Yaz aylarının oldukça hareketli geçeceği şimdiden belli. Çünkü dünya savaş belirsizliği içinde kavruluyor. Bir tarafta Ukrayna-Rusya, diğer tarafta Gazze özelinde İsrail-Filistin, son olarak ise İsrail-ABD ittifakıyla İran arasındaki, savaş normal olan her şeyi istisna haline getirdi.
Trump başta olmak üzere popülist liderlerin söylem ve tercihleri küresel istikrarsızlığı daha da arttırdı. İçeride ise Cumhur İttifakının Kürt hareketiyle birlikte yürüttüğü bir açılım süreci ile AKP ve CHP arasında bir türlü harareti dinmeyen yüksek düzeyde bir kutuplaşma var. Bu arada hemen girişte belirtmek gerekir ki dış istikrarsızlıkların arttığı konjonktürler genelde iktidarlara yarar. Güvenlik riski arttığında halk güçlü lider ve mevcut hükümetin etrafında toplanır. Bu bağlamda Erdoğan çevresinde yeni bir konsolidasyon ikliminin oluşma ihtimali çok yüksek. İçerideki tüm çelişkilerin kendini ortaya koyacağı mesele ise yeni anayasa tartışmaları olacak. Anayasa mevzusunun iktidarın oyun planı bakımından daha ayrıntılı ve geniş çaplı bir şekilde irdelenmesi bu nedenle elzem.
Öncelikle şu tespiti yapmak da yarar var: Cumhur İttifakı bileşenleri DEM desteğini alsalar dahi anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip değil. Bu nedenle ek rıza üretmeleri ve muhalefetin en azından bir kısmının olurunu alacak değişiklikler yapmaları gerek. Muhtemel konu başlıklarını değerlendirdiğimizde şu olasılıklar ön plana çıkıyor:
Yargısal etkinlik uzun süreden beri muhalefetin gündeminde. Özellikle siyasilerin yargılandığı davalarda uzun tutukluluk süreleri siyasi harareti yükseltiliyor. Tutuklanmanın peşin cezalandırmaya dönüşmemesi için anayasaya tutuklu yargılamalar bakımından, en azından ilk derece mahkemelerindeki süreci hızlandıracak şekilde emredici hükümler eklenebilir. Bu durum yargı-siyaset ilişkisini olumlu etkileyip muhalefetin kaygı düzeyini aşağı çekecektir.
Başkanlık sistemi Cumhur İttifakının esası. Ayrıca 2023 yenilgisinden sonra muhalefetin parlamenter sisteme dönüşü temel bir gündem maddesi haline getirmesi çok zor. Ancak Türk tipi başkanlığın bazı sorunlara yol açtığı iktidar çevrelerince de dile getiriliyor. İktidar pekala başkanlık sistemini koruyarak bürokratik rasyonellik ve kuvvetler ayrılığıyla ilgili iyileştirmeleri hayata geçirebilir. Bakan atamalarında meclis onayı, başkan seçimi ile meclis seçimin farklı zamanlarda yapılması ile bakanlık iç mimarisinde müsteşarlık düzenine geri dönüş, liyakat ve denetime dair eleştirilerin en azından bir kısmını kadük hale getirip iktidarın hareket kabiliyetini arttıracaktır.
Kayyım meselesi bir diğer önemli başlık. Keza PKK gerçekten de silah bırakırsa kayyıma dair tartışma önemli ölçüde unutulacak. Ancak CHP ve DEM’li belediyelere kayyım atanması süreci muhalefetin merkezin müdahaleleri karşısında yerele daha fazla güvence talep etmesine yol açabilir. Bu bağlamda kayyım hususunun anayasada düzenlenmesi gerek. Belediye başkanı görevden alındığında görevden alma nedeni ne olursa olsun yeni başkanı/başkan vekilini belediye meclisi seçmeli. Belediye meclisi de görevden el çektirilirse seçim tekrarlanmalı. Ayrıca belediye başkanının doğrudan doğruya İçişleri Bakanlığı tarafından değil, Bakan önerisiyle Danıştay kararıyla görevden alınması bir ihtimal olarak düşünülebilir. Her halükarda yerel yönetimleri güçlendirmeye ihtiyacımız var. Ayrıca kayyım mekanizmasının Kürt seçmende yarattığı tahribatın izleri de silinmeli.
Alevi yurttaşları hakları meselesi bir diğer önemli gündem. Aslında olması gereken basit bir kanun değişikliğiyle ibadet yerleri listesinin güncellenmesi ve cemevinin devlet tarafından ibadethane olarak kabulü. Bu adım atılana kadar Aleviler kendilerini ülkenin eşit vatandaşları saymayacak, ayrımcılığa uğradıkları iddiasını dillendirmeye devam edecekler. Hükümetin Alevi-Bektaşi Başkanlığı gibi bir kamu kurumu kurması ve Alevileri en azından ihtiyaçları bakımından tanıması şüphesiz ki olumlu. Bahsi geçen olumlu adımın daha da ileri götürülmesi gerek. İlgili Başkanlığın anayasada düzenlenmesi, başkanlığın yanında Alevi dedelerinden oluşan bir danışma kurulunun oluşturulması ve kurumun Kültür Bakanlığı yerine Cumhurbaşkanlığına bağlanması muhtemel seçenekler olarak önümüzde durmakta.
15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı olağanüstü koşullar, istisnanın kural haline gelmesine ve devletin özgürlük-güvenlik dengesinde güvenlik ayağını daha da güçlendirmesine yol açtı. Geldiğimiz yer bakımından özgürlük lehine bazı adımlar atmaya ve normalleşmeye ihtiyacımız var. Bu bağlamda bazı mevzuat hükümleri gözden geçirilebilir. Rektörlük seçimlerinin geri gelmesi üniversitelerde ciddi bir rahatlamaya yol açacak, mevcut rektörlerin icraatları üzerinden hükümete yönelik eleştirileri gündemden düşürecektir. Ayrıca KHK sorunu da halledilmeli. Hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunan kişiler dışındaki tüm KHK’lılar devletteki görevlerine iade edilmeli. Daha önce MHP’nın bu yönde bir açıklaması olmuştu. “Mahkemenin suçlu demediği insanları geri kazanalım, insanları devlet düşmanı yapmayalım” diye. Bu niyet bir başlangıç zemini olarak değerlendirilirse geniş kitleler lehine adalet tesis edilmiş olur.
Son olarak çoğulculuğa değinmek gerekir. Muhalefet aktörlerinin iddiası siyasi iktidarın ülkedeki çoğulculuğu yok ettiği şeklindedir. AKP’li yıllarda siyaset, medya ve sivil toplum eskisine göre daha tekdüze hale gelmiştir. Bu eleştirinin cepheden yanıtlanması ve çoğulculuğu güçlendirecek adımlar atılması yerinde olabilir. Seçim barajının % 7’den % 5’e indirilmesi ve küçük partilere siyasi hayata daha kolay tutunmalarını sağlayacak imkanın verilmesi gerekir. Ayrıca sendikalar ve sivil toplum kuruluşları için dönem sınırlaması gündeme alınmalıdır. Ulusal ve yerel düzeyde işçi, işveren sendikaları, esnaf, ticaret odaları ve diğer pek çok STK da başkanlar 20-30 yıl koltuklarını koruyabilmektedir. Oysa sivil toplumun çoğulculaşması demokratikleşmesinden geçer. Bir kişi 30 yıl üyesi olduğu sendikanın başkanı oluyorsa orada çoğulculuk zemin kazanamaz.
Tartışmayı nihayete bağlarken şu tespiti yeniden ele alabiliriz. Şüphesiz ki AKP, bundan 20 yıl önceki AKP değil. Türkiye ve dünya çok değişti. O günün AKP liderliği kendi koşulları içinde reform yapabiliyordu. Peki, bugünün AKP’si ne yapacak? Geçmişe dönmeden geleceği kurmak mümkün mü?