[voiserPlayer]
Avrupa Birliği, Türkiye’nin üyelik müzakerelerini hafızasından silmek istediği kötü bir kabus olarak görüyor. Demokrasiye dönüş olması durumunda ne olacağına dair zihni bir hazırlık içinde değiller.
Muhalefet partilerinin dış politika sorumluları 24 Ekim haftası Brüksel’de yaptıkları temaslarda, Avrupa Birliği’nin korkularının farkındalığıyla mesajlarını verme yoluna gittiler.
CHP, İYİ Parti, HDP, Deva Partisi ve Gelecek Partisi’nin temsilcileri konuşmalarında genelde şu ortak mesajı verdiler: “AB üyelik hedefinden vazgeçmeyiz, ama üyeliğin bugünden yarına olmayacağının da farkındayız. Zaten öncelikle içeride atmamız gereken demokrasi adımları var; katılım süreci hemen canlanmayabilir, zaten bu adımları üyelik için değil kendimiz için atacağız.”
Aralarından bir tanesi, şu anda Avrupa Komisyonu’nun düzinelerce sayfa tutan ülke raporuna dikkat çekerek, “Biz iktidara geldikten sonra bu rapor bir kaç sayfadan oluşacak” dedi ve o zaman ne yapacaksınız demeye getirdi.
“Demokrasiye dönüp kriterleri yerine getirmeye başlarsanız tabii ki sevinçle katılım sürecini canlandırırız” demediler muhatapları. Gözlerini kaçırıp, havaya bakmayı tercih ettiler.
Aslında muhalefetin seçimleri kazanacağına dair şüpheleri var. Muhalefetin böyle bir potansiyeli olsa da “seçimler demokratik şartlarda gerçekleşecek mi” diye sordular. “AK Parti ve lideri kaybederse, gidecek mi ki” diye üstelediler.
Genişlemeden Bahsetmeyen Genişleme Komiseri
Muhalefet partilerinin temsilcileri bir Alman vakfının davetiyle Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nu turlarken Oliver Varhelyi, AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri, İstanbul yolundaydı.
Türkiye’ye gelmese ismini hatırlamayacaktım.
Bunu, 30 küsur yıl AB ilişkilerini takip etmiş bir gazeteci olarak söylüyorum.
Kabul, mesleki deformasyon elbet var. Ancak bu isim hafızamda yer etmemişse, demek ki genişleme komiseriyle ilgili çok az haber/yorum yapmışım. Bunun da nedeni, muhteremin Türkiye’yle ilgili habere vesile olacak herhangi bir faaliyette bulunmamış olması.
2019’da genişleme ve komşuluk politikalarından sorumlu komiser görevini üstlenen Macar diplomat, şimdiye kadar Türkiye’ye iki kere geldi. (Ne demek, “üç kere geldim” diye de itiraz etmiş, transit geçtiği İstanbul seyahatini de ziyaretten sayarak.)
Üstelik son gelişinde ekonomiden, göç sorunundan konuştu da; bir tek genişlemeden, yani Türkiye’nin adaylık sürecinden bahsetmedi.
Zira, AB artık Türkiye’nin adaylığı konusunda tam bir amnezi, yani hafıza kaybı yaşıyor. Daha doğrusu hafıza kaybı yaşar gibi yapıyor.
Ağıza Alınmak İstenmeyen Adaylık Statüsü
Adaylık kağıt üstünde kaldı, söylemden tamamen düşmüş durumda.
Aslında sadece Türkiye’yle sınırlı bir refleks dersek haksızlık etmiş oluruz. AB ciddi anlamda genişleme yorgunu. 27’li formatta yola devam etmenin zorluklarını hergün yaşıyor. Ukrayna savaşı öncesinde Balkanlara bile bırakın kapıyı açmayı, neredeyse kapıyı örter gibi bile yaptı. Rusya Ukrayna’ya saldırmasa, Ukrayna da tepki olarak AB’ye “hızlı üyelik” başvurusu yapmasa, genişleme meselesi daha bir süre uykuya yatırılacaktı. Genişleme portföyünün Macar bir diplomata teslim edilmesi boşuna değil.
Komisyonun web sitesinde Varhelyi’nin sorumlulukları arasında “kilit bir ortak” olarak Türkiye ile yakından çalışmak sayılıyor.
Buna da şükür denilebilir; bir ara ortaklıktan, “rakip”, hatta “hasım” kategorisine doğru bir gidişat vardı ki Yunanlılar ve Rumları bir yana bırakırsak, başta Fransa olmak üzere Türkiye’yi böyle görmeye meyilli ülkeler de var.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz yakınlarda genişlemeden ne kadar yana olduğunu söylerken, Balkanlar dedi, Moldova dedi, Ukrayna dedi –ki Ukrayna’nın üyeliği daha çok su kaldırır- bir Türkiye’den bahsetmedi. Dikkatinizi çekerim; bu unutkanlık Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu bildiğimiz Hristiyan Demokratların liderinden değil, geçmişte kriterleri yerine getirmesi durumunda üyeliğe ehil olduğunu savunan Sosyal Demokratların liderinden geldi.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen 14 Eylül’de gerçekleşirdiği yıllık konuşmasında Batı Balkanlar, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ı AB ailesinden sayarken, bilin bakalım kimden bir kere bile bahsetme gereği duymadı. Bildiniz, Türkiye…
Adaylık sürecini şimdilik unutmaları belki de lehimize; çünkü mevcut duruma bakıp, “Kopenhag kriterlerini yeterince –bu vurguya dikkat- karşıladığınız için katılım görüşmelerini başlatmıştık, mevcut halde siyasi kriterlerde başaşağı gidiyorsunuz” deyip üyelik müzakerelerini resmen askıya da alabilirlerdi.
Resmen değilse de fiilen askıya aldılar. Aslında bu da önemli ve Türkiye’nin lehine bir durum. Zira resmen askıya alsalar; askıdan geri döndürmek için deveye hendek atlatmak gerekecek, Fransa sinir yapacak, Almanya homurdanacak, zaten Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hayatta olmaz diyecek vs vs vs.
Hani neredeyse resmen askıya almayarak amiyane tabir ile bize kıyak geçiyorlar bile denebilir.
Adaylıkla İlgili Hafıza Kaybının Kalıcı Olması İsteniyor
Genişleme söyleminde, yani lafta bile olsa, Türkiye’nin artık aday ülke olarak adının anılmaması adaylıkla ilgili hafıza kaybının aslında kalıcı olmasının istenmesiyle alakalı.
“Türkiye’yle işimize gelen, çıkarımıza olan alanlarda iş birliği yapalım ama mümkünse üyelik sürecini unutalım gitsin; sanki hiç müzakereler başlamamış gibi yapalım” havasındalar.
Varhelyi Türkiye’ye geldiğinde iş dünyasının temsilcileriyle buluştu, Ticaret Bakanı ile görüştü, İçişleri Bakanı ile sınırda temaslarda bulundu.
Varhelyi’den TBB Başkanının Tutuklamasına Yorum Yok
Varhelyi’nin temasları sürerken Türk Tabibler Birliği Başkanı sırf PKK’ya karşı kimyasal silah kullanım iddialarının araştırılması gerektiği yönündeki açıklaması nedeniyle tutuklandı.
Birisi çıksa Varhelyi’ye, “Bu arada bizim şu adaylık meselesi” dese, o da “Tam temaslarda bulunduğum gün açık hak ihlali yapıp sonra da bana ‘biz adayız’ diye hatırlatmada bulunmak pek bir çelişkili” diye cevap verse, söyleyecek bir şey bulamazdık herhalde.
Yine de Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasından Varhelyi’nin tek kelime etmemesi, bana göre “oryantalist” bir bakış açısını gösteriyor: “Siz kiiiim? Adaylık kiiim? Siz demokrasiyi falan bırakın bir yana, sınırları göçmenlere karşı nasıl koruyacaksınız onu konuşalım.”
AB’deki mantalite budur. Ama bunu değiştirmek de bize düşer.
Avrupalılar ne kadar hatırlamak istemese de Türkiye’nin katılım müzakerelerinin başladığı 2005’in önce ve sonrasındaki bir kaç yıl benim hatırımdan çıkmıyor. Çoğunluğu müslüman bir ülkenin isterse süratle evrensel değerlere dayalı bir sistemin gerekli yasal altyapısını kurup gerçek anlamda uygulamaya da geçirebileceğini kısa bir süreliğine de olsa görmüştük.
AB’nin de unutmaya çalıştığı “kabus,” Türkiye’nin kriterleri yerine getirip üyelik için kapısına dayanması ihtimali. Zaten o dönem Türkiye’nin reform sürecinde katettiği mesafeyi görüp panik oldular ve Sarkozy-Merkel ikilisi sayesinde frene bastılar. O tarihten itibaren, özgüven kazanan ve üyelik sürecindeki performansından istediğini elde eden AK Parti iktidarı da frene basıp demokrasi vitesini geriye taktı.
Yüzde 95, Türkiye Eurovizyon’a Katılsın İstiyor
Şimdi ise muhalefet, demokratik geri gidişte frene basıp demokrasi vitesini ileri atacağı vaadinde bulunuyor.
Avrupalı muhataplarıma, “ya seçimleri kazanıp vaadlerini yerine getirirse ne yapacaksınız” diye sorduğumda, muhalefetin Brüksel’de geçen hafta tecrübe ettiği gibi, ıslık çalıp havaya bakma hali var.
Seçimlerin akıbeti şüpheliyken Türkiye’nin “üyelik” kabusunu hatırlarına getirmek istemiyorlar.
Türkiye’de ise yaşanan onca hayal kırıklığı, öfke ve AK Parti’nin bütün şeytanlaştırma çabalarına karşın, en kötü zamanlarda bile toplumun AB’ye üyelik arzusu yüzde 50’lerin altına inmedi.
Merkezi İstanbul’da olan Global Academy’nin geçenlerde yayınladığı kamuoyu araştırmasına göre katılımcıların yüzde 95’i Türkiye’nin Eurovizyon’a katılması gerektiğini söylemiş. Yani Ak Parti istediği kadar Avrupa ile kültürel kopuş için uğraşsın, istediği sonucu alamıyor.
Türkiye’nin İkinci Yüzyılında Konumu
Türk toplumu Cumhuriyet’in ilanıyla 99 yıl önce nerede durmak istediğine dair kararını verdi. Bu tercih toplumun tüm kesimlerince tam olarak içselleştirilmemiş olabilir ama ben yine de kök tuttuğunu düşünenlerdenim.
Avrupa’nın gözünde önümüzdeki seçimler, bu tercih açısından bir sınav anlamı taşıyabilir.
Seçim sonuçları ne olursa olsun Türk toplumunun demokrasi mücadelesi devam edecek.
Seçimler sonrasında AB’nin Türkiye’ye dönük hafıza kaybı kök mü salacak, yoksa değişmek zorunda mı kalacak, bunu göreceğiz.
Fotoğraf: Markus Spiske