[voiserPlayer]
Son günlerde iktisat camiasındaki ana tartışmalardan birisi iktidarın uyguladığı iktisat politikalarının bilinçli bir şekilde mi bizi buraya getirdiği üzerine. Bazı iktisatçılar bu durumun bilinçli olarak yapıldığını ana gayenin toplumun bir kesimini zenginleştirmek olduğunu ve bunun için gelir transferini başarıyla yaptıklarını düşünüyor. Dolayısıyla, onlara göre bugün geldiğimiz noktada toplumun bir kısmının zenginleşirken diğer kısmının hızla fakirleşmesi ile sonuçlanan uygulamalar, bilinçli bir şekilde planlanmış ve başarıya ulaşmış durumda. Ben ise bu yazıda bunun tam tersini iddia ederek ekonomi yönetiminin bilinçli bir şekilde ekonomiyi buraya getirmediğini, kontrolü kaybederek savrulmaya başladığını göstermeye çalışacağım.
Burada tartışacağım konu bilinçli olup olmadıkları üzerine olduğu için önce bilinçlilikten ne beklediğimi anlatarak başlayayım. Bilinçli bir ekonomi politikasından bahsedeceksek eğer bu politikaların birbiriyle çelişmeyen politikalar olmasını beklememiz gerekir sanırım. Ve eğer bilinçli olduğu söylenen program hedefine ulaşmışsa bu ulaşılan hedef yönünde yapılan planların başarı ile gerçekleşmesini beklememiz gerekir, yani önemli olan sadece sonuç değil sonuca giderken o yönde yapılan uygulamalar da önemli.
Üçüncüsü, bilinçli olduğu söylenen politikaların kısa dönemde özel bir durum yoksa iktidar için sürdürülebilir olması da gerekir. Eğer yapılan planlar birbirleriyle çelişmeyip tutmuşsa, o tutan planlarla buraya gelmişsek ve bu sürdürülebilirse, o zaman bu uygulamaların bilinçli şekilde yapıldığını söyleyebiliriz. Eğer biz bu planların birbiriyle çeliştiğini, planların tutmadığını ve sürdürülemez olduklarını gösterebilirsek sanırım, bu uygulamaların bilinçli olmadığını kanıtlamış oluruz. O nedenle, neden bilinçli olmadığına bu açılardan bakalım. Bunun için, Naci Ağbal dönemine kadar geri giderek çelişkileri, planların tutmamasını ve bu durumun sürdürülemezliğini göstermeye çalışacağım.
Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanı olarak göreve başladığı hafta Pazartesi, piyasalar açılmadan önceki ilk yazılı basın açıklamasının bir kısmı şu şekildeydi:
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olarak temel amacımız fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda tüm politika araçları kararlılıkla kullanılacaktır. Para politikasında, şeffaflık, hesap verebilirlik ve öngörülebilirlik ilkeleri çerçevesinde iletişim güçlendirilecektir.”
Bu açıklamadan piyasaların aldığı mesaj Ağbal yönetiminde faiz artışına gidileceği idi. Göreve atanır atanmaz faiz artıracağı sinyalini veren bir Merkez Bankası Başkanı bunu Cumhurbaşkanından habersiz yapabilir mi? Hepimiz Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı’nı yeterince tanıyorsak bu soruya vereceğimiz cevap hayır olur. Dolayısıyla, 2020 Kasım ayı itibarıyla Erdoğan iktidarı faiz artışına karşı değildi. Ya da şöyle diyelim, faiz artışını istemese bile artışa razı olmuştu. Üstelik piyasaya müdahaleler de azalmaya başlayacaktı. Mesela aktif rasyosu olarak adlandırılan bankalara müdahaleden de vazgeçiliyordu. Zamanla Ağbal’ın verdiği bir diğer mesaj da gerekli koşulların oluşması durumunda döviz alım ihalelerinin gündeme gelebileceği idi. Yani Merkez Bankası rezervleri artacaktı. Ağbal görevden alındıktan sonra bu üç uygulamanın tam tersi oldu: Faiz düşürüldü, piyasaya müdahaleler arttı ve rezervler daha da eritildi. Şimdi o döneme gelelim.
Merkez Bankasında Tekrardan Berat Albayrak Dönemi
Ağbal sonrası Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu oldu. Kendisinin Yeni Şafak’taki eski yazılarına bakıldığında faizin düşürülmesini savunan birisi olduğu hemen görülüyordu. Fakat ilk verdiği röportajda “Nisan veya sonrasındaki aylarda PPK kararıyla ilgili hemen faiz indirilecek şeklinde önyargılı bir yaklaşımı doğru bulmuyorum” dedi (1). Yine devamında “faiz enflasyonun üzerinde kalacak” vurgusu yaptı (2). Bu ifadeyi kullandığı tarih itibariyle enflasyon %15,61 iken faiz %19 idi. Fakat sonra işler değişmeye başladı. Enflasyon Mart ayında %16,19, Nisan ayında %17,14 ve Haziran ayında %17,53 olarak gerçekleşti. Temmuz ayında ise %18,95 ile politika faizi olan %19’a ulaşırken Ağustos enflasyonu %19,25 ile politika faizini geçti.
Söylemlere bakıldığında politika faizinde artış beklemek gerekirken Kavcıoğlu önce çekirdek enflasyona ağırlık verileceğini söyleyerek dümen kırdı. O da olmayınca bu sefer cari açığı ön plana çıkardı. Kavcıoğlu önce yazılarıyla çelişti, sonra yazılarıyla çelişen söylemleriyle de çelişti. Devamında ise Türkiye’nin yoksullaşmasını hızlandıran ilk adım atıldı ve 24 Eylül tarihinde ilk faiz indirimi gerçekleştirilerek politika faizi %19’dan %18’e çekildi. Ekimde %16’ya, Kasım’da %15’e ve en son Aralık’ta %14’e çekildi. Tüm bu dört aylık sürede kur ve enflasyon hızla yukarı giderken Merkez Bankası ısrarla faiz düşürmeye devam ediyordu. Dolar kurunun 8,70’lerden başladığı yolculuk Aralık ayı PPK toplantısı öncesi 14,40’a kadar gelmişti ama hala faiz düşürmeye devam ediyorlardı. Belli ki faiz düşürme kararı çok önceden alınmıştı ve ne olursa olsun o düşüş gerçekleştirilecekti.
Bilinçli bir ekonomi yönetimi Merkez Bankası Başkanı değişimi sonrası faiz enflasyonun üzerinde kalacak söylemine ve bunun aylarca uygulanmasına izin vermezdi. 2021 Şubat ayından Eylül ayına kadar faizler düşürülmeden beklendi. Tahminimce olan şuydu: Şahap Kavcıoğlu göreve gelirken yıl sonunda faizin %14’e düşürülmesi için söz vermişti. Göreve geldiği dönemde de zaten yılın son çeyreği için enflasyonda düşüş bekleniyordu. Enflasyondaki düşüşle birlikte faizler de inecekti. Böylece kurlarda sert bir yükseliş yaşanmayacaktı ve haliyle enflasyon beklentileri bozulmayacaktı. O nedenle göreve gelir gelmez faizler indirilmeyip beklenmişti. Aksi takdirde neden Eylül ayına kadar beklensin ki?
Üstelik Eylül ayına geldiğimizdeki koşullar faiz indirmemek için çok daha fazla sebep sunuyordu. Enflasyonun düşmesi bekleniyordu ama bilakis arttı. Enflasyon yükselirken baştan söz verilen faiz indirimlerinin gerçekleşmesiyle kurda yukarı yönlü sert bir sıçrama gerçekleşti. Dolayısıyla, faiz düşüşünün enflasyonun seyri dikkate alınmadan karar verileceği yerde TCMB yönetiminin faizi enflasyonun üzerinde tutacağız sözü yapacakları faiz indirimiyle çelişmekteydi. Beklenen şey enflasyonda düşüştü ve fakat bu beklenti tutmadı. Sonuç olarak, bilinçle ve başarıyla açıklayamayacağımız ikinci durum buydu. Nihayetinde kur fırladı ve artık durdurulması gereken kur ve onun etkilediği enflasyon vardı. Şimdi biraz da buralardaki çelişkilere gelelim.
Eylül ayından itibaren sertleşen kurdaki artış önce ihracatımızı artıracak şeklinde açıklanarak sanki kur bilinçli artırılmış gibi güven verilmeye çalışıldı. Üretimimiz ve ihracatımız artacak, cari açığımız azalacak ve hatta fazla verecekti, söylem bu şekildeydi. Fakat kurun yukarı gelmesi bilinçli bir politikanın ürünüymüş gibi anlatılırken birden kuru durdurmak için de devreye kur korumalı mevduat girdi ve burada da çelişkiye düşüldü. Kur korumalı mevduat aslında akıllıca bir tasarım gibi gözüküyordu. Size en az dövizdeki artış kadar faiz getirisi garanti ediyordu. Olasılıkları da hesaba katarak düşündüğünüzde dolarda kalmaya göre daha az riskle en az dolardaki kazanç kadar kazanç elde edebilecektiniz. Böylece hane halkının dolarlarını bozdurarak TL’ye geçmesi planlandı. Aslında 2018 yılından bu yana MB açıklamaları takip edildiğinde görülecektir ki kur yeterince kazandırmazsa hanehalkı döviz tutmaktan vazgeçecek böylece döviz tasarrufları azalmaya başlayacak diye tahmin ediyorlardı. İşte KKM de bunu arzulayan bir uygulamaydı. Herkes KKM’ye geçerse ve siz dışarıda kalırsanız kur düşeceğinden ve muhtemelen oralarda kalacağından siz de KKM’ye geçmek isteyeceksiniz, üstelik kur riskiniz de yok. Nitekim bu düşünceyi beslemek için de KKM kararının açıklandığı günden itibaren TCMB rezervleri ile arka kapıdan sığ saatlerde yüklü satışlar yapıldı. Fakat beklenen çözülme gerçekleşmedi.
Kurun bilinçli şekilde artırıldığını söyleyenler KKM’nin neden devreye sokulduğunu ve neden o kadar rezervin eritildiğini de açıklamak zorunda. Olan aslında bilinçli denilen planın yine tutmamasıydı. Çünkü iktidarın ekonomi yönetimine güven yitirilmişti, dolar talep etmeye devam edildi. Planın tutmadığı görülünce KKM’nin kapsamı genişletildi. Şirketler de kapsama alındı. Bu da yeterli olmadı elbette. İhracat genelgesi çerçevesinde ise ihracatçıların TCMB’ye yapacağı döviz satışında oranı %40’a çıkardılar. O kadar başarılı(!) plan ki sürekli kapsam genişliyor. Halbuki gerçekten belirli bir plan program dahilinde olsaydı olası yan etkilere karşı da en baştan önlem alınır ve yapılacaklar listesi en başta açıklanırdı. Aylardır görüyoruz ki KKM’nin kapsamı daha sonra genişletilmek zorunda kalıyor, uygulamaların yan etkisi olan konut kira artışı kontrolü aylar sonra belirleniyor ya da KKM tutmayınca bu sefer de GES’i getirmek durumunda kalıyorlar. Diğer yandan süper bono için çalışma yapıyorlar. Bu yeni getirilen her uygulama bilinçli olduklarını değil, bilinçsizce verilen kararların istenmeyen sonuçlarına karşı anlık düzenlemeler olduğunu gösteriyor. Devam edelim.
Kurun arttığı durumda ihracatın artacağı ve cari fazla vereceğimiz söylemi üzerinden gidersek o söylem da tutmadı. Tablo 1’deki turuncu barlardan da görüleceği üzere özellikle 2021 Kasım ayıyla beraber Türkiye’nin cari açığı hızla artmaya devam etti. Bir yandan ihracat üzerinden cari açık azaltılmaya çalışılıyor ama diğer yandan kredi büyümesi hızla devam ediyor. Halbuki kredi büyümesi ithalatı beraberinde getirdiği için cari açığı artırıyor. Bir iktidar cari açığın düşmesi için uğraşırken diğer yandan bol bol kredi veriyorsa bu ekonomik anlamda çeliştiğini, davranışının tutarsız olduğunu gösterir.
KKM ilk açıklandığında bunun bütçeye getireceği herhangi bir yük olmayacağı söylendi ama Kerim Rota’nın birkaç hafta önce yaptığı hesaba göre Hazine ve Merkez Bankasına maliyeti 100 milyar TL’yi geçmiş durumda (3). Bu hesaplamadan sonra kur daha da arttı, artmaya devam ediyor. Beklenen KKM sayesinde kurda mevduat faizinin altında ya da o civarda bir artış olacağı idi ama hesap yine tutmadı. KKM ile de durdurulamayan kur artışı aynı zamanda enflasyonu da beraberinde getirdi. Enflasyon da raydan çıktı. Enflasyonun hızla artması en çok da AK Partinin oy tabanı olan toplumun yoksul kesimini fakirleştirdi. Bu durumun aynı zamanda Ak Parti’de sınırlı da olsa oy kaybına yol açması kaçınılmaz. Ama oyunu kesinlikle arttırmaz. Mevcut seçim sistemi kazanan her şeyi alır bir seçim sistemi olduğu için önemsenemeyecek bir durum değil. O nedenle, enflasyon artışının AK Partinin oy aldığı insanları vurması yine bilinçli bir politika olmaktan ziyade kontrol edilemeyen kur artışının bir sonucu olduğu son derece açık.
Bu işten belirli bir kesim kazanıyor, ihracatçılar da onlardan birisi söylemi ise bir ölçüde kabul edilebilir ama bu da sürdürülebilir değil. İhracatçının maliyeti, yüksek enflasyon nedeniyle hızla artmakta. Üretici maliyetleri o kadar hızlı artıyor ki ihracatçının karları kurun stabil kaldığı bir ortamda zaman geçtikçe erimekte. Son bir yıl içerisinde Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi %132,16 artmış durumda. Bu kadar maliyet artışını ne ihracat yaparken fiyatlara yansıtmak mümkün ne de bu maliyetlere rağmen ihracata uzun süre devam edebilmek. Kurun sürekli değer kaybetmesi lazım ki rekabetçilik korunsun. O nedenle, bu planlı olduğu söylenen yeni durumda kur artışlarının üretici enflasyonu kadar artması kaçınılmaz.
Bu ise aslında bizi bir sarmala götürüyor: Kur arttıkça üretici maliyeti artacak, üretici maliyeti arttıkça da ihracatçının rekabetçi kalabilmesi için kur tekrar artacak. Bu arada enflasyon da yüksek seyredecek. Böylesi bir durum yavaş yavaş iç piyasayı öldürecektir. Böyle bir politikanın planlanmış olması, planlanmış olsa bile başarılı olması ve sürdürülebilir olması mümkün değil. Halbuki bilinçli bir politikanın sürdürülebilir olmasını beklerim ben. Yakın dönemde seçim olsa kısa dönemli bir hedeften bahsedebilirdik belki ama 2021 Eylül ayından seçim tarihine iki seneye yakın bir süre vardı, bununla da açıklayamıyorum. Peki başka ne olmakta ve ne olacaktır?
Tasarruf sahipleri bu sistemde birikimlerini korumak için mecburen dolar almaya devam edecek. Ki zaten yukarıda bahsettiğim üzere ihracatın devamı için kurda sürekli olarak yukarı yön kaçınılmaz, o nedenle döviz yukarı çıktıkça hane halkının döviz alma iştahı artarak sürecek ve böylece dövize daha fazla talep gelecektir. Dışarıdan döviz girişi turizm dışında durmuş durumda. Cari açıktaki artış da yine döviz bulmayı gerektiren başka bir durum. Hem hane halkı döviz talebinin artması hem de cari açığın artmaya devam etmesi döviz kıtlığını içinden çıkılmaz hale getirir. Zaten döviz yeterince kıtken daha da büyük bir kıtlığa doğru gidişimiz kaçınılmaz. Mevcut döviz kıtlığında riskliliği gösteren CDS değerlerinin oldukça yüksek seviyelere çıktığını da unutmayalım. Default etme olasılığımızın oldukça arttığını fiyatlıyor CDS. Dışarıdan borç bulmak böylece daha da zorlaşıyor. Ülkenin batma riskinin yüksek olduğunun fiyatlandığı bir noktaya bilinçli bir şekilde getirildiğine inananlar için açıklanması gereken durumlar bunlarla da sınırlı değil.
Her şeyin bilinçli bir şekilde planlandığı gibi gittiğini iddia edenlerin açıklaması gereken bir diğer nokta mevcut döviz kıtlığının geldiği noktada dış ilişkilerin durumu. Yabancı yatırımcıların gelmediği, IMF gibi kuruluşlardan borçlanılmadığı ya da borçlanılamadığı yerde, geriye kalan dövizi ikili ilişkilerle bulmak… Ekonomi planı nasıl işliyorsa Türkiye, Cemal Kaşıkçı cinayetini Suudi Arabistan’a devretmek zorunda kaldı. Batılıların Kaşıkçı cinayetine suskunluğu bunların derdi para denilerek açıklanırken, bizim bu davayı Suudi Arabistan’a devretmeye razı olmamız da herhalde başka şekilde açıklanamaz. İşler beklenildiği gibi gitmediği için hem dava iade edildi, hem de birkaç hafta sonra Suudi Arabistan’a ziyarette bulunuldu. The Guardian gazetesine verilen bir demeçte Suudi bir yetkilinin “Onun (Erdoğan) bize, bizim ona olandan daha fazla ihtiyacımız var ve bize gelen de o. Duruşu ona, milyarlara mal oldu. Yapılacak herhangi bir ticaret bizim şartlarımızla olacak” sözünü de hatırlatmak lazım (4). Ayrıca 15 Temmuz’un planlayıcısı olduğu anlatılan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yönetimiyle de ilişkileri birden düzeltmek zorunda kalındı. Ekonomide olan bitenlerinin bir diğer sonucu da bu oldu.
Çelişkiler Yumağı – Genel Bakış
Evet biz buraya düşük faizle birilerini zenginleşmesinin yolu açılmaya çalışılırken gelmiş olabiliriz. Birileri daha zengin olsun istendi ve ona uygun politikalar öncelendi. Fakat politikaların bu belirli kesimi zengin etmeye çalışırken kontrolden çıkması ve geri dönülemez bir hal almasını, hala her şeyi bilinçli yapan bir ekonomi yönetimiyle açıklamak, oldukça ezberci bir yaklaşım. Ak Parti tabanının birçoğu bile ekonominin her ne sebeple olursa olsun bir plan dahilinde başarılı gittiğine inanmıyor ama bazı muhalif çevreler bu inanca kendini kaptırmış durumda. Bir kesimin zenginleşmesi için uygulanan politikalar o kesim zenginleşti diye başarıya ulaşmış olmak zorunda değil. Bazen A noktasından B noktasına ulaşmanın farklı yolları ve maliyetleri olur. Düşük maliyetle bunu yapmaya kalkarken yüksek maliyetle yapmak, bu planlarının tuttuğunu ve olan bitenin bilinçli olduğunu göstermez.
Bu kadar çelişkinin olduğu yerde hiçbir kredibilitesi olmayan bir bakanın “Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar, çarklar dönüyor” sözlerini bir itiraf kabul edip bilinçli bir politikanın belgesi olarak görmeyi körleşme ve hayranlıkla açıklayabiliyorum. Kaldı ki bu sistemden zarar eden tek kesim dar gelirliler de değil. Söylenmemesi gereken bir şeyi bu kadar aleni bir şekilde ifade eden birinin kendi hedefleri doğrultusunda başarılı plan yapması ya da başarılı bir plan içerisinde bulunmasını düşünmek, başlı başına bir çelişki zaten. Türkiye ekonomisi Erdoğan yönetiminde açık bir şekilde sağa sola savruluyor, olan basit haliyle bu. Bütün bunlar olup biterken hala bilinç atfedenlerin kendisine sorması gereken bir diğer soru da şu aslında: Peki ülkede daha ne olursa bu yaşananların bilinçli olmadığına kanaat getirirsiniz?
Referanslar:
1) https://www.bloomberght.com/tcmb-baskani-kavcioglu-nun-ilk-ozel-roportaji-2277484
2) https://www.dw.com/tr/mb-ba%C5%9Fkan%C4%B1-faiz-enflasyonun-%C3%BCzerinde-kalacak/a-57051435
3) https://t24.com.tr/haber/eski-hazineci-kerim-rota-hukumete-seslendi-kkm-den-simdiden-100-milyar-tl-arti-yuk-cikti-toptan-istifa-zamani-gelmedi-mi,1036127#:~:text=Eski%20Hazineci%20ve%20Gelecek%20Partisi,Milyar%20TL%20art%C4%B1%20y%C3%BCk%20%C3%A7%C4%B1kt%C4%B1.
4) https://tele1.com.tr/suudi-arabistan-medyasi-erdogan-ayagimiza-geldi-prens-muhammed-kazandi-614753/
Fotoğraf: Patrick Perkins