[voiserPlayer]
Brian De Palma’nın yönettiği 1993 yapımı Carlito’nun Yolu filminde Al Pacino, tüm suçları geride bırakıp Bahamalar’da bir iş kurarak hayatına daha dürüst devam etmek isteyen Carlito Brigante’yi canlandırır. Ancak eski hayatındaki karanlık ilişkiler Carlito’yu bir türlü rahat bırakmaz.
Elbette hayatınızın bir döneminde karanlık tarafa geçmişseniz, oradaki ilişki biçimleriyle kazanmış ve kazandırmışsanız, akabinde aydınlık tarafa pirüpak geçmek pek de kolay değildir. Tortular bir süre arkanızdan kovalar. Ancak filmin kırılma noktasında Carlito bir seçim yapar. Bu seçim de onu kaçınılmaz sona götürür. Bu onun yoludur. Sonuçlarına da katlanır.
İmamoğlu, değişimin bayraktarlığını yapma iddiası ve çıkışının ardından 15.08.2023 tarihli şeklen görkemli, içerik olarak bulmacayı andıran açıklamasında yolunu çizdi. Üstelik bu yol ziyadesiyle muğlak. Hem her yere çıkabilecekmiş izlenimini veriyor, hem de muhtemel bir çıkmaz sokağı tarif ediyor.
İmamoğlu, kaybedilen Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra çektiği videolarla ve basın açıklamalarıyla siyaset tarzının değişmesi ve siyasetçilerin sorumluluk almaları gerektiğini söylemişti. Bunu da zaman zaman bir manifesto tarzında yapmış, toplumun değişim istediğinin altını çizmiş, sanki siyaset zeminini parti dışına çıkarıyormuş gibi bir izlenim vermişti. İmamoğlu’nun siyasi bir aktör olarak yaptıkları düşünüldüğünde bu çıkış yadırgatıcı değildi. Yadırgatıcı olan sorasındaki yalpalamalarıydı.
Sürekli kazanmak isteyen hırslı ve iddialı bir siyasetçi İmamoğlu. Kabul etmek gerekir ki bu özellikleri sayesinde çok çabuk parladı ve siyaseten önemli bir aktör oldu. Dolayısıyla kendi vasatının üzerinde bir çıkış yaptığında insanlar bunun bir sonuca bağlanmasını haklı olarak bekliyorlar. Hele ki seçim sonrası oluşan büyük hayal kırıklığı atmosferinde.
İmamoğlu, iddiası ölçüsünde bir cesaret ortaya koyamıyor ve henüz siyasi kariyerinin başında risk almak istemiyor. Ancak kanımca asıl kendisine çizdiği bu yolla büyük bir risk almış durumda. Zira en güçlü olduğu yerden, halk nezdindeki prestijinden kaybetmeye başladı.
İmamoğlu’nun seçimden sonra yaptığını, bütün tuşlara aynı anda basmaya çalışan bir piyaniste benzetebiliriz. En tepeyi istiyor, ancak bunu isterken elindeki kozları da kaybetmeme derdinde. CHP Genel Başkanlığını arzuluyor ama erken öten bir horoz konumuna düşmemek için bazen aynı cümle içinde iki farklı argümanı savunabiliyor.
Fazla ileri gidersem İstanbul’u kaybederim diye korkuyor. Çünkü İstanbul’u yönetmek önemli bir politik figür olmak demek, ancak ileri gitmeden siyasi hayallerine kavuşamayacağının da farkında. Kısacası İmamoğlu tipik bir siyasetçi gibi halk için sahaya çıktığını söylese de henüz halk için oynamıyor. Daha doğrusu geniş kitlelerin siyasette yaratacağı potansiyelin yeterince farkında değil.
Bunun için belki de onu suçlamamalıyız. Zira uzun bir süredir siyaset, Türkiye’de halk için değil halka rağmen yapılmakta. Siyasi figürler tabandan değil, tepeden verilen kararlarla yaratılmakta. Oysa İmamoğlu’nun bizzat kendisi halk nezdinde uzun bir süredir görülmeyen bir teveccühe sahip. Bundan sonraki siyasi kararlarıyla bu teveccühün kaynağının konjonktür mü yoksa kendisi mi olduğunu gösterecek. Üstelik değişen seçim sistemi, belki de daha önce olmadığı kadar tabandan gelebilecek bir harekete izin vermekte.
İmamoğlu’nun son yaptığı açıklama kendisine biçtiği yolu açıkça ortaya koydu. Oyunu CHP üstünden oynamaya karar verdi, daha doğrusu parti içindeki kliklerle pazarlık yapma kararı aldı. Oysa yaptığı gezilerle ve demeçleriyle halkı arkasına alma niyetindeymiş gibi göründüğü halde bir noktada buna cesaret edemedi. Hâlbuki CHP içindeki kimi kliklerin kendisine yaklaşma çabalarını doğru okuyabilse gerçek potansiyelinin farkına varabilirdi.
Kılıçdaroğlu’nun kaybedebileceğini gören kimi kadrolu milletvekilleri hızla en güçlü adayın yanına yaklaşmışlardı. Ancak aday, çıkacağı yolda parti içinden garanti istiyordu; muhtemelen kadrolu milletvekilleri de ondan birtakım güvenceler. Böylesi bir ortamda neyin değişeceği ise elbette bir muamma. Sadece genel başkanın değişmesi, arzulanan değişim için yeterli mi?
Anlaşılan o ki İmamoğlu kurultayda mevcut delege yapısıyla şansı olmadığını gördü. Kanımca görmediği ise parti içinden hareket ettiğinde zaten şansının çok düşük olacağı. Seçim sonrası büyük hayal kırıklığı yaşayan geniş kitlelerle siyaset yapma yoluna gitseydi sadece halkı değil, dolayısıyla o çok istediği partiyi de kazanabilecek bir siyasi hareketi ve değişimi başlatması kuvvetle muhtemeldi.
Carlito’nun Yolu filminde Al Pacino yeni bir hayatı eski yöntemlerle elde etmeye çalışmıştı. Hâlbuki daha kolay seçimlerle bunu yapabilirdi. Ekrem İmamoğlu da değişimi parti içinden başlatma kararı aldı. Oysa hepimiz biliyoruz ki mevcut siyasi partiler yasasıyla parti içinden bir değişim pek mümkün görünmüyor. Bunu ancak karizmatik bir lider kamuoyu baskısıyla yapabilir. İmamoğlu’nun henüz o lider olmadığını göstermesi ise seçim sonrası küskün ve bıkkın kitlelerin canını daha da sıkmakta.
Görünen o ki İmamoğlu bir süre daha mevcut genel başkanının inisiyatifi altında hareket edecek. Oysa tarih bize defalarca göstermiştir ki kendi genel başkanlarının korunaklı kanatları altında hareket eden parlak siyasetçiler, bir süre sonra o kanatların pek de öyle korunaklı olmadığını anlarlar; daha doğrusu o kanatların kendilerini korumak için açılmadığını.