Ekonomik krizin derinleştiği ve Şimşek programının henüz meyve vermediği gerçeği Erdoğan’ı manevra yapmaya mecbur bırakıyor. Ekonomik krizin bir süre sonra son bulacağı temennisi, bilinmeyen bir geleceğe kadar Erdoğan’ı zaman kazanma gayreti içine sokuyor.
Erdoğan’ın elbette kendi adına bu zorlu süreçten çıkmak için bir planı var. Esasında bu plan yeni de değil. Erdoğan’ın rekabet yöntemi neredeyse 40 yıldır aynı.
Erdoğan’ın siyasetteki muhataplarıyla rekabet yöntemi, Refah Partisi kongrelerinden beri aynı pratiklere dayanıyor. Kendisini destekleyen grupların sayısını arttırmak ve rakiplerinin bir araya gelmesini engellemek bu yöntemin en temel özeti olarak tanımlanabilir.
Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi isimlerin AKP hikayesinin en başında Erdoğan’ın en önemli kurmayları olarak belirmeleri bu yöntemin bir sonucuydu. 2002 – 2010 yılları arasında siyasi söylemleri demokratikleşme ve sivilleşme üzerine inşa edilmişti. Erdoğan bu söylemi somutlaştırmak için liberaller, sosyalistler, cemaatler ve Kürt siyasi hareketi ile mümkün olduğunca ortaklaşma çabası içine girmişti. CHP ile MHP’yi ise tek bir siyasi kalıbın içine hapseden bir siyasi çerçeveyi tüm kamusal alanda kabul ettirebilmişti. MHP’de hâlâ herhangi bir değişim umudu olmamakla birlikte CHP’de umut verici bir değişim bu dönemde gerçekleşmişti. Erdoğan ise bu yeni rakibine karşı ilk hamlesini yaptı.
Deniz Baykal’ın parti liderliğinden ayrılmasıyla birlikte o dönem son derece popüler bir isim olan Kemal Kılıçdaroğlu’na da verdiği ilk tepki, sadece birkaç ay önce tüm siyasi pozisyonunu yerden yere vurduğu Deniz Baykal’dan daha ”kötü” bir lider olduğuna dair vurguydu. Şüphesiz ki Erdoğan rakiplerinin arasında iyi ya da kötü siyasetçi aramıyordu; yeni ve o dönemde parti içi nüfuz alanı sınırlı olan Kılıçdaroğlu’nun kendisinden önce genel başkan olan Deniz Baykal ile rekabet etmesini sağlamayı hedefliyordu. Bu rekabet tasarımı Önder Sav’ın yetkilerinin elinden alındığı kurultayla birlikte tamamlanmış oldu ve CHP parti içi meselelere daha çok enerji ayırmak zorunda kaldı.
Erdoğan istediği oyları aldıkça kendi mevzisinde önemli değişiklikler yapmayı tercih etmeyen bir liderdir. Haziran 2015’de ortaya çıkan tablo itibarıyla iktidarı sallanan Erdoğan, tüm siyasi ilişkilerini yeniden tasarlamaktan çekinmedi ve Kasım’daki erken seçimle birlikte yeni bir güvenlikçi rejim dilini kolayca inşa edebildi. Bu inşa sürecinin ardından bir yılı bile geçmeden Fetöcüler bir darbe girişiminde bulundular ve -siyasi alanı saymazsak- tüm temsilcileri keskin bir şekilde tasfiye edildi.
Erdoğan bu sefer de güvenlikçi rejimini söylemleştirebilme adına yeni MHP’yi kendine müttefik olarak tanımladı. Fetöcülerden boşalan kamusal alanı paylaşma eğilimi Erdoğan’a başkanlık sistemini kurmanın da önünü açacak bir fırsattı. Elbette Erdoğan tam da bu noktada, aslında tüm süreç boyunca sadece vitrin süsü işlevi olan liberalleri ve cumhuriyetle kronik kavgalı grupların bir kısmını da tasfiye etti. Bu grupların etkisizliği de kurdukları siyasi partilerin oy oranlarıyla ifşa edilmiş oldu. Erdoğan artık kendi iktidarına söylemsel bir üstünlük kazandırmak için vitrine koyduğu gruplara bile ihtiyaç duymuyordu; zaten aksak olan demokrasiyi ve cumhuriyet kurumlarını zayıflatmaya devam edebildi.
Bu noktada Erdoğan’ın iktidarını iki dönemde inceleyen sosyal bilimcilerin ne kadar büyük bir hataya hapsolduklarını da bir kez daha belirtmek gerekmektedir. Erdoğan ilk günden beri, yani 22 yıldır aynı siyasi yöntemleri kullanmaya devam ediyor. 22 yıldır demokrasi adına hiçbir toplumsal grubun -evet muhafazakar kadınlar dahil- somut bir kazanımından bahsedebilmek mümkün değildir. Erdoğan için tek bir makro hedef vardır ve bu hedef sadece iktidarda kalabilmekten ibarettir. Bu hedefin ortakları her gün baştan tanımlanmaktadır ve hedefe hizmet etmeyen herkes anında tasfiye edilebilmektedir.
2018’e geldiğimizde ise CHP, kamuoyunun gündemini belirleyebilecek yeteneklerini ve imkanlarını uzun süre kullanmamış bir siyasi parti görünümündeydi. Bu atmosferde ortaya çıkan ve ilk aşamada fırsatı iyi kullanan Muharrem İnce liderlik için iddia sahibi olmuştu. Erdoğan hemen bu fırsatı kullanmayı tercih etti ve İnce’ye hükümete yakın yayın kuruluşlarına çıkabilecek kapılar bile açıldı. Ana muhalefetteki liderlik yarışının mümkün olabildiğinde yıkıcı olması adına İnce parlatıldı. Kamusal alan tasarımı İnce’yi yeni bir parti kurması gerektiğine ikna edecek şekilde değiştirildi. Kılıçdaroğlu’nun liderliği sorgulanırken, muhalefetin diğer tüm aktörleri itibarsızlaştırılırken; İnce’nin devlet adamı kimliği iktidar partisi mensuplarınca sıkça vurgulandı.
2019’da ise Erdoğan matematiği ilk kez hata yaptı. İstanbul’u kesin kazanacağını ancak Ankara için sert ve keskin bir seçim kampanyası yürütmesi gerektiğini düşünen Erdoğan hem Ankara’yı hem de İstanbul’u kaybetti. Bu seçim zaferinin mimarı olarak ortaya çıkan Kılıçdaroğlu ise muhalefeti ve parti içini tahkim edebildi. Muhalefetin farklı gruplarının bir anda bir araya gelebilmesi yeni bir mevzi yarattı ve bu mevzi günden güne tahkim edilmeye başlandı. İmamoğlu ise çok büyük bir sıçrama yaparak yeni ve büyük bir potansiyele sahip siyasi lider rolüyle ortaya çıktı.
Bu esnada CHP-İYİP ittifakında temel bir sorun yoktu. İmamoğlu bir lider olarak belirmese Akşener adına Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı için herhangi bir rezerv bulunmamaktaydı. Bu denklemde zaten parlamenter sisteme dönüleceğinden başbakanlık da Akşener’e kalacaktı. Ancak yeni aktörlerin varlığı bu denklemin gerçekleşmesiyle ilgili ”kaygıları” besleyebilecek niteliğe de sahipti. Erdoğan tam olarak yine burada kendi yöntemiyle muhalif grupları atomize etmeye odaklandı.
Önce HDP’nin dışarıdan verdiği destek kriminalize edilerek İYİP’in sert bir tutum alması amaçlandı. Diğer yandan Akşener ise kendi siyasi ajandasına engel olabilecek İmamoğlu’nu ”kazanacak aday” tartışmasının nesnesi yapmaya -birileri tarafından- ikna edildi. İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığında parlamenter sisteme dönülmesi ve uzun vadede İmamoğlu’nun bir tehdit üretme ihtimalinin bu şekilde bertaraf edilmesi İYİP çevrelerince ”kazanacak aday” iddiasının arka zeminini oluşturdu. Tüm bu denklemlerin içinde 2023 seçimlerini Erdoğan tasarımlı kamusal alanda atlatan muhalefet, seçim sonucu itibariyle tüm hareket kabiliyetini yitirdi. Ancak CHP organik bir değişim süreciyle bu krizi atlatabildi.
Erdoğan bu sefer de tıpkı Baykal için ifade ettiği söylemleri selef genel başkan Kılıçdaroğlu için ifade etmeye başladı. Yeni genel başkan Özgür Özel’in Erdoğan’dan önce Kılıçdaroğlu ile rekabete girmesi hedeflendi. Yerel seçim öncesinde de Alevilik vurgulu mesajlarla CHP tabanının zayıflatılması hedeflendi. Ancak Erdoğan’ın en büyük siyasi ezberlerinden biri olan mezhepçilik Aleviler için belirleyici bir duygu olarak ortaya çıkmadı. CHP ise müttefiksiz girdiği seçimde tüm seçmenlere kendi mesajlarını doğrudan verebilmenin avantajını seçim zaferine çevirdi. CHP bir anda hem merkeze yerleşti hem de AKP’ye fark atarak birinci parti oldu. Dahası Erdoğan ittifakı YRP’nin ayrılmasıyla büyük bir çatlakla karşı karşıya kaldı.
Erdoğan yine siyasi ezberleriyle CHP’yi yeni bir adaylık krizine sokabileceğini düşündü. CHP genel başkanı Özgür Özel’in de popülerliğini bir adaylığa evriltmesine yönelik mesajlar, yine iktidara yakın medya kuruluşlarınca işlenmeye başlandı. Hatta Cumhur İttifakı’nın sözcüleri doğrudan bu kampanyaya söylemleriyle katıldılar. Diğer yandan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın arasında suni bir rekabet ortamı üretilmeye çalışıldı. Mansur Yavaş’ın ve Ekrem İmamoğlu’nun farklı siyasi tutumları üzerinden bir taraflaşma kampanyası hem sosyal hem de konvansiyonel medyada sıkça işlenmeye başlandı.
Kısaca tarif etmeye çalıştığım üzere, Erdoğan oldukça yalın bir yöntemi yıllardır aynı şekilde kullanıyor. Önce iktidara muhalif kitleleri farklı kimliklere bölüyor ve her grubun başka bir liderlik iddiasına sahip olmasını teşvik edecek kamusal bir alan üretiyor. Daha sonra da kendisiyle rekabetin asla mümkün olmadığı ve herkesin selefiyle rekabet etmesini şart koşan bir siyaset alanı tasarlıyor.
Erdoğan 2028’de ya da daha önce yapılacak bir seçimde aday olabilmek için bir anayasa değişikliğine ihtiyaç duymuyor, 22 yıldır normatif düzene sadakatiyle bilinen bir siyasetçi değil. Öcalan’ın serbest kalmasının ve TBMM’de konuşma yapmasının herhangi bir oy kazandırmayacağını biliyor.
Erdoğan çok basit bir plana sahip: CHP’yi diğer tüm muhalif partilerden soyutlamaya çalışıyor. İYİP, DEM, YRP ve ZP gibi partilerin herhangi bir müşterek zemine sahip olmalarını engellemeye çalışıyor. Kendisi aynı anda MHP, HÜDA-PAR, BBP, DSP gibi partileri bir arada tutarken muhalefetin ortaklaşmasını manipüle etmeye çalışıyor. Şimşek programı sonuç verene ve muhalefetin aktörleri sadece birbirleriyle rekabet edene kadar zaman kazanmaya ihtiyaç duyan Erdoğan, tek sözüyle getireceği ”demokrasiyi” yine tek sözüyle geri alabileceğini biliyor. Bu illüzyonu CHP-İYİP-DEM-ZP arasında üstesinden gelinemeyecek mesafeler üretmek için sergiliyor.
Bugün Esenyurt Belediyesi başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması gündeminin içindeyiz. Bu hukuksuzluk hamlesinin Ekrem İmamoğlu’na kadar uzatılmak istendiği de son derece açık. Muhalefetin herhangi bir mevzisinde Ekrem İmamoğlu’nun siyasi yasak almasını meşrulaştırabilecek herhangi bir kararı heyecanla -ya da kişisel bir menfaatin kapsını açmayı- bekleyen kim varsa, halihazırda toplumsal algısı ve mevkisi ne olursa olsun sıradaki hedefin kendisi olacağını anlamalıdır.
Bugün Ekrem İmamoğlu’na hukuksuzca verilmeye çalışılan siyasi yasak kararının bize söylediği çok basit bir gerçek vardır: Erdoğan kendisine yönelik en büyük tehdit olarak İmamoğlu’nu tanımlamaktadır. Bu tehdit başka birisi olsaydı ona da siyasi yasak getirmeye çalışmaktan imtina etmezdi. Eğer Ekrem İmamoğlu’nu elimine edebilirse bir sonraki aşamada onun boşluğunu dolduracak kişiye yönelecektir.
Erdoğan iktidarını kaybetmeye hiç olmadığı kadar yakın. Derin bir korku ve güvensizlik hisleriyle kuşatılmış durumda. Bu duygu durumunun Erdoğan’ı daha da sert bir siyasetçi yapma ihtimali de oldukça yüksek. Önümüzdeki dönemde daha büyük infialler yaratma pahasına siyaset yapmayı tercih edebilir. Bu projeksiyonun sebep olabileceği tahribatı aşabilmenin tek yolu Erdoğan’ın çizdiği sınırları reddetmektir. Muhalefet, Erdoğan’ın ezberleriyle siyaset yaparsa ve Erdoğan’a kimin makul kimin terörist olduğunu belirleme hakkını tanırsa Erdoğan rejimi Erdoğan’dan sonra da devam eder.