[voiserPlayer]
Her rejimin dayandığı bir meşruiyet zemini vardır. Kendi yakın geçmişimize dönüp bakarsak Cumhuriyetin kurucu ricali için bu meşruiyet, işgalden kurtardıkları ülkenin bir daha işgal edilmemesi için gelişmiş devletler ligine yükselmek adına ne gerekiyorsa yapmaktır. 27 Mayıs’ta köy kahvelerinin bile partilere göre ayrıldığı yoğun kutuplaşma ortamında bu kutuplaşmayı ortadan kaldırmakken, 12 Eylül’de ise çatışma ve anarşi ortamını bertaraf etmektir bu meşruiyetin kaynağı. Görüldüğü gibi bu örneklerden hiçbiri meşruiyetini sandıktan almamaktadır. Bu yönetimlerin her biri kriz anlarında var olan bir krizi çözmek için ortaya çıkmış ve meşruiyetlerini de kriz çözme kapasitelerinden alan hükümetlerdir. İlk örnek, diğerlerinden farklı olarak kurucu iradeyi temsil ederken, Türkiye’nin çok partili hayata geçişini takip eden diğer örneklerde ise önce demokratik rejimin neden işlemediğini/işlemeyeceğini anlatmak gerekmiştir. Örneğin Kenan Evren, anılarında 1980 yılını şöyle anlatmaktadır:
“Biz bu vaziyette seçim yapılabileceğine inanamıyoruz. Cenazeler musalla taşına götürülemiyor, halkı seçim sandığı başına nasıl göndereceğiz?”
Anlaşılacağı üzere bu ifadeler, aslında kimsenin sandıkla güvenli bir biçimde iktidarı devralamayacağına işaret ederek olağanüstü bir rejime meşruiyet de sağlamaktadır. Nitekim tarih de bize bunu göstermiş, bu yönde yaratılan bir algıyla 12 Eylül 1980 sabahı Türkiye, siyasi kültürü ve hafızasında silinmez izler bırakacak bir darbe yönetimine uyanmıştır. Ne hikmettir ki Evren’in yukarıdaki ifadeleriyle Arınç’ın dün yaptığı açıklamalar hemen hemen aynıdır:
“Manzara o kadar acı ki, buralarda seçmen kalmamış. Hem seçmen kütükleri geçersizleşmiş hem de seçim yapmak hukuken ve fiilen imkânsız hale gelmiş.”
Bu açıklamaya katılanlar neye destek verdiklerini iyi anlamalı. Yukarıda da ifade ettiğim gibi böylesi bir uygulamaya, yani seçimlerin ertelenmesine rıza göstermek, iktidarın kaynağının değişmesine de rıza göstermektir. Yani iktidarın yeni meşruiyet zemini sandık yerine yıkılan şehirlerimizi “yeniden inşa etmek” olurken, seçimlerin ertelenmesine destek olanlar da bu gerçekleşene kadar iktidarın seçimleri defalarca ertelemesine rıza göstermiş olurlar. Bu, her ne olursa olsun iktidarda kalmayı siyasetinin mihverine koymuş bir iktidarın bu şehirleri inşa etmesini de geciktirecek bir uygulamadır. “Mücbir sebep” ile seçimleri erteleyen iktidar, seçimleri yeniden ertelemek için o sebebin ortadan kalkmasına müsaade etmeyecektir. Otoriter rejim bir kere bu kapıdan geçerse Türkiye’de bir daha hiç seçim görmeyebiliriz. Anayasaya açıkça aykırı olan bu uygulamaya yürekli bir biçimde karşı çıkmalıyız. Anayasa, arada bir hatırlayıp açıp bakacağımız bir dönem romanı değil, toplum sözleşmemizdir. Anayasa yoksa hiçbirimizin can ve mal güvenliği de yoktur.
EK: İktidarın “halkı düşünme” kılıfıyla girişeceği seçimleri erteleme çabalarına destek olurken kendinize sormanız gereken bir soru var: Anketlerde iktidar açık ara önde olsa ve muhalefet “bugün seçim konuşulacak gün değil” dese iktidar ne yapardı? Bu sorunun yanıtı, bu ülkede demokrasinin ayakta durmasını isteyen herkesin de göstermesi gereken tavrı belirliyor aslında. Unutmayın, seçimler, yalnızca iktidar kazandığında yapılacaksa o rejimin adı demokrasi değildir.