[voiserPlayer]
Avrupa Birliği genişleme sürecini yeniden gündemine aldı. Türkiye ise bir kez daha tarihi bir fırsatı kaçıracak. Gerçi biraz, “alan razı satan razı” durumu var.
Türkiye genişleme trenini yakalamak için çabalama arzusunda değil. Demokratik reform konusunda Ankara’nın iştahsızlığı da AB’nin işine geliyor. Ancak yine de genişleme süreci canlanırken Ankara’nın ağzına da bir parmak bal çalmak gerekecek.
Ve fakat bu bile, yani bal çalma açılımı bile, sancısız geçmeyecek. AB yine Türkiye’nin önüne koşullar sürecek. Yani yeni dönem de eskisi gibi olacak. Diğer bir deyişle Batı yakasında yeni bir şey yok. Bu özeti detaylandırayım.
Genişleme Telaşının Tetikliyicileri: Ukrayna Savaşı ve ABD Seçimleri
Çok değil daha 2021’de Batı Balkanlarda (Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Karadağ) yapılan zirvede AB, net bir katılım perspektifi çizmekten kaçınmıştı. 2021 Ekim ayında yapılan bu zirveden bir kaç ay sonra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bütün dengeleri bozdu. Ukrayna ve Moldova’nın adaylık başvurusunun dakikasında kabul edilmesine bozuk atan Balkan ülkeleri, 2022 yazında bile AB’den net bir tarih alamadılar.
Genişleme konusunun 2023’te yeniden gündeme gelmesinin bir sebebi Ukrayna Savaşı ise bir diğer sebebi de ABD’de yaklaşan seçimler. Trump ya da Trump benzeri bir Cumhuriyetçinin seçimleri kazanması, Avrupa’nın özellikle Rusya’ya karşı ABD’ye daha az sırtını dayamasını gerektirecek.
Rusya, Batı Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partilerle flört ederken Macaristan ve Bulgaristan’da da iç siyasette dengeleri değiştirebilecek nüfuza sahip. AB üyeleri nezdinde bile etkinliğini artırmaya çalışan Rusya’nın; ekonomik, politik, etnik ve dinsel kırılganlıklar içindeki Batı Balkanlarda yaptıkları ve yapabilecekleri Avrupa başkentlerini yeniden harekete geçirdi.
2030 Hedefi Tartışmalı
AB Konseyi Başkanı Charles Michel Ağustos sonunda AB’nin 2030’a kadar yeni üye almaya hazır olması gerektiğini söyledi.
2030 ne kadar gerçekçi bir hedef tartışılır. Ama sonuç olarak AB, yeni üyeleri kabul etmek üzere tarihi bir kavşak noktasına gelmiş durumda.
Ve tabii Türkiye-AB ilişkilerinde mutad olduğu üzere Ankara yine tarihi bir fırsatı kaçırmış olacak. Kaçan fırsat tabii ki Türkiye’nin üyeliği olmayacak. Muhalefet seçimi kazansaydı da kısa süre içinde Türkiye’yi ileri demokrasi noktasına getiremeyecekti.
Ama yine de başlatılan reform süreci sayesinde -her ne kadar bazı üye ülkeler büyük zorluklar çıkartsa da- katılım müzakereleri yeniden başlayabilirdi. Ek olarak, Türkiye önemli uluslararası ve bölgesel konularda Batı ile daha sağlıklı ilişki düzenine girebilirdi.
Böylece ülkemiz katılım müzakerelerinin yarattığı yeni dinamikle üstüne Batı ile işbirliğinin getirdiği uluslararası ve bölgesel fırsatlardan daha iyi yararlanıp içerde hak ettiğimiz her alanda gerekli dönüşümleri daha hızlı yapabilirdi. Muhalefet bir de bu yüzden benim ahımı almış durumda. Peki bundan sonra ne olacak?
AB’nin Son Türkiye Raporu
Önce Avrupa Parlamentosu’nun 13 Eylül’de kabul ettiği Türkiye raporundaki şu tespitten başlayalım:
“Türkiye ile AB arasında değerler ve standartlar konusunda giderek büyüyen uçurumun da gösterdiği gibi Türk Hükümetinin ısrarlı ve inatçı bir şekilde bu farkı kapatmakta hiçbir niyeti olmadığı sonucuna varılmıştır. Son birkaç yıldır, özellikle hukukun üstünlüğü, temel haklar, koruma ve kapsayıcılık konularında ve tüm etnik, dini ve cinsel azınlıkların korunmasında gerekli reformları gerçekleştirmek için açık bir siyasi irade eksikliğinin bulunduğu; ayrıca, Türk Hükümetinin Kopenhag kriterlerine saygı gösterme ve AB politikaları ve hedeflerine uyumu sağlama konusuna herhangi bir ilgi göstermediği kanısına varılmıştır.”
İktidar bu rapora öfke kustu da tüm bu tespitleri boşa çıkartacak tek bir icraatı var mı? Tersine, belki seçimlerden sonra bir açılım olur beklentisini boşa çıkartarak, bu tespitleri doğrulayan ek adımlar geldi.
Türkiye’nin Demokratik Reform İştahsızlığı AB’nin İşine Geliyor
AB de bu yüzden karalar bağlamıyor. Tam tersine, Avrupa kamuoyu genişleme konusuna hala soğuk bakıyor. Uzak bir gelecekte de olsa Türkiye’nin de içinde olacağı bir yeni genişleme tartışması siyasileri çok zorlardı. Şimdi Türkiye’nin tamamen dışında kalacağı bir tartışmada, yeni üye alımını kabul ettirmek daha kolay olacak.
Ve fakat, tıpkı AB 1990’larda kapılarını Orta ve Doğu Avrupa’ya açarken Türkiye’nin dışarda kalmaya isyan etmesi gibi, şimdi de Ukrayna gibi daha bir kaç yıl öncesine kadar yolsuzluklarıyla, kendi oligarşik yapısıyla, mini Rusya kıvamında olan bir ülkeye kucak açılırken Ankara’nın esamisinin bile okunmaması, Türklerin tepki oklarının Avrupa başkentlerine yönelmesine yol açacak.
Zaten Avrupa başkentleri de seçimlerden sonra Türkiye’yle sınırlı da olsa işbirliği kanallarını arttırmanın peşine düştü. Bunun ilk sinyali AB Dışişleri Bakanlarının Haziran ayındaki toplantısında verilmişti. AB’nin Dışilişkiler Şefi Joseph Borell’den ve Komisyondan Türkiye ile ilişkiler konusunda “ileriye bakan stratejik” bir rapor hazırlaması istenmişti.
Önce Avrupa Komisyonu her yıl yaptığı gibi Ekim ortasında “ülke raporunu” yayınlayacak ve ihtimal ki ilişkilerde hiçbir ilerleme olmadığı için iyimser bir “durum raporu” veremeyecek. Kompansasyon olarak da birkaç hafta sonra potansiyel işbirliği alanlarına dair bir yol haritası içeren “stratejik” rapor yayınlanacak. Ve tabii Türkiye – AB ilişkilerinde mutat olduğu üzere bu raporun yayınlanması için bile netameli müzakereler yapılacak.
Bunun da ilk sinyalini Ağustos ayının sonunda aldık. İspanya’nın dönem başkanlığında Dışişleri Bakanları’nın Toledo’da yapacakları “gymnich” denilen gayri resmi toplantıya Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın davet edilmesi bekleniyordu. Bu toplantı en azından bölgesel konularda diyaloğun başlaması için iyi bir fırsat teşkil edebilirdi. Üstelik toplantı, Türkiye’ye sıcak bakan nadir ülkelerden İspanya’nın evsahipliğinde yapılıyordu.
Ankara’ya gelen bilgilere göre sekiz ülke Türkiye’nin davet edilmesine karşı çıktı. Ve şunu da bir not olarak düşelim. İlk etapta, Kıbrıs’ta KKTC ile BM arasında yaşanan kriz nedeniyle Fidan’ın davet edilmediğini varsayabilirdik. Ancak, Fidan’a davetiye çıkmayacağı bilgisi, bu kriz yaşanmadan önce Ankara’ya verilmiş. Yine bir Türkiye-AB klasiği olarak AB de Türkiye’yle yeni döneme biraz daha havayı yumuşatarak başlama fırsatını tepmiş oldu.
Sonrasında, göreve geldiği ilk üç yıl Türkiye ziyareti bir elin parmaklarını geçmeyen AB’nin genişleme komiseri Oliver Varhelyi’yi, Avrupa bürokrasisinin tatilden döndüğü Eylül’ün ilk yarısında koşar vaziyette Türkiye’ye gelir bulduk. Ve her iki taraftan da hem gümrük birliği hem de vize kolaylığı konusunda iyimser açıklamalar duyduk. Misal Fidan, iki tarafın gümrük birliğinin güncellenmesi görüşmelerine bir hafta içinde başlayacağını duyurdu.
AB, Türkiye’ye Ne Şartlar Koşabilir?
Şeytan ayrıntıda gizli. Gümrük Birliğinin güncellenmesi müzakerelerinin başlaması için Avrupa başkentlerinden siyasi onay gerekiyor. Yapılacak görüşmeler, müzakerelerin başlaması için neler yapılması gerektiği konusunda olacak.
Burada da AB’nin iki beklentisi var. 1) Gümrük Birliği’nde yaşanan aksamalar karşısında Türkiye’nin uyguladığı ticaret kısıtlamalarının kaldırılması, 2) Ankara protokolünün tüm üye ülkelere uygulanması, yani Türk limanlarının Kıbrıs Rum gemilerine açılması.
Yani AB’nin Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalası var da bunu bile koşula bağlıyor ki ikinci koşulun kabulünü oldukça zor görüyorum.
Vize meselesine gelince… Vizelerin kaldırılması için gerekli olan kriterlerden terörle mücadele kanununda iktidarın parmak oynatmayacağını düşünürsek en iyimser senaryo, öğrenciler ve işinsanları için vizelerin kolaylaştırılması (kaldırılması da diyemiyorum) olacak. Tabii İsveç’in Ekim başında gerçekleşmesi beklenen NATO üyeliğinin gecikmesi, züğürt tesellisi iyimser senaryoları da alt üst edebilir.