[voiserPlayer]
İlk yazımda çizdiğim çerçeve eleştirel teori geleneğinin anlaşılması açısından önemliydi. Yazının son kısmında entelektüellerin ne derece entelektüel olduğu ve entelektüel uğraşın ne kadar sahici olduğuna dair birkaç soru sormuştum. Bu yazıyı bu sorulara vereceğim yanıtlar üzerinden ilerletmek niyetindeyim.
Trajediye Dayanan Demagoji
Entelektüel alan; kamplaşmış ve bu kampların değerleriyle konuşan kişiler ile karnından konuşanlar arasında sıkışmış durumda. Bir de unvanlarıyla entelektüel görünen ancak aslında “yarı cahil” olan bir güruh ile karşı karşıyayız. Bunlar en muteber olanlar! Her gün her konuda fikir beyan etmekten çekinmeyen demagoglar…
Bu durum, entelektüel alanın sıkışmışlığını göstermekle birlikte eleştirinin demagojiye dönüşmesine de neden oluyor. Kim daha fazla trajedi yaratarak konuşur ve ajitasyon etkisini üst seviyelere çıkarırsa o, “etkili ve bilge” kişi olarak makbul kabul ediliyor. Sesini yükseltmek, duygu sömürüsü yapmak, toplum sevgisini vurgulamak ve belirli bir kitlenin hoşuna giden hararetli açıklamalarda bulunmak, etkili konuşmanın ve bilgili olmanın bir göstergesi haline gelmiş durumda.
İlk yazıda değindiğim Hegel’in “tez + antitez = sentez” formülü, kamusal alandan dışlandığı gibi entelektüel dünyada da yok sayılıyor; hatta belki de bilinmiyor. Öyleyse bu durumda, entelektüel bir camiadan bahsetmek de mümkün değil.
Eleştirinin yapılmadığı, eleştirel yaklaşımın önemsenmediği, eleştirel yaklaşımın kurucusu olan düşünürlerin bilinmediği bir ortamda hangi eleştiriden, hangi entelektüelden ve hangi kamusal müzakereden bahsedilebilir? Ortada düpedüz seviyesiz bir laf yetiştirmeye dayalı ağız dalaşı var.
Bilinç ve İdrak Yoksulluğu
Ayrıca toplumsalın durumu da eleştiriden ziyade kanılarla hareket etmeye daha meyilli. Soru sormak ve araştırmak toplum nezdinde hevesle takip edilen pratikler değil. Düşünmek, inanmaktan sonra geliyor. Kitle toplumu diyebileceğimiz bu yapının temsilcileri akıl yürütme faaliyetini bilmiyor ve önemsemiyor. Kitle toplumundaki herhangi bir birey için kendi değerlerine yakın birinin herhangi bir düşünceye dayanmayan ve rastgele söylenmiş birkaç cümlesine inanmak anında gerçekleşen bir edim.
Ayrıca bu kişi, ortada dolaşan fikirlerin üzerine düşünmekten uzak olduğu gibi söylenenler üzerine düşünüp antitez sunanlara da sağır. Bu durum, daha çok bilinç yoksulluğundan kaynaklanıyor. Ortada düşünme pratiğine yönelik bir farkındalık ve bu farkındalık etrafında hareket eden bir bilinç yok.
Bilinç yoksulluğu en nihayetinde bir idrak yoksulluğuna neden oluyor. Bireyin inancını pekiştirmeyen, inancına denk düşmeyen, hoşuna gitmeyen ve rahatsızlık veren her söylem, idrak edilemediği gibi salt tepkiyle boğuluyor. Üstelik bu idrak edememe durumu, işin sonunda bilgiye uzak, bilgiye önem vermeyen hatta bilginin ilerlemeci ve gelişmeci niteliğini de umursamayan, bilinçsizce davranan, “canım böyle istiyor” düsturuyla hareket eden bir yoksun olma durumuna yol açıyor.
Bu durum salgın bir hastalık gibi tüm topluma sirayet ederken az da olsa bilgiyle uğraşan, düşünen ve üreten insanların da entelektüel uğraşlardan vazgeçmesine ya da kamusal alandan geri çekilmesine neden olabiliyor. Bu da kamusal alanda giderek aynı tip insanların öne çıkmasına neden oluyor.
Entelektüel Pratiğin Eriyişi
Kitle toplumuna dair Le Bon ve Ortega önemli görüşler beyan eden düşünürlerdir. Onlara göre kitle toplumu içindeki birey, hisleri ile hareket eder. Fevri, asabi, hatta saldırgandır. Kendilerine benzemeyeni, ayrı hareket edeni hoş karşılamazlar. Sürü psikolojisi temel motivasyonlarıdır. Dolayısıyla kitle toplumu, farklı söylemler bir kenara, düşünme pratiğinin kendisinden çok hoşlanmayan, kurulu düzenin içinde mutlu, hisleriyle hareket eden ve ergin olma durumuna sıkışıp kalmış bir toplumdur.
Böyle bir toplumsal atmosferde gerçek bir entelektüelin kendini ifade etmesinin bir karşılığı yok. Bu yalnızca yankıya yol açıyor. Entelektüel diye adlandırılanlar da ideolojik mıntıkaların içerisinden bir şeyler söylüyor. Hemen hemen herkesin saygı duyduğu birçok isim; olayları, politik gelişmeleri ve hatta fraksiyonları kendini ait hissettiği ideolojik çerçeveden eleştiriyor.
Oysa eleştiri, eleştirenin kendini yerle yeksan edip yeniden bir bakış inşa etmesi ile mümkün olabilir. Kişilerin ideolojik çerçeveleri olabilir, ancak toplumsal meseleler söz konusu olduğunda bunun dışına çıkmak ve bilgiyi, yani hakikati, dikkate alma becerisini göstermek entelektüelin ve eleştirinin en güçlü noktasını oluşturacaktır.
Burada entelektüele lazım olan şey özgüvendir. Öncelikle kendi bilgi birikiminin verdiği bir özgüven, sonrasında ise nötr bakış atabilmenin verdiği özgüven. İlaveten Kant’ın da “Sapere Aude”diyerek kamçıladığı cüret etmek, yani aklını kullanmaya cesaret göstermek de entelektüelin olmazsa olmaz özelliklerdendir. Hazır olan fikirler kümesini benimsemek, hoşa giden şeyler söyleyip köşeye çekilmek gibi davranışlar, ne eleştirel geleneğe ne de entelektüel davranışa denk düşer. Sürekli arayan, fikirler üzerine fikir geliştiren, fikir sunmaktan korkmayan ve en nihai noktada her ideolojiyi eleştirme gücüne haiz bir duruş gerekmektedir.
Bu mümkün müdür? Sanmıyorum. Yunan mitolojisindeki Sisifos olmanın bir hükmü var mıdır? Olmalıdır, ama nasıl? Bence, belirli semtlerde kahve yudumlayarak ahkâm kesmek ve topluma dokunmayan tartışmalar yapmak son bulmalı. Temas etmek ve karışmak gerekiyor. Belki de konuşmanızın duyulmadığı ya da sadece sizi size benzeyenlerin anladığı mahallenizden çıkmanın vakti gelmiştir.