerine zarar veren sonuçlar doğmasına hizmet eder.
Çözüm: Farklı Renkler
Sonuç itibarıyla, sendikaların varlık nedeni rasyonel bir düzenin inşasına katkı sunmak iken, sarı sendikaların faaliyetleri bu düzeni irrasyonel bir biçimde bozuyor ve kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli toplumsal faydadan vazgeçilmesine yol açıyor. Bu nedenle, irrasyonaliteye karşı rasyonel bir sendikal düzenin korunması, yalnızca işçi hakları açısından değil, toplumsal adaletin, demokratik işleyişin ve sürdürülebilir ekonomik gelişmenin de zorunlu bir koşulu olarak görülmeli.
Bu noktada önemli bir soru, sarı sendikalardan kaçınmanın ve sendikal hareketin asli işlevine yeniden kavuşturulmasının nasıl mümkün olabileceği aslında. Öncelikle sendikaların bağımsızlık ilkesinin güvence altına alınması gerekiyor. İşverenlerin ya da siyasi otoritelerin doğrudan veya dolaylı etkisi altında bulunan sendikaların, gerçek anlamda çalışan kesimi temsil etmesi mümkün değil. Bu nedenle sendikaların mali kaynaklarının şeffaflığı, yönetim kadrolarının demokratik seçimlerle belirlenmesi ve üyelerin karar süreçlerine etkin katılımı, sarı sendikacılığa karşı en güçlü önleyici mekanizmalar arasında sayılabilir. Ayrıca çalışanların sendikal bilinç ve örgütlenme kültürünü güçlendirecek eğitim programları, sarı sendikaların cazibesini azaltarak gerçek sendikal yapıları teşvik edebilir.
Sorun Bir Tane Değil
Bir kez daha vurgulamak gerekir ki makroekonomik açıdan bakıldığında sarı sendikaların varlığı, yalnızca üyelerine zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda ülke ekonomisinin genel durumunu da olumsuz etkiler. Gerçek sendikal temsilin olmadığı bir ortamda ücretler baskılanır, iş güvencesi zayıflar ve gelir dağılımı daha da bozulur. Bu durum, uzun vadede toplam talebin zayıflamasına, iç pazarda daralmaya ve ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesine yol açar.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumsal huzursuzlukları artırarak ekonomik istikrarı da tehdit eder. Dahası, sendikalara duyulan güvenin aşınması, kurumsal yapının bütününde güven kaybına neden olur ki bu da hem yerli hem de yabancı yatırımcıların beklentilerini olumsuz etkileyerek finansal piyasalar üzerinde baskı yaratır.
Dolayısıyla sarı sendikacılıktan kaçınmak, yalnızca çalışan haklarının korunması için değil, aynı zamanda makroekonomik istikrarın ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için de kritik bir önem taşıyor. Rasyonel bir sendikal düzen, emeğin toplumsal refah içindeki payını koruyarak iç talebi canlı tutar, üretkenliği teşvik eder ve sosyal barışı güçlendirir. Bu bakımdan, sarı sendikalara karşı alınacak önlemler yalnızca sendikal hareketin değil, bütün bir ekonominin rasyonel işleyişi açısından stratejik bir gerekliliktir. Özetle, zaten bütün derdimiz bu rasyonellik meselesi ile değil mi?
Fotoğraf: https://unsplash.com/@helloimnik