Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak, Kartal Pendik Gittik Geldik, Beş Dakikada Beşiktaş, Hasan Almaz Basan Alır, Öttür Kuşu Ömer, Parçala Behçet, Şehvet Kurbanı Şevket, Tokmak Nuri, Tak Fişi Bitir İşi, İsmet Bu Ne Kısmet, Ayıkla Beni Hüsnü, Bu Kutu Başka Kutu, Çarlinin Kelekleri… Bu birbirinden “yaratıcı” isimlerin hepsi 70’li yılların Türk seks filmleri furyasının ürünleri. Tedirgin bir merakla ekşi kokulu izbe salonları dolduran bir kuşağın cinsel eğitimi üzerinde hatırı sayılır etki yaratmış bu filmleri, bir çeşit nostalji duygusuyla yâd edenlerin yanında, onlara cüzzamlı muamelesi yapanlar da yok değil. Zira bu filmler Türk sinemasının uzun süreli koma döneminde yaşam destek ünitesinin fişini çeken yapımlar olarak görülmekte. Yani bir anlamda tabuta çakılan son çiviler.
Aslında bu dönemin filmleri büyük oranda İtalyan erotik/komedi sinemasından etkilenmiştir. İtalyan film endüstrisi, Avrupa’nın en büyük ve en eski film endüstrilerindendir. Bir anlamda kanlı ve görkemli Roma sirklerinin modern versiyonlarını andırır. Henüz sessiz filmler döneminde Truva’nın Yıkılışı 1911, Dante’nin Cehennemi 1911, Pompei’nin Son Günleri 1926 gibi büyük edebiyat uyarlamaları beyaz perdeye taşınmıştır.
İtalyan sinemasında tür, ister komedi ister korku olsun, merkezde genelde bir “femme fatale” figürü vardır; seks ve şiddet unsurları bu görkemli filmlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Commedia dell’arte günlerinden ve Boccaccio’nun öykülerinden aşina olunan beceriksiz, sakar ve budala olduğu için haklı olarak boynuzlanan koca ve şehvet düşkünü din adamları gibi figürler İtalyan erotik/komedi filmlerinin önemli unsurlarındandır. Mussolini döneminde de komedi İtalyan sinemasında başat türlerden olmuştur. Yeşilçam’da bu furyayı başlatan film Oksal Pekmezoğlu’nun 1974 yılında çektiği Beş Tavuk Bir Horoz filmi, bir İtalyan filminin yerli uyarlamasıdır.
Genel olarak 1960’lı yıllar Türk sinemasının altın çağı olarak değerlendiriliyor. Gerçekten de bu dönemde çekilen film, sinema salonları, sinema kulüpleri ve seyirci sayısında büyük artış oluyor. Ancak Özellikle 1970’lerin ikinci yarısındaki siyasal istikrarsızlık ve ekonomik sorunlar, ülkede asayişin iyice bozulması, televizyonun yavaş yavaş evlere girip baş köşeye yerleşmesi sinema seyircisinin kamusal alandan çekilip eve kapanmasına neden oluyor. Bu çekilme sonucunda televizyonun insanlara sunamadığı seks ve şiddet dolu filmler beyazperdede ağırlık kazanıyor. Bu yıllar ailelerin sinema salonlarını terk ettiği, onların yerini, şehrin kaotik yapısı içinde yönünü arayan yalnız erkeklerin aldığı, “3 film birden” seanslarının yapıldığı, film afişlerinde çıplak kadınların göğüs uçlarının yıldızlarla kapatıldığı bir dönem.
İstatistiklerden o yılların bu tip filmler açısından son derece verimli olduğunu görüyoruz. İyimser bir tahminle 500 civarı filmden söz ediliyor. Ancak genel kanının aksine, içlerinde hardcore diye sınıflanan filmler olmakla birlikte, söz konusu filmlerin büyük kısmı erotik/komedi diyeceğimiz türe ait. Bu filmlerde ilk başta daha örtülü bir şekilde verilen cinsellik zaman geçtikçe oldukça cüretkâr bir şekilde perdeye yansıtılmaya başlanıyor. Hatta artık dozun yetmediği yerlerde, “Blok Seks,” “Döşeme Film” gibi adlarla isimlendirilen yöntem kullanılıyor. Böylelikle sansür kurulu da kolayca baypas ediliyor. Esasen bu yöntemle daha önceden çekilmiş filmler, yeni çekilen blok seks, ya da 8 mm’lik yabancı porno film parçaları eklenerek, yeni afişler ve yeni isimlerle piyasaya yeni bir mal gibi sürülüyor. Bu yöntem bize has da değil, Avrupa’dan ithal.
Türk sinemasında erotik/komedi filmlerdeki temel izlek 60’lı yılların Yeşilçam sinemasından çok farklı. Seyirci; kavuşamayan sevgililere, erişilemeyen kadınlara, fakir ama gururlu, dürüst ve tabii yakışıklı jönlere, karşılıksız aşklara, hep aynı dramatik hikâyeyi anlatan filmlere aşinayken, “seks filmleri” furyasında yalnız erkeklere izbe salonlarda bambaşka bir dünya anlatılıyor. Vuslat anı basit komedi unsurlarıyla birlikte geliyor, çirkin ve beceriksiz adamların peşini güzel ve şuh kadınlar bir türlü bırakmıyor, her şey zahmetsizce elde ediliyor.
Bu erotik/komedi filmlerindeki absürt ve karikatürize cinsellik, perdedeki kadınlara çekici gelen sakar erkek figürü, Yeşilçam sinemasının ağır ve ağdalı filmlerinin ima ettiği hayatın sillesini yese de şövalye yaklaşımından asla taviz vermeyen erkek imgesinin ve onun hâkim olduğu dünyanın tam tersi aslında. Bu özelliğiyle bu filmler, 70’li yılların boğucu ikliminden bunalan yalnız erkeklere bir tür kaçış imkânı da sunuyor.
70’li yıllar Türk sinemasının zorunlu olarak yapısal bir dönüşüme girdiği yıllar. 1971 askeri muhtırasıyla 80 darbesi arasında geçen sürede siyasi ve ekonomik alanda büyük çalkantılar yaşandı, siyasi istikrarsızlığın ve televizyonun ortaya çıkışı sinema salonlarını derinden etkiledi. Ancak o yıllar aynı zamanda köyden kente göçün yoğun olarak yaşandığı yıllardı, kente gelen bu genç nüfus şehirde bambaşka bir kültürle karşılaşacaktı. Yerini bulamamış bu kitlenin yaşadığı yalnızlığı ve çıkışsızlığı da sinema yapımcıları kendi krizlerinin bir panzehri olarak göreceklerdi. Seks filmleri furyası, politik ve arabesk filmler ile şehirde kendilerine bir yön arayan bu kitleye seslenecekti.
Seks filmleri furyasıyla aynı döneme denk gelen 70’lerin arabesk filmleri, göç ettiği şehrin kaotik yapısında kaybolmuş yalnız erkeğe arzularını unutmasını, şehrin günahkâr kışkırtıcılığına kapılmamasını salık verir. Bu filmlerin ortak teması vazgeçme ve talep etmeme üzerine kuruludur. Ancak böyle yapılırsa belki küçük bir mutluluğun kapıyı çalma ihtimali vardır. Bu filmlerdeki dinsel fonla, aynı söylem daha da pekiştirilir, uhrevi hayat için dünyevi hayattan vazgeçmelidir insan. Öte yandan, perdenin diğer tarafında ya da hemen yan sinemanın salonunda başka bir hayat anlatılmaktadır. Feragatin yerini lümpence bir tamahkârlık almıştır. En bayağı arzular fazla acı çekmeden hemen doyurulabilmektedir.
Nurdan Gürbilek Kötü Çocuk Türk kitabında 70’lerin bu ikili dünyasını arzu üstünden anlatır. 70’lerin modern dünyasında arzuyu arzu yapan şey, bir yerde bastırılmış olanın bir başka yerdeki kışkırtılmışlığıdır. Bir yanda “Batsın Bu Dünya” varsa, diğer yanda “Bülbül Çıkacak Kuş Çıkacak” vardır; aynı insanlar bir salonda “Başa Gelen Çekilirmiş”i izlerken, başka salonda “Şehvet Kurbanı Şevket” bambaşka bir şey söylemektedir. Seks filmlerini izlemek için salonları dolduran erkekler, arabesk filmlerinde gördükleri cezbedici ama dışarıdan gelenlere karşı cimri şehrin aksine, iştahı ve hevesi kışkırtan ve ziyadesiyle cömert olan şehrin diğer yüzüyle karşılaşırlar. Hayali yüzüyle… En azından sinema perdesinde gördükleri bu hayal “Bir Teselli Ver”in başka bir veçhesidir. Milliyetçi cephe hükümetleri döneminde yoğun sansür uygulamalarına rağmen sektörün hayatta kalması ve bu filmlere izin verilmesi de üstünde durulması gereken bir başka ilginç nokta. Aslında belki o kadar da ilginç değil.
Althusser, siyasal iktidarların kültür ve sanat faaliyetlerini devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak değerlendirir. Elbette sinemayı içinden çıktığı siyasal, sosyal ve iktisadi iklimden ayrı düşünmek mümkün değil. Arabesk filmler kente gelmiş ama orada ne yapacağını bilmeyen kitleye tam da istenildiği şekilde “hiçbir şey yapma” derken, seks filmleri de yine bu kitleye kışkırtılan arzularını kendilerine içrek bir şekilde çözmelerini öğütlemektedir. Bizatihi fantezi dünyasında kalarak. Çünkü izleyen herkes züğürt bir Aydemir Akbaş’ın bir kadının koynundan, başka bir kadının koynuna geçemeyeceğini pekâlâ bilir. Salondan çıkıldığı anda, gerçek seyircileri beklemektedir oysa. Bu ağır gerçek unutulmak isteniyorsa şayet, bir sonraki filmde Hadi Çaman gereğini yapacaktır!
Bu filmler kentin varoşlarında yaşayan ve kamusal alanda hiçbir etkinliği olmayan kitlelere bir tür ütopya sunmuştur. Bu filmlerde alt sınıflar; zenginlerle, patronlarla, kentin merkezinde yaşayan tuzu kurularla mücadele eder ve hayatın olağan akışının aksine kazan tarafta olurlar. Türk erotik/komedi seks filmleri, öncülleri gibi gerçek dünyayı değil, salt fantezileri anlatır elbet, ancak aynı şekilde arabesk filmleri de fantezileri anlatmaktadır. Erkekleri peşinden koşturan baygın bakışlı, takma kirpikli, her an sevişmeye hazır Zerrin Egeliler ne kadar fanteziyse, elinde bağlamayla köyünden şehre gelmiş ve her şeye rağmen saflığını büyük bir tevekkülle koruyan Orhan Gencebay da o kadar fantezidir.
Türk seks filmlerinde genel olarak şöyle bir karakter örüntüsü vardır ve bu da ideolojik bir tercihtir: Kentli, zengin ve eğitimli bir erkek, hadi uzatmadan söyleyelim, Batılı hayat tarzı yaşayan bir erkek cinsel yönden daima sorunludur. Hatta efeminedir. Özünü kaybettiği gibi cinselliğini de kaybetmiştir. Oysa milli kültürle yoğrulmuş saf Anadolu insanı, hayat tarafından ne kadar itilmiş olursa olsun, cinsel yönden milli duygularımızı kabartan bir performansa sahiptir. Pek tabii böyle olunca da, eğitimli ama özünü kaybetmiş erkeğin tatminsiz burjuva eşine yardım etmek de bizim çeperde yaşayan delikanlıya düşecektir.
Elbette bu yardım sadece tatminsiz kadını mutlu etmek için değildir, aynı zamanda sınıfsal olarak ezilmişliğin de düpedüz ataerkil kodlarla alınmış intikamıdır. Bu örüntünün içinden seks sahnelerini çıkarınca, aynı hikâyeyi Arabesk filmlerinde de rahatlıkla buluruz. Bir tarafta saz çalan yerli ve milli Orhan Gencebay vardır, diğer tarafta disko müziği eşliğinde eğlenen dejenere olmuş Batı özentisi gençler. Elbette başroldeki kadın oyuncu bu dejenere gençliğin içinden bağlama sesi sayesinde kurtulup mazbut bir aile ortamının içine huzurla girecektir. Ne de olsa türkü, Batı müziği karşısında ahlaki bir üstünlüğe sahiptir! Bu örüntü aynen Recep İvedik filmlerinde de halen kullanılmaktadır. Hafif efemine kentli, eğitimli sınıf ile kaba halk kahramanı arasında geçen mücadele… Elbette bugün cinsellik sinemada gösterilemediğinden, anıştırmalarla, imalarla ve argoyla bu süreç işletilmektedir.
70’lerin bir çeşit alt kültürü olarak değerlendirilebilecek komedi ya da avantür “seks furyası” filmlerini 80 darbesi bitirecektir. Ancak pornografi tutkusu ya da Nurdan Gürbilek’in tabiriyle arzu olgusu, özellikle 80’lerin ikinci yarısından sonra kültürün tamamını pornografik bir çerçeveye sokacaktır. Erotik bulvar gazetelerinden, televizyonlardaki lümpen eğlence programlarına kadar her şey, artık alenen kamunun önünde vuku bulacak, pornografi hayatın her alanına kayacaktır.
70’li yıllarda sadece erotik/komedi ve arabesk filmleri değil, avantür tarihi filmler de Türkiye’nin hem iç hem dış politikada yaşadığı sorunları, beyaz perdede tersyüz etmiştir. Arabesk filmleri iç göçün yarattığı sosyal ve psikolojik tahribatı normalleştirirken, avantür tarihi filmler de dış politikadaki sıkışmışlığı perdedeki Türk ve Müslüman başkarakterin tarihi kahramanlıklarıyla aşmıştır. Şu bir gerçek ki dönemin karışık siyasi ortamı, elindeki sansür gücüne rağmen, şehirlerde değişen kozmopolit nüfusun apolitik kalabilmesi için hayal perdesinin sağaltıcı gücüne sığınmıştır.
Bugün o filmleri izlerken ya da anarken, yüzlerimizde saklayamadığımız acı bir tebessüm beliriyor. Zira birçok olumsuz koşula rağmen, filmleri ortaya çıkaran siyasal, ekonomik ve sosyolojik gerçekler bir yana, o dönemde öyle ya da böyle salonları dolduran onlarca insan kısa süreliğine de orada bir hayali yaşadığına inanmıştır. Burada en çok mağdur olanlar bu filmlerde oynayan ya da oynamak zorunda kalan kadın oyuncular olmuştur elbet. Zira erkek oyuncular bir şekilde sanat yaşamlarına devam edebilmişse de, dönemin hayalleri süsleyen kadın oyuncuları söz konusu olduğunda hayat pek de adil davranmamıştır.