[voiserPlayer]
Biz diplomasi muhabirleri/yazarları, “ilişkileri bozmak kolay, düzeltmek zordur” lafını diplomatlardan sıkça duyarız. Tabii bu lafın asıl muhatabının siyasetçiler olması gerekir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diplomatlardan tavsiye almak gibi bir derdi yok. “Gerekirse bozarım, gerekirse düzeltirim, gerekirse yeniden bozar yeniden düzeltirim” havasında. Zaten seçmeninin de bir itirazı yok. Tersine, çoğunun Erdoğan’ın son Körfez turuna bakıp, “helal olsun; bak gerektiğinde yedi düvel sülalesine saydırdı, şimdi barıştı, adamların paralarını ülkemize getiriyor” diye takdirle yaklaşmaları olasıdır.
Tabii açıklanan miktardaki paralar ne zaman gelir ya da Türkiye’nin hangi varlıkları değerlerinin altına mı üstüne mi satılacaklar gibi sorular, günü kurtarma derdindeki AKP seçmeni için gereksiz bir teferruat.
“Benim için Miçotakis diye biri yok artık” diyen Erdoğan’ın, Yunanistan’da yapılan seçimlerde tekrar başbakanlık koltuğuna oturmasıyla, yok sayamayacağı Miçotakis’le biraraya gelmesini de yadırgamaz AKP seçmeni.
2015 tarihinde vefat eden eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in “dün dündür, bugün bugündür” sözünü dış politikaya en iyi uyarlayan hiç kuşkusuz Erdoğan oldu.
Ancak Erdoğan’ın iktidarda kalmak için araçsallaştırdığı dış politikadaki hamlelerinin bazılarının orta uzun vadede kalıcı bazı etkileri var ki bunun en çarpıcı örneklerinden birini, Yunanistan’ın dış politika ve silahlanma stratejisindeki dönüşümde görebiliyoruz.
Öncelikle, Türkiye’nin ABD ile ilişkileri bozuldukça ve Türkiye Avrupa Birliği’nden uzaklaştıkça, bu durumdan Atina’nın yararlandığını teslim etmek gerekir.
Geçmişte, ABD ne Ankara’ya ne de Atina’ya yaranabilirdi. Her iki taraf da ABD’yi öteki başkenti kayırmakla suçlardı. Ancak özellikle Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yaşanan gelişmeler, Türkiye’ye gerçekten de merkezi roller ve sorumluluklar yükledi.
1990’lı ve 2000’lı yıllarda Ankara’da gazeteci olarak izlediğim Türk-Amerikan görüşmelerinin gündemi, Bosna’dan, Gürcistan’a; İran’dan İsrail’e, çok geniş bir coğrafyayı kapsardı. ABD-Yunanistan görüşme gündeminin bu kadar kapsamlı olmasına imkan yoktu.
Türk-Amerikan ilişkileri her zaman iniş çıkışlar yaşadı. AKP’nin yansıtmaya çalıştığı gibi Türk tarafı her zaman söz dinleyen küçük ortak değildi. Ancak geçmiş hükümetler, bürokrasinin de yardımıyla, görüş ayrılıklarını daha iyi yönetebiliyor, tartışmaları kriz noktasına vardırmıyorlardı.
2010’lu yıllara varıldığında Türkiye’nin eskisine göre özellikle hem ekonomik hem de askeri anlamda daha güçlü bir konumda olduğu için eskisine göre ABD’ye kafa tutma refleksinin daha güçlendiğini, otonom bir politika izlemek için şartların da daha elverişli olduğunu varsayabiliriz. Ancak siyasal İslamcı AKP’nin DNA’larındaki Batı karşıtlığı ve meselelere ideolojik yaklaşımı, ABD ile görüş ayrılıklarının kötü yönetilmesine neden oldu.
ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a saldırmasına imkan tanıyacak tezkerenin 1 Mart 2003’te reddi, Washington’la ilişkilerde ne kadar önemli bir dönüm noktası ise 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakının da ABD-Türkiye-Yunanistan arasındaki dengede benzer önemde bir dönüm noktası olduğu anlaşılıyor.
Zira o dönemde de Türkiye, tıpkı Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması üzerine yaptığı gibi, Karadeniz’i sadece savaşan taraflara değil, Montreux Sözleşmesi’ni daha geniş bir bakışla yorumlayarak kıyıdaş olmayan müttefik ülkelerin savaş gemilerine de kapattı.
Soğuk Savaş ertesinde, Karadeniz’de daha fazla varlık gösterme çabalarına set vuran Türkiye’nin bu kararının, ABD’yi Yunanistan’a doğru yönlendirdiğini belirtiyor Türk diplomatlar.
ABD’nin Yunanistan’da güneyden kuzeye ulaşım yollarını iyileştirmeye koyularak, Rusya’ya karşı Türkiye’ye alternatif olacak bir hat yaratmak için çalışmalarını 2014 sonrasında başlattığı vurgulanıyor.
Bu çalışmalar neticesinde 10 yıldan kısa bir sürede, Erdoğan’ın bazen “saya saya bitiremedim” diye söylendiği, bazen direk “beş artı dört, 9 üs var” dediği, bazen de “Yunanistan’ın tümü Amerikan üssü olmuş” diyerek eleştirdiği bir tabloyla karşılaştık.
Bu süreçte ABD-Yunanistan Savunma İşbirliği Anlaşması’nın yenilenmesi, Girit’teki Suda Üssü’nün genişletilmesi, ABD’nin Türkiye’ye 40 km uzaklıktaki Dedeağaç’a yaptığı askeri yığınakla Balkanlara ulaşımı kolaylaştırması gibi gelişmeler Ankara’yı huzursuz etti.
Yunanistan’daki Sol/Anti Amerikan Damar Nereye Kayboldu?
Peki ama çok değil daha 1999’da ABD başkanı Bill Clinton’ın ziyaretini protesto etmek için neredeyse Atina’yı ateşe veren Amerikan karşıtları tüm bunlar olurken nereye kayboldu?
Rus turistlerin gözde şehri Dedeağaç, Amerikan askeri birliklerinin sevkiyat üssü haline gelirken geleneksel Yunan-Rus Ortodoks yakınlığına ne oldu?
Bu iki sorunun yanıtının bir bölümünün 2008-2009 mali krizinde yattığı anlaşılıyor. Yunanlı meslektaşlar, Atina’nın ekonomik kriz karşısında Rusya’dan beklediği desteği bulamadığına dikkat çekiyorlar.
Daha önemlisi, kendisine empoze edilen kemer sıkma politikaları nedeniyle başta Almanya olmak üzere AB’ye müthiş öfkelenen Atina’nın Washington’a yanaşmaya başladığı belirtiliyor.
Ancak bence Atina-Washington yakınlaşmasında asıl belirleyici rolü, Ankara-Washington ilişkilerinin bozulması oynadı. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler özellikle 2016 darbesinden sonra kötüye gittikçe, Yunanistan-ABD ilişkileri o ölçüde sıkılaştı.
Yunanistan’dan Doğu Akdeniz’de Türkiye Karşıtı Cephe
Yunanistan ile ABD’nin yakın tarihin neredeyse en parlak dönemine götüren süreçte Erdoğan’ın İsrail ve Mısır’la köprüleri atmasını da hesaba katmak gerek.
Zira Yunanistan, Güney Kıbrıs’la birlikte Türkiye’nin İsrail ve Mısır’la kötüleşen ilişkilerinin yarattığı fırsattan faydalanmayı ihmal etmedi. Doğu Akdeniz doğal gazını Türkiye’yi by-pass edecek şekilde Avrupa’ya ulaştırmayı hedefleyen EastMed projesi, ekonomik bir girişim olmanın ötesinde Türkiye karşıtı siyasi bir cephe anlamını da taşıyordu.
ABD’nin de ilk başta desteklediği bu dörtlü ittifak karşısında Doğu Akdeniz’deki “değerli yalnızlığı” kırmak için hareket geçen Türkiye, çareyi 2019’da Libya’da BM’nin tanıdığı hükümetle deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası imzalamakta buldu.
Sırtını, maksimalist mavi vatancılara dayayan iktidarın bu hamlesi, hukuken tartışmalı bulunsa da siyaseten istenen etkiyi yarattı; Doğu Akdeniz’de sular ısınmaya başladı.
(Bu hamleyi hasar kontrolü olarak “takdir edip”, Türkiye keşke en baştan kendisini izole etmeseydi de Libya’da ellerini kirletecek cinsten vekalet savaşlarına bulaşmasaydı demeyi de ihmal etmemek gerek.)
ABD ve Fransa’nın Atina Desteği Bedavaya Gelmedi
Bu arada, Türkiye’nin 2016 sonrası Suriye’ye yaptığı sınır ötesi operasyonlar, ABD ve Fransa’yla aranın açılmasına yol açarken bu iki ülkenin Atina ile yakınlaşmasını da pekiştirdi. Ve fakat bu iki ülkenin desteği bedavaya gelmedi. Fransa, Rafale savaş uçaklarının yanı sıra fırkateynlerini de satarken, ABD ile de Yunan hava kuvvetlerindeki F-16’ların yenilenmesi için de anlaşma sağlandı.
Tüm bu yakınlaşmalar sayesinde Yunanistan, ordusunu modernize ederken Türkiye’nin Rusya’dan S400’leri aldığı gerekçesiyle F-35 programından çıkarıldığını denkleme ekleyelim.
Peki ama 2008-2009 krizi nedeniyle belini yeni yeni doğrultmaya başlayan Yunan toplumu, bu milyar dolarlık-euroluk silahlanma programına neden karşı çıkmadı. Amerikan karşıtları neden sessiz kaldı?
Erdoğan Tehdidi Yunan Ordusunu Modernize Ettirdi
Cevap “Erdoğan tehdidinde” yatıyor. Atina, ABD’nin artan askeri varlığını, kendi toplumuna Türkiye’ye karşı caydırıcılık kozu olarak sattı. “ABD’nin askerinin olduğu yere Türkiye saldıramaz” demeye getirdi.
Türkiye ne zaman bu mesajdan duyduğu rahatsızlığı ABD’ye iletse, “Bizim askeri işbirliğimiz tabii ki size karşı değil, Rusya’ya” karşı dedi Amerikalı yetkililer. “Peki bunu Yunanistan kamuoyuna da duyursanız” dendiğinde ise sessiz kalmayı tercih ettiler. Yunan toplumunda alerji yaratmaması için ABD askeri varlığının Türkiye’ye karşı caydırıcılık boyutuyla ön plana çıkması onların da işlerine geldi.
Bu arada, artan Yunan- Amerikan yakınlaşması, iç politik saiklerle Erdoğan’ın da işine geldi denebilir. İçeride kronikleşen ekonomik kriz karşısında büyüyen Yunan ve Amerikan tehdidine oynamak ve “Amerikalılar şimdi de Türkiye’yi Yunanistan üzerinden çevreliyorlar” temalı abartılı yorumlar tabii ki dikkat dağıtıcı oldu.
Bu arada ellerindeki Rus yapımı silahları Ukrayna’ya gönderen Yunan hükümeti, Amerikan silahlarını alıp gayri-askeri statüdeki adalara güzel güzel yerleştirmeye başlayınca ne oldu? Erdoğan “bir gece ansızın gelebiliriz” dedi. “İzmir’i unutmayın” diye kükredi.
Öyle olunca da Türkiye haklı iken haksız konuma düştü. Erdoğan’ın agresif söylemi nedeniyle Atina, hem pahalı silahlanma programını toplumuna kabul ettirebildi, hem de dünyaya dönüp “gördünüz mü, saldırgan taraf ben değilim” demeye getirdi.
Zaten Atina çok uzun bir süredir gerek ABD’ye gerekse Avrupa’ya; “Batı ittifakının cephe ülkesi Türkiye değil, benim. Türkiye çevresine istikrarsızlık yayıyor. Türkiye, göçmenleri tutsun yeter. Balkanlardan Doğu Akdeniz’e istikrar yaratacak ülke olarak sırtınızı bana dayayın” mesajı veriyor.
5. nesil F-35 programından dışlanan Türkiye, elindeki F16’ları modernize etmek, yeni F-16 alımı yapmak için Kongre’nin kapısını aşındırırken; modernize edilmiş F16’ları teslim almaya başlayan Yunanistan hava filosuna F-35 uçaklarını katmak için ABD’ye resmi talebi çoktan gönderdi bile.
Bazı askeri uzmanlara göre Türkiye önlem almazsa Ege’deki hava üstünlüğünü Yunanistan’a kaptırma riski ile karşı karşıya. Şimdi Erdoğan, silahlanmayı frenlemesi için Miçotakis’i ikna etme derdinde.
Miçotakis’le Vilnius’taki NATO zirvesinde yapacağı görüşmede Atina’nın silahlanma programına dikkat çekeceğini söyleyen Erdoğan, Türk basın mensuplarına yaptığı açıklamada şöyle dedi:
“Söyleyeceğimiz şeyler belli. Nedir o: Sayın Başbakan, bu silahlanmayı bırakın artık. Yani bu silahlanmayla nereye varacaksınız? Durmadan Amerika size bol bol silah veriyor. Bedava verdiği için mi alıyorsunuz, yoksa para pul istemiyor da böyle mi alıyorsunuz?” Ama kendisinin de bir dönem kullandığı ifadeyle “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş durumda.”
Yukarıda da söylediğim gibi Yunanistan kendisini istikrar abidesi bölgesel bir güç olarak konuşlandırmak hedefinde. Zaten o nedenle Miçotakis, zirve sonrasında yaptığı basın toplantısında Yunanistan’ın silahlanma programlarının sadece Türkiye ile rekabet prizmasından görülmemesi gerektiğini vurguladı.
Sonuç olarak, Yunanistan’ın topraklarını Amerikan askeri varlığına açıp Atina’nın kendisine farklı bir bölgesel rol biçmesi, ayrıca miyarlarca dolarlık silahlanma programına girişmesinin önünü Erdoğan açmıştır. Bu saatten sonra da Erdoğan Yunanistan’a tornistan yaptıramaz.
Yunanistan siyasi liderliğinin tercihleri elbet Yunan toplumunun bileceği kendi meseleleridir. Bize bir şey söylemek düşmez.
Bizi ilgilendiren kısmı, Atina’da zaman zaman öne çıkabilecek şahinlerin bir yandan ABD’ye sırtını dayarken, bir yandan da artan askeri gücü nedeniyle gereksiz bir özgüvene kapılıp Ege’de ya da Doğu Akdeniz’de dişini gösterecek türden gereksiz hamlelere kalkışma ihtimali. Ankara’da zaten gerginlikten beslenen bir zihniyet var, bir de buna Atina’lı şahinler eklenmesin.