Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) 2024-2025 dönemine ilişkin basın özgürlüğü raporuna göre Türkiye’de şu anda tutuklu gazeteci sayısı 18’e ulaşırken gazetecilere suç düzenlemeleri ile gözdağı verilmeye devam ediliyor. Raporda, gazetecilerin hukuken iddianame niteliğinde dahi olmayan metinler üzerinden yargılanıp hapse atıldığına dikkat çekilirken haklarında adli kontrol tedbirleri uygulandığı da belirtildi.
Bu arada raporda Mumcu ve Dink davalarının bu yıl da aydınlantılmadığına yer verildi ve çok sayıda gazeteci ve TV yorumcusuna yönelik saldırıların da araştırılması gerektiği ifade edildi.

Öte taraftan, raporda yasal güvencelerden yoksun şekilde haber takip eden gazetecilerin ekonomik güvence olmadan işsizlik tehdidi ile de mesleklerini yapmaya çalıştığı ifade edildi. Raporda yer verilen hem yetkili hem de yetkisiz işyerleri anketine göre yetkili işyerlerinde katılımcıların üçte biri, yetkisiz işyerlerinde ise çoğunluk, daha iyi bir ücret karşılığında gazeteciliği bırakmaya hazır. Her iki ankette de çoğunluk, sektörün geleceği ile ilgili kötümser.
Bu raporun öncekilerden farkı, tutuklu gazetecilerin TGS’den yolladığı mektupları da içermesi.
Raporda yer alan bazı önemli ayrıntı ve veriler şöyle:
- Gazeteciler hakkında 313 soruşturma açıldı. Gazetecilere yönelik 123 gözaltı işlemi uygulandı. Diğer yandan gazeteciler hiç açılmaması gereken soruşturmalar kapsamında gözaltına alındı.
- 56 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı. 90 gazeteci sözlü olarak tehdit edildi. Üç basın kurumuna yönelik saldırı düzenlendi. Üç basın kurumu hedef gösterildi.
- RTÜK tarafından alınan kararlarda basın yayın kuruluşlarına 59 ayrı idari para cezası kararı çıktı ve toplamda yaklaşık 87 milyon TL idari para cezası kesildi. Toplamda en yüksek para cezası kesilen kurum ise yaklaşık 44 milyon TL ile NOW TV oldu.
- Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, yetkileri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği halde faaliyet göstermeye devam ediyor.
- Resmi verilere göre yüzde 18,3 olan gazetecilik mezunları arasındaki işsizlik oranı; genel işsizlik oranı (yüzde 8,7) ve yükseköğretim mezunları içindeki işsizlik oranından (yüzde 9,1) iki katı fazla görünüyor.
TGS Avukatı Ülkü Şahin ve TGS Mesleki Haklar Uzmanı İlyas Coşkun ile, ikilinin birlikte hazırladıkları basın özgürlüğü raporunun detaylarını konuştuk.
Yayımladığınız raporda, Türkiye’de gazetecilerin yoksulluk sınırında ve ekonomik güvence olmadan işsizlik tehdidi ile mesleklerini yapmaya çalıştıklarına dikkat çekmiştiniz. “Gazeteci yoksulluğu” kavramı, haber odalarının işleyişini, editoryal bağımsızlığı ve basın özgürlüğünü nasıl etkiliyor?
İlyas Coşkun: Kısaca söylemek gerekirse doğrudan ve olumsuz bir etkiye sahip. Gerekçesini şöyle izah edebilirim: Basın özgürlüğü mücadelesi, dengede durabilmeyi ve de ilerleyebilmeyi mümkün kılan iki ayak üzerinde yükselir. Bunlardan ilki editoryal bağımsızlık, ikinci ise gazetecilerin ekonomik ve kolektif haklarıdır.
Ülkemizde “basın özgürlüğü” denince akla ilk gelen “editoryal bağımsızlık” oluyor. Bu alana yönelik işverenden veya kamu otoritesinden bir müdahale geldiğinde, “basın özgürlüğünün ihlali” olarak kayda geçiyor. Bu tespit doğru olmakla birlikte, eksik. Gazetecilerin ekonomik ve sosyal durumları, refah seviyeleri, sendikal haklarını ne derece kullanabildikleri ve istihdam biçimleri çoğunlukla, basın özgürlüğünün bir parçası değilmiş gibi görülüyor. Halbuki makro düzeyde endüstriyel ilişkilerde görülen güvencesizleştirme, esnekleşme ve sendikasızlaştırma pratikleri, gazetecilerin çalışma biçim ve alışkanlıklarını da olumsuz etkiliyor. Her an işten atılma tehdidi, birkaç ay deneme süresi ya da staj adı altında sigortasız çalıştırma, düşük ücretle ve uzun saatler çalıştırma, toplu iş sözleşmeli bir işyeri mücadelesi veren işçilere mobbing… Bu tür olumsuzluklar ülkedeki her sektörde olduğu gibi medya alanında da oldukça yaygın.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), medyanın, bilgiyi ve fikirleri açıkça erişilebilir kılarak kamu ve özel kurumların hesap verebilirliğini sağlayarak demokrasi için hayati bir önem taşıdığını vurgular. Böylesi önemli bir role sahip sektörde değişen sosyal koşullar, gazetecilik mesleğinin kalitesini de etkiliyor. Gazetecilerin daha güvencesiz ve kırılgan bir pozisyonda olmaları, demokratik bir toplumda onlara isnat edilen rolü üstlenme, kamunun bilgilendirilme hakkı, haber alma özgürlüğü, mesleki ilkeleri savunma ve baskıya karşı direnme şanslarını azaltıyor.
Bir araştırmanın sonuçlarıyla devam etmek istiyorum. IFJ tarafından 2006’da yapılan küresel ölçekli bir ankete katılanlar, istihdam ilişkilerinde büyük oranda bir değişim olduğunu, toplu sözleşmelerden bireysel sözleşmelere ve çalışma ilişkilerinde kuralsızlaşmaya doğru bir trend değişimi yaşandığını ifade ediyor. Ankete göre gazeteci meslek örgütleri, sektörde son beş yılda ortalama ücretlerin ya düştüğünü ya da reel olarak dikkate değer biçimde azaldığını vurguluyor.
Yine bu ankete katılanların “istihdam ilişkilerinin doğasının editoryal içeriğin kalitesi üzerindeki etkilerine ilişkin” dile getirdikleri sorunlar, dikkate değer: Güvencesiz istihdam, korkak haberciliğe neden olur. İstihdam değişiklikleri, araştırmacı ve eleştirel gazetecilikte bir düşüşe sebep olur. Medya sahipliğinde yoğunlaşma ve hükümet baskısı yumuşak haberlerin yazılmasına yol açar. Medya, hükümet ve reklam verenler tarafından ehlileştirilir. Düşük ücretler, etik habercilikte bir düşüşe yol açar.
Her ne kadar üzerinden 19 yıl geçse de anket çıktılarının gerçekliği etkisini sürdürüyor. Ayrıca günümüz Türkiye’sinde hâlâ tartışılmakta olan basın özgürlüğünün geçmişten gelen ekonomik ve sosyal problemlerle yapısal ilişkisini net olarak ortaya koyuyor. Özellikle hükümet baskısı, medya sahipliğinin iktidarla ilişkisi, reklam ve PR şirketlerinin haberciliğe müdahalesi gibi konular güncel çalışmalarda da sıkça eleştirilen başlıklar oluyor. Özetle, gerçekten gazetecilik yapabilmenin birbiriyle ilişkili iki temel koşulu vardır: Birincisi editoryal bağımsızlığa sahip olmak ikincisi de gazetecilerin ekonomik ve sosyal olarak yoksunluk duymamaları, sendikal haklarını özgürce kullanmalarıdır.
Sansür Yasası’nın ardılı olarak Etki Ajanlığı Yasa Teklifi’nin iki defa Meclis’e sunulup geri çekilmesi ve Siber Güvenlik Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle gazeteciler üzerinde suç düzenlemeleri ile gözdağı verilmeye devam edildiğine de raporda değinmiştiniz. Bu yasaların, muhabirlerin sahada haber toplama süreçlerine ve kaynaklarla ilişkilerine etkisi nedir?
Ülkü Şahin: Etki ajanlığı yasa teklifi tıpkı TCK 217/A gibi muğlak bir düzenleme. Gazeteciler yaptıkları haberler nedeniyle her an bu suçlamayla karşı karşıya kalma tehdidi altında. “Devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine” diye başlayan suçun kapsamı çok geniş. Yolsuzluktan, ekonomiye; dış haberlerden adliye ve emniyet haberlerine kadar her türlü haberin bu kapsamda ele alınması mümkün. İktidar açıkça gazetecilerin kendi aleyhine haber yapmasını istemiyor. Diğer bir deyişle iktidar, gazetecilik yapılmasını istemiyor.
Gazeteciler haber kaynaklarının gizliliği konusunda tedirginlik yaşıyor. Örneğin, uluslararası medyaya çalışan gazeteciler kendilerini ciddi anlamda tehdit altında hissediyor. Her an kapılarına polisin geleceğini, ülkeye giriş çıkış yaparken gözaltına alınacakları anksiyetesi ile çalışıyorlar. Zaten amaçlanan da sanırım bu. “Yazmayın, konuşmayın” diyorlar gazetecilere… Yabancı medya mensupları, sınır dışı edilme riski altında haber yazıyorlar.
Raporda, gazetecilerin hiç açılmaması gereken soruşturmalar kapsamında gözaltına alındığını ve hukuken iddianame niteliğinde dahi olmayan metinler üzerinden yargılanıp, hapse atıldığını ifade etmişsiniz. Bu raporun önceki yayımlanan raporlardan farkı tutuklu gazetecilere ait mektupları da içermesi. Raporda yer alan bu mektuplar hangi mesajları veriyor ve neden önemli?
Ülkü Şahin: Rapor kapsamında bu yıl beş tutuklu gazeteciden mektup rica ettik. Ancak dört mektubu yayınlayabildik. Gazeteci Öznur Değer’in cezaevi koşullarını aktardığı mektubuna cezaevi yönetimi tarafından el konuldu. Biz yıllardır cezaevi gözlem raporlarımızda mektuplara el konulduğunu raporluyorduk. Öznur Değer’in mektubuna el konulması da bunun kanıtı oldu.
Gazeteci Elif Akgül, Vedat Örüç, Ercüment Akdeniz ile Yıldız Tar gönderdikleri mektuplarda, gözaltı ve tutuklama sürecinde yaşadıkları ihlalleri aktarıyorlar. Tutuklanarak özgürlüklerinden mahrum edilen ve mesleklerinden koparılan gazeteciler bu mektuplarda, dışarı ile bağ kurmalarının ve haberlere ulaşmalarının nasıl engellendiğini anlatıyor.
Raporda yer alan anket sonuçlarına göre yetkili işyerlerinde katılımcıların üçte biri, yetkisiz işyerlerinde ise çoğunluk daha iyi bir ücret karşılığında gazeteciliği bırakmaya hazır. Bu eğilime bakarak Türkiye’de gazetecilik endüstrisinin geleceği konusunda neler öngörüyorsunuz?
İlyas Coşkun: Gazetecilerin, daha iyi bir ücret karşılığında mesleğini bırakmaya hazır olması sadece biz gazetecileri ilgilendirmiyor. Doğru habere, su ve ekmek kadar ihtiyacı olan kamuoyunu da ilgilendiriyor. Kamu yararına habercilik yapan gazeteciler ve medya şirketleri olmalı ki bizler Kocaeli Dilovası’ndaki ekolojik zararların, yeni doğmuş bebekleri dahi etkilediğini öğrenebilelim. Habercilik var olabilsin ki milyarlarca lira kazanan işverenlerin nasıl teşvik, vergi indirimi ve ayrıcalıklarla bir kuruş vergi ödemediğini bilelim. Kıdem tazminatını istediği için işyeri önünde öldürülen işçinin hikayesini, yaşadığı mağduriyeti bilelim.
Hem mesleği icra edenlere hem de okuyucu, izleyici ya da dinleyicilere sorumluluk düşüyor. Resmî kurumların ve her türlü özel şirketin ekonomik gücünden veya desteğinden bağımsız, kamu yararına habercilik yapmak için üzerine düşünmemiz, bu tür pratiklerin sayısını artırmamız gerek. Bu alanda ısrar eden medya şirketlerinin de okuyucu, dinleyici veya izleyici tarafından desteklenmesi gerek. Bizlerin sosyal medyada, internet sitesinde gördüğü haberlerin arkasında bir süreç ve emek var. Üstelik bu hiç de ucuz değil. Haberciliğine güvendiğimiz mecralara abone olmak, maddi olarak desteklemek ve yaşatmak kamunun görevi.
Son olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), siyasi, ekonomik ve hukuki baskılarla mücadele eden gazetecilere destek olmak için nasıl bir yol haritası izliyor? Hangi yenilikçi stratejileri hayata geçirmeyi planlıyorsunuz?
Ülkü Şahin: Her yönüyle baskı altına alınmış bu mesleğin sendikalaşması için TGS olarak elimizden gelen en üst gayreti sarf ediyoruz. Böyle dönemleri bir araya gelerek ve dayanışarak atlatabileceğimiz düşüncesiyle hem örgütlenme çalışmaları yapıyoruz hem de hukuki destek veriyoruz. Gazetecilerin her zaman yanında olmaya çalışıyoruz.
Toplu iş sözleşmelerinin niteliğini ve niceliğini artırmaya çalışırken iş ve ceza hukuku açısından bireysel hukuki desteklerde bulunuyoruz. Davalarını takip ediyoruz. Yaşanan hukuka aykırılıkları raporluyoruz. Stratejik davalar açıyor, mevzuatı yakından takip ediyor, kamuoyunu bilgilendiriyor ve kampanyalar yoluyla da bunu yaymaya gayret ediyoruz. Bir yandan eğitim çalışmaları ile mesleğin niteliğini artırmaya çalışırken telif konusunda da gazetecilere alan yaratmaya çabalıyoruz. Aynı doğrultuda çalışmalarımızı artırarak sürdürmeye devam edeceğiz.
Basın Özgürlüğü Raporu’nun tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz: https://tgs.org.tr/wp-content/uploads/2025/05/TGS-RAPOR-2025-NORMAL-1.pdf