Giriş
21. yüzyılın ilk çeyreği geride kalırken dünya; yeniden cepheleşmelerin, bloklaşmaların ve vekâlet savaşlarının eşiğinde. Ukrayna’dan Gazze’ye, Asya-Pasifik’ten Kızıldeniz’e uzanan geniş bir jeopolitik sarsıntı hattı, insanlığı çatışma çağının eşiğine getiriyor. Böyle bir dönemde, Türkiye’nin “terörsüz bir gelecek” hedefini gündeme taşıması, yalnızca bir güvenlik politikası tercihi değil; aynı zamanda bölgesel barışa, iç istikrara ve diplomatik itibar inşasına dair stratejik bir rota çizimidir.
Terörle mücadelenin klasik reflekslerini aşarak, çok katmanlı ve çok aktörlü bir güvenlik mimarisi kurma çabası; Türkiye’yi savaşın diliyle konuşan bir coğrafyada, barışın adını anabilen nadir ülkelerden biri yapmaktadır. Bu vizyon, yalnızca bir tehdidi bertaraf etmeye değil, aynı zamanda bölgesel barış düzenine katkı sunan bir devlet aklının yeniden inşasına işaret etmektedir.
I. Türkiye’de Siyasal Dönüşüm ve Güvenlik Mimarisi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre anayasa yapım süreci ile 15 Temmuz’un ardından kurulan siyasi ittifak, Türkiye’yi krizler çağında daha etkin bir aktör haline getirme hedefiyle, devlet eksenli siyaset yapma pratiğini güçlendirme amacını taşımaktadır. Bu bağlamda atılan adımlar, Türkiye’nin yeni dönemdeki yürüyüşüne yönelik ön hazırlık niteliği taşıyan iş birliklerini de beraberinde getirmektedir.
Türkiye’de siyaset yapma biçimi, Sayın Cumhurbaşkanı’nın aktif siyaset dönemlerinde önemli bir evrim geçirmiştir. Artık bürokrasi merkezli işleyişin yerini doğrudan siyasi karar alma süreçleri almıştır. Bu geçiş, her ne kadar liyakat gibi devletin temel çarklarını zaman zaman zorlayıp kalıcı hasarlar yaratma riski taşısa da, kriz dönemlerinde hızlı hareket edebilme avantajı sağlamaktadır.
II. Terörle Mücadelede Değişen Zemin: Çözüm Sürecinden Yeni Doktrinlere
Terörsüz bir Türkiye hedefi de bu siyasal dönüşüm süreci çerçevesinde, hem iç dinamikler hem de dünyanın gidişatı göz önünde bulundurularak ele alınmalıdır. Güvenlik politikalarının yeniden yapılandırıldığı bu dönemde, devletin merkezine yerleştirilen siyaset, bu alanda da farklı bir çözüm vizyonu üretme potansiyeline sahiptir.
Önceki çözüm sürecinden farklı olarak, bugün Türkiye’nin gündemini meşgul eden yeni bir güvenlik ve siyaset yaklaşımı söz konusudur. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı’nın Ekim ayında yaptığı ve siyasi ezberleri bozan açıklamasından bu yana, terör örgütünde çözülme süreci gözle görülür biçimde başlamış durumdadır.
Özellikle devletin resmi kanalları üzerinden yapılan açıklamalar, sahada da kararlılıkla uygulanmaya başlanırsa, Türkiye uzun yıllardır aşmakta zorlandığı çok önemli bir güvenlik bariyerini geride bırakma eşiğine gelebilir.
III. Ekonomik ve İnsani Maliyet: 1990’lardan Bugüne Terörün Bedeli
1990’lardan bu yana Türkiye, bölücü terörle mücadele kapsamında hem ekonomik hem de insani açıdan ağır bedeller ödemiştir. Resmi ve bağımsız kaynaklara göre PKK terör örgütüyle yürütülen mücadele sürecinde ülke yaklaşık 1 trilyon dolara yakın bir maliyete katlanmış, doğrudan ve dolaylı kayıplar dahil edildiğinde bu rakam daha da yükselmiştir.
Öte yandan, 40 bini aşkın insan —güvenlik görevlileri, siviller ve örgüt mensupları dahil— hayatını kaybetmiştir. Bu tablo, yalnızca ekonomik değil, toplumsal ve psikolojik olarak da Türkiye’yi yıpratan bir süreç olarak kayda geçmiştir. Terörle mücadelenin sadece askeri değil, siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarıyla ele alınması gerektiği gerçeği, bu kayıplar üzerinden daha da net biçimde ortaya çıkmaktadır.
IV. Uluslararası Karşılaştırmalar: Katalonya ve Kuzey İrlanda Örnekleri
Türkiye’nin terörle mücadelesi, Avrupa’daki ayrılıkçı hareketlerle kıyaslandığında, daha karmaşık bir güvenlik ve dış politika bağlamında şekillenmiştir. İspanya’nın Katalonya bölgesinde yaşanan ayrılıkçı talepler, çoğunlukla siyasi ve sivil itaatsizlik eylemleri üzerinden yürütülmüş, Madrid yönetimi bu süreci anayasal sınırlar içinde yargı ve idari tedbirlerle kontrol altında tutmuştur.
Türkiye’de ise PKK terör örgütü, sadece ayrılıkçı bir söylemle değil, doğrudan silahlı saldırılarla devlete meydan okuyan bir yapı olarak ortaya çıkmış; bu durum, Türkiye’yi daha yüksek yoğunluklu bir askeri güvenlik politikası uygulamaya zorlamıştır. Katalonya’da müzakere zeminini zorlayan sivil hareketler öne çıkarken, Türkiye’de çözüm süreçleri zaman zaman silahlı tehdidin gölgesinde yürütülmüş ve bu da toplumsal meşruiyet açısından önemli farklar doğurmuştur.
Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda’da uyguladığı çözüm modeli ise Türkiye açısından önemli dersler barındırmaktadır. IRA ile yürütülen uzun müzakereler, 1998’deki Hayırlı Cuma Anlaşması’yla sonuçlanmış ve taraflara belirli siyasi temsiliyet ile toplumsal barışın eşzamanlı tesisini sağlayacak mekanizmalar sunulmuştur. Bu süreçte silahların bırakılması, siyasi temsiliyetin genişletilmesi ve ekonomik kalkınma gibi unsurlarla birlikte işletilmiş, uluslararası denetim ve arabuluculuk önemli rol oynamıştır. Türkiye’nin 2013–2015 yılları arasında yürüttüğü çözüm süreci de benzer hedefleri taşısa da, silahlı yapının varlığını sürdürmesi ve toplumsal desteğin parçalı kalması nedeniyle kalıcı bir barış üretilememiştir.
V. ABD ve Bölgesel Strateji: Trump Dönemi ve Sonrası
Tüm bu yaklaşımlar çerçevesinde Türkiye’nin öncelikli hedeflerinden biri, terör sorununu gündem dışına itmek ve istikrar zeminini güçlendirmektir. Her ne kadar bu çabanın somut ve kesin sonuçları henüz net şekilde ortaya çıkmamış olsa da, özellikle ABD’de Trump yönetiminin kalan yaklaşık 3,5 yıllık süreci dikkate alındığında, bu strateji Türkiye açısından oldukça isabetlidir. Ankara, bu dönemde küresel dengeleri doğru okuyarak, en büyük iç güvenlik sorunlarından biri olan terörü siyasal ve diplomatik gündemden çıkarmayı hedeflemektedir.
Bu doğrultuda atılacak her adım, Türkiye’nin özellikle bölgesel krizlerde oynadığı barışçıl ve arabulucu rol açısından da yeni bir meşruiyet zemini yaratacaktır. Trump’ın ilk başkanlık döneminde Türkiye, sahada sert gücünü kullanarak birçok bariyeri aşmış; ardından ise bekle-gör politikası çerçevesinde uyguladığı yumuşak güç stratejisiyle bu kazanımları diplomatik zemine taşımayı başarmıştır. Bu ikili strateji, Türkiye’nin sadece güvenlik alanında değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde etkin ve meşru bir aktör olarak konumunu pekiştirmesine olanak sağlamıştır.
VI. Yeni Diplomasi Zeminleri: Miçotakis, Sisi, Şam, Kalkınma Yolu
Türkiye, son yıllarda yürüttüğü çok yönlü dış politika sayesinde, yalnızca krizleri yöneten değil, aynı zamanda çözüm üreten bir aktör olarak öne çıkmaya başlamıştır. Bu bağlamda Yunanistan Başbakanı Miçotakis ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile kurulan temaslar, uzun süreli diplomatik soğukluğu geride bırakarak, Doğu Akdeniz’de daha istikrarlı bir dönem için umut vermektedir. Türkiye’nin Arap dünyasında özellikle Şam rejimiyle yakınlaşma çabaları ve Sudan, Libya gibi bölgelerde yürüttüğü yapıcı tutum, ülkenin yeniden şekillenen Orta Doğu jeopolitiğinde oyun kurucu aktör konumunu pekiştirmektedir.
Suriye’de oluşan yeni siyasi düzende Türkiye’nin dolaylı etkisi göz ardı edilemez. Demokrasi ve halk iradesine dayalı bu geçiş sürecinde, Türkiye’nin uzun yıllardır bölgedeki halk hareketlerine gösterdiği ilkesel destek dikkat çekmektedir. Öte yandan, Irak üzerinden planlanan Kalkınma Yolu Projesi, yalnızca ekonomik değil, stratejik açıdan da yeni bir dönemin habercisidir. Basra Körfezi’ni Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlamayı hedefleyen bu dev altyapı projesi, Ankara’nın bölgesel entegrasyon ve istikrar inşa etme hedefleriyle doğrudan örtüşmektedir.
VII. Terörsüz Türkiye: Yeni Güvenlik Paradigması
“Terörsüz Türkiye” meselesi, yalnızca bir iç siyaset başlığı olarak ele alındığında, geçmişteki çözüm süreci ile aynı zeminden okunamaz. Ne tarih aynı tarihtir, ne dünya aynı dünyadır, ne örgüt aynı örgüttür, ne de aktörler aynı aktörlerdir. Bugünün Türkiye’si, çok kutuplu küresel düzende farklı bir güvenlik ve diplomasi kapasitesiyle hareket etmektedir. Çözüm süreci, belirli tarihsel koşulların ve siyasal dinamiklerin ürünüydü; oysa bugün ortaya çıkan tablo, çok daha karmaşık, çok daha çok katmanlı bir mücadele alanına işaret etmektedir.
Bu nedenle, terörün tasfiyesi hedefi artık yalnızca silah bırakma ya da müzakere zemininde değil; aynı zamanda bölgesel diplomasi, ekonomik entegrasyon, kamuoyu direnci ve ulusal bütünlük perspektifiyle birlikte ele alınmaktadır. Türkiye’nin mevcut yaklaşımı, geçmiş deneyimlerden ders alarak çok yönlü ve sürdürülebilir bir güvenlik mimarisi inşa etme çabasının bir yansımasıdır.