[voiserPlayer]
Türkiye’de gündem o kadar hızlı değişiyor ki daha bir konunun üzerine gidip, altını üstünü deşip, derinlemesine bir analiz yapmaya vakit bulamadan, bambaşka bir konuya savrulmak durumunda kalıyoruz.
Ancak 2022’nin son haftalarına doğru giderken bu yıldan hafızalarımızda kalacak iki fotoğraf üzerine eğilmek gerek diye düşünüyorum.
Bu iki fotoğraf karesi Türkiye’nin uluslararası siyasette nerede durduğu, başkalarının da Türkiye’nin nerede durduğuna dair bakışı hakkında tedirgin edici mesajlar veriyor.
Birinci kareyi çokça konuştuk, daha doğrusu özellikle iktidar yanlısı basının da verdiği “coşkuyla” gündemin ön sıralarında yer aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Asya’nın en namlı diktatörleri, otokratlarıyla poz vermesi iktidar yanlılarında çoşkuyla karşılanırken, demokrat kanatta ise hoşnutsuzluk yarattı.
Aslında Türkiye, kamuoyunda bilinen adıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’nün gözlemci üyesi bile değil; onun da altında yer alan bir statüye sahip: diyalog ortağı. Buna rağmen ev sahibi Özbekistan’ın davetini “kıramayan” Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Eylül’deki ŞİT (Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu talimat vermiş, örgüt yerine teşkilat kullanılacakmış!) zirve toplantısına neredeyse koşar adım gitti.
Otokratlarla Omuz Omuza Aynı Karede
Aile fotoğrafında, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Rusya lideri Vladimir Putin, onun bir dediğini iki etmeyen ve en az onun kadar demir yumrukla ülkesini yöneten Belarus devlet başkanı Lukaşenko gibi dünyaca tanınan otokratların yanı sıra, Orta Asya’nın daha az tanınan diktatörleri, demokrasi endeksinde yerleri süpüren Pakistan ve İran liderleri de yer aldı. Normalde Hindistan liderinin ayrık otu gibi kalması beklenirdi, ama ülkesini dünyanın en büyük demokrasisi tanımından çıkarıp, dünyanın en büyük “seçimli etnokrasisi”ne (electoral ethrocracy)[1] dönüştüren Narendra Modi de grubun ahengini bozmadı.
Türkiye’nin cumhurbaşkanı düzeyinde katılımında bana göre en sıkıntılı konu, ülkenin demokrasi karşıtı bir cephede yer alıyor görüntüsü vermesi ise bir diğeri de zirvenin yapıldığı uluslararası konjonktürdü. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdığı bir dönemde Putin’in dünya sahnesinde yer alıp gövde gösterisinde bulunduğu bir platformda Erdoğan’ın yer alması, Ankara’nın Moskova-Kiev dengesinde verdiği kafa karıştırıcı sinyallere bir yenisini daha ekledi.
Ancak, Çin ve Hindistan’ın zirvede Rusya’ya aradığı desteği tam vermemesi hatta uyarıcı mesajlar iletmesi, bu durumu bir nebze olsun hafifletti.
Çin ve Hindistan’la Diyaloğu Kolaylaştıran Platform
Öte yandan Türkiye’nin, Çin ve Hindistan gibi önümüzdeki dönemde uluslararası ilişkilerde ağırlığını çok daha fazla hissettirecek ülkelerle aynı platformda bir araya gelme imkanı bulmasını da hafife almamak gerek. Erdoğan’ın, Uygur meselesi nedeniyle mesafeli duran Çin, Pakistan’la yakınlıktan dolayı da tepkili olan Hindistan liderleriyle ikili görüşme fırsatı yakalamış olması, bu ülkelerle diyaloğun sürdürülmesi açısından da önemliydi.
Semerkant Karesiyle Prag Karesi Ne Kadar Uyumlu?
Ancak zirveye diyalog ortağı sıfatıyla lider düzeyinde katılmak bir şey, tam üye olmak başka bir şey. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın prematüre olarak ve ima yoluyla dolaylı olarak gündeme getirdiği üyelik gibi bir konumlanma, yine Türkiye’nin uluslararası politikada yerine dair kafaları bulandırdı.
Bir kafa bulandıran durum da Erdoğan’ın 6 Ekim’de Prag’da düzenlenen Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesine katılma konusunda gösterdiği tereddüt oldu. Zirvenin Rus karşıtı bir toplantıya dönüşmesinden endişe eden Erdoğan, son anda katılma kararı alıp, Prag’daki aile fotoğrafı karesine girdi. Ve pek çok Avrupa’lı da Semerkant fotoğrafıyla Prag’daki fotoğrafın birbiriyle ne kadar uyumlu olduğunu sorguladı.
Türkiye doğru zamanlama ile doğru mesajları verebilse bu sorgulama yapılmayabilirdi.
Aslında ait olduğu yerin demokratik ülkeler grubu olduğu mesajını kuşkuya yer vermeyecek şekilde dile getirse, geri kalan güçlerle de ilişkilerini geliştirmesinin demokratik ülkeler grubundaki konumu pahasına olmayacağı konusunda da güven telkin etse, o zaman o sıkça sözü edilen “çok yönlü dış politika” daha anlaşılır olabilirdi.
Ancak özellikle Batılı demokrasilerin gözünde Türkiye eşittir Erdoğan rejimi olunca ve mevcut rejim de demokrasiden uzaklaştıkça, Türkiye’nin konumlanmasına dair sağlıksız bir bakış açısı da kök salmaya başlıyor.
İkinci Kritik Karede Türkiye Yok
İşte buradan başta bahsettiğim ikinci kritik kareye gelmek istiyorum. Bu ikinci kare Bali’den geldi.
15-16 Kasım tarihlerinde Endonezya’nın Bali adasında yapılan G20 zirvesine, Polonya’ya düşen füze damgasını vurdu. Zirvenin son gününe denk gelen olay NATO’da alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Zira Rusya’dan geldiğinin netleşmesi durumunda İttifak’ın yanıt vermesini gerektiren bir durum oluşacaktı.
Biden Bali’de bir kriz masası kurdu ve tüm haber ajansları ABD başkanının “G7 ve Nato liderlerini” toplantıya çağırdığını duyurdu. Nitekim kriz masasına baktığımızda G7 dışında Avrupa Komisyonu ile Avrupa Konseyi başkanları ve G7 üyesi olmayan ama NATO üyesi olan Hollanda ve İspanya liderleri de vardı.
NATO üyesi Türkiye ise yoktu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basın toplantısında bir Fransız gazeteci, Türkiye’nin neden toplantıda olmadığını sordu. Soru “neden davet edilmediği” değil neden toplantıda olmadığı ifadesiyle yöneltildi. Yanıta geçmeden önce Erdoğan’ın Polonya’ya düşen füze hakkında söylediklerini hatırlamakta fayda var.
Rusya Yanlısı Söylem Kullanan Erdoğan Ayrı Telden Çalıyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan basın toplantısının başında Rusya’nın, düşen füzenin kendisine ait olmadığı yönündeki açıklamasına itibar ettiğini söyledi. Toplantının bir başka yerinde de “Rus yapımı olmadığını söylemiş. Temennim o ki ısrarla Rus yapımı diye üstüne gidilmez, burada tahrik metodunu kullanmak doğru olmaz.”
Ve Erdoğan akabinde yine sözü Türkiye’nin Rusya ile Ukrayna’yı barış masasına getirme girişimlerine getirdi.
Yani Erdoğan şunu söylemeye çalıştı: “Rusya ile Ukrayna’nın bir an önce barış masasına oturması lazım. İkisini barış masasından uzaklaştıracak meseleleri büyütmemek gerek. Polonya’ya düşen füze madem Rus yapımı değil, o zaman meselenin üstüne gidip ortamı germeye gerek yok.”
Aslında, ABD de konuya başından itibaren itidalle yaklaşıp hatta Rusya’nın da takdirini kazanmıştı. Ancak özellikle Avrupa’da yaşanan panik havasını da dikkate alarak yine de bir “kriz toplantısı” yapma ihtiyacı duyuldu.
Gelelim Türkiye’nin neden toplantıda olmadığına dair sorulan soruya Erdoğan’ın verdiği yanıta:
“Altı ülke biraraya gelmiş. Diğer 20 ülkeyi niye sormuyorsun. Arama imkanları olmamış olabilir. Biden da Rus yapımı değil dedi. Çok da önemli değil. Bizi önemli işlere davet ediyorlar. Önemsiz olanlara da gitmemize gerek yok.”
Toplantıda sadece altı ülke vardı şeklindeki maddi hatayı bir tarafa bırakalım. Ama neden acaba “arama imkanları olmamış olabilir” dedi. Üstelik doğrudan “beni davet etmediler” demiyor.
Türkiye’nin Kriz Masasında Olmaması Normal Değil
Rusya nükleer silah kullanırsa NATO nasıl karşılık verecek gibi tartışmaların sürdüğü bir ortamda, Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana ilk kez askeri anlamda Rusya ile NATO’nun karşı karşıya gelebileceği sıcak bir gelişme yaşanırken; yani böylesine önemli bir konjonktürde G7 ve NATO ülkelerinin biraraya geldiği toplantıda Türkiye’nin yokluğu, üzerinde çok daha fazla durulmayı hak ediyor.
Kanımca muhalefet partileri de konuya çok yüzeysel yaklaşıp, Erdoğan’ı hedef alıp kısa yoldan puan kazanmanın derdine düştüler.
Her şeyden önce gerek Türk gerekse yabancı basın mensuplarının ABD yönetimine “Türkiye’nin neden çağrılmadığı”na dair bir soru yönelttiklerine rastlamadım.
Rusya’ya belki de NATO üzerinden verilebilecek bir tepkinin ele alındığı bir toplantıda, Japonya’nın olup da, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip bir ülkenin olmaması nasıl normal kaşılanabilir ki?
Maalesef ABD yönetiminden, ABD’nin Ankara büyükelçiliği basın ofisi aracılığıyla, ayrıca twitter üzerinden de yönelttiğim soruya da yanıt alamadım.
Erdoğan Davet Edildi Ama Gitmedi Mi?
Toplantıya katılan AB ülkelerinden Türkiye’de görevli bir diplomatla görüştüğümde, kendisine Türkiye’nin çağrıldığı, ama Erdoğan’ın gelmediği bilgisinin verildiğini söyledi. Yine iki ayrı kaynaktan toplantının aceleyle ve çok kısa zaman içinde düzenlendiği, Türk tarafının programı denk getiremediği için gelmediğine dair yorumlar geldi. Bunlardan yola çıkıp net bir şekilde Erdoğan çağrıldı ama gitmedi iddiasında bulunmak kolay değilse de bana göre ortada küçümsenmeyecek bir olasılık var.
Bu durumda üç senaryodan bahsedebiliriz.
Birinci Senaryo: Türkiye’yi Dışlamak, Sonra Suçu Türkiye’ye Atmak
Birinci senaryoya göre Biden, Erdoğan’ı davet etmedi.
Bu senaryo doğru ise ortada son derece vahim bir durum var demektir. Polonya’ya düşen füze parçası Batılı müttefiklerde tedirginlik yaratırken; Erdoğan’ın konuyu önemsizleştirip biran önce kapatma arzusundan yola çıkıp, zaten farklı telden çalan Türkiye’nin katılımının bir yararı olmadığı düşünülmüş olabilir. Böyle düşünüldüyse son derece yanlış bir karar alınmış demektir.
Rusya’ya olası tepkinin ne olacağının görüşüleceği kriz masasına bir başka NATO üyesinin davet edilmemesi, her şeyden önce NATO’nun birlik bütünlük içinde olmadığı mesajını vererek, Rusya’nın işine yarar.
Ama daha da önemlisi, Türkiye’yi Batı ittifakının dışında tutup, ondan sonra da “Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor” deyip suçu Türkiye’ye atmanın makul bir açıklaması olamaz. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip, resmen açıklanmasa da topraklarında ABD’nin nükleer silahlarını da bulunduran Türkiye’yi, kriz masasının dışında tutarak rahatsız oldukları bir duruma, yani Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasına kendi elleriyle yol açarken, Rusya’ya karşı oluşturmak istedikleri cephede de yine kendi elleriyle gedik açmış oluyorlar.
İkinci Senaryo: Erdoğan’ın Putin Hassasiyeti
İkinci senaryoya gelirsek. Erdoğan son anda bir davet almış, ama gitmemeyi tercih etmiş olabilir. Kimileri Erdoğan’ın dünya liderleriyle aynı karede yer alma fırsatını kaçırmayacağı gerekçesiyle bu senaryoyu gerçekçi bulmayabilir. Ben katılmıyorum. Şu anda Erdoğan için en öncelikli konu Putin’le arayı sıcak tutup, Rus lideri Ukrayna lideriyle barış masasına oturtmak. Erdoğan, tıpkı Prag zirvesine giderken gösterdiği tereddüt gibi, Rus karşıtı ortamlarda yer almaktan imtina ediyor.
Eğer bu senaryo doğru ise Erdoğan’ın da taktik bir hata içide olduğunu söylemek lazım. Erdoğan o karenin içinde yer aldığı sürece Putin’in karşısına eli güçlü çıkacaktı. O karenin dışında kaldığı için Putin’den daha tavizkar bir tutum gördüğünü söylemek de mümkün değil.
Üçüncü Senaryo: Danışıklı Dövüş
Bir üçüncü senaryo ise tarafların danışıklı dövüş çerçevesinde ortak bir tutum belirlemiş olması. Her ne kadar kameraların önünde bunu itiraf etmekte zorlansalar da başta Almanya olmak üzere kimi Batılı ülkeler aslında Türkiye’nin Rusya’yla konuşabiliyor olmasını da olumlu karşılıyorlar. Karşılıklı olarak katılmaması yönünde bir anlayış ortaya çıkmış olabilir ve belki de bu yüzden Türkiye’nin yokluğu çok da fazla tartışma konusu yapılmadı. Bana göre gerçek olma olasılığı en düşük olan senaryo bu.
İlk iki senaryo ise Türkiye’nin nerede durduğu, nerede durması gerektiği ve müttefiklerinin kendisine dönük bakış açısı açısından son derece sağlıksız bir duruma işaret ediyor. Batılı müttefiklerin Türkiye’yi dışlaması ya da Türkiye’nin kendini dışarda tutma tercihi her iki tarafın da çıkarına olan bir durum olmadığı gibi, Türkiye’nin demokratik ülkeler grubundan ayrılarak başka yörüngelere savrulmasını kalıcı hale getirme riski taşıyor.
[1] India: From the World’s Largest Democracy to an Ethnocracy, https://www.theindiaforum.in/article/india-world-s-largest-democracy-ethnocracy