İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Erkan Saka ve bu yıl Harvard Kennedy School bünyesindeki Carr-Ryan İnsan Hakları Merkezi’nde, teknolojinin Türkiye ve Macaristan’da gazeteciliğe etkisi konulu bir araştırması yayımlanan medya araştırmacısı ve eğitmen Emre Kızılkaya ile Türkiye’de ve dünyada iletişim fakültelerinin durumu ve medya endüstrisinin, gazetecilik okullarının geleceği hakkında konuştuk. Prof. Dr. Erkan Saka ve medya araştırmacısı ve eğitmen Emre Kızılkaya’nın Daktilo2’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Türkiye’de yaşayan bir birey şu anda bir İletişim Fakültesi’ne adım attığında, hangi zaman diliminde eğitim alıyor? 1990’lardaki özel yayıncılığın ve pop kültürünün geniş halk kitlelerini etkisine aldığı, yeni tüketim kültürünün inşa edildiği medya dünyasında mı, yeni teknolojilerin bütün dünyada yol açtığı bir dönüşümün yaşandığı ve sosyal medyanın ön plana çıktığı 2010’larda mı yoksa, 2025 yılında içinde bulunduğumuz ve tüm sistemi yeniden dönüştüren yapay zekâ kaynaklı distopya sürecinde mi?
Prof. Dr. Erkan Saka: Türkiye’de çok iletişim fakültesi var, o yüzden tek bir cevap verebilmek mümkün değil. İlk iki dönemin yaşandığı kesin. Distopya sürecine girilmiş yer olduğunu sanmıyorum. Akademi o kadar da hızlı bir kurum değil, bürokratik bir yer ve karar vericiler genelde daha muhafazakar oluyorlar teknoloji kullanımında. Sistem dönüşüyor ama gözlemim yapay zekadan çok neoliberal dalganın dönüştürücülüğü bence.
Medya araştırmacısı ve eğitmen Emre Kızılkaya: Türkiye’de bugün iletişim/gazetecilik eğitiminin, medya sektörünün en önemli sorunları arasında olduğunu düşünmüyorum. Oraya gelene kadar çok daha derin sorunlarla karşı karşıyayız. Gazetecileri hedef alan iktidar güdümlü adlî taciz (son örnekleri Fatih Altaylı ve Furkan Karabay), RTÜK ve BTK gibi düzenleyici kurumların özerkliğini tamamen yitirip haberciliğe karşı siyasî sopaya dönüştürülmesi ve büyük teknoloji şirketlerinin tekelinde iyice bozulan medya ekonomisi bunların başında geliyor.
Global dünyada Birleşik Krallık’ta bulunan Cardiff University School of Journalism, Media and Culture, ABD’de bulunan Berkeley Graduate School of Journalism ve Columbia University Graduate School of Journalism’e kadar iletişim okullarında eğitim programları ve ders içerikleri değişirken Türkiye’de halen aynı ders isimleri, aynı kitaplar ve akademisyenlerin power point sunumları hakimiyetini sürdürüyor. Bu durum öğrenci açısından neye mal oluyor?
Prof. Dr. Erkan Saka: Bence böyle genelleme yapmamalıyız. İletişim fakülteleri son yıllarda büyük bir sıçrama yaşıyor. Yeterli olmayabilir bu ama yine de hiç değişim yok diyemeyiz. Fakültemizde sunduklarımız bahsettiğiniz programlardan geri kalmayabiliyor ama coğrafya kader biraz. Kaynaklar sınırlı, teknolojik inovasyon masraflı bir olay.
Medya araştırmacısı ve eğitmen Emre Kızılkaya: Türkiye’de uluslararası standartlarda eğitim verilen iletişim fakültesi sayısının bir elin parmaklarını geçmediği ortada. Bu durum üniversiteler ve öğrenciler arasında ciddi bir eşitsizlik yaratıyor. Örneğin, taşrada bir iletişim fakültesinde eskimiş müfredat, olmayan ekipman ve niteliksiz eğitmenlerle dört yılını harcayan onca öğrenci için durum daha üzücü. Fakat morallerini bozmasınlar ve unutmasınlar ki topluma en faydalı insanlar en elverişsiz ortamlarda da yetişebiliyor. Genç, cesur, idealist gazetecilere her zamankinden çok ihtiyacımız var.
Günümüzün dünyasında yapay zekanın hayatımıza girmesiyle birlikte İletişim Fakülteleri’nin eğitim müfredatları değişmeye başladı. Örneğin, ABD’de bulunan Northwestern Medill School’da Knight Lab: Artificial Intelligence in Media adında bir laboratuvar var. Bu okulda gazetecilik endüstrisinde yapay zeka kullanımı üzerine dersler veriliyor. Birleşik Krallık’ta ise Cardiff University School of Journalism, Media and Culture’de AI and Digital Media Production adlı bir yüksek lisans programı var. Burada generative AI ve dijital medya üretimi üzerine çalışılmaktadır. Türkiye’de İletişim Fakülteleri’nin eğitim programları yaşanan bu değişime hazır mı ve bu konuda hangi adımlar atılmalı?
Prof. Dr. Erkan Saka: Başta da söylediğim gibi o kadar çok fakülte açıldı ki ciddi bir akademisyen açığı var. Ancak kayda değer iletişim fakülteleri yenilikleri takip ediyor. Yeni teknolojilerin Türkiye’ye girişi ve kullanıma açılması çok hızlı oluyor. Kuramsal tarafta da büyüyen bir akademik sektör var, o yüzden her kategoride değişimler oluyor. Elbette yine önceki soruya verdiğim cevap üzere dijital uçurumu göz önüne almalıyız. Son kullanıcı için kolay olsa da kurumlar için altyapı yatırımı yapmak gerekiyor ve o bakımdan üniversiteler masraflı altyapı işlerine çok hazır değil.
Medya araştırmacısı ve eğitmen Emre Kızılkaya: Derslerin, ders içeriklerinin, ders araçlarının, öğretim etkinliklerinin ve eğitmenlerin kendilerini sürekli güncellemesi, dışarıda hızla değişen hayat pratiğinden kopmaması kuşkusuz gerekli. Bu anlamda yapay zekâyla ilgili dönüşüme ABD ve Avrupa üniversitelerinin Türkiye’dekilerden daha hızlı uyum sağladığı da ortada. Fakat yapay zekâ araçlarını ve bunların medya sektöründe kullanımını öğretmenin, üniversitenin temel işlevi olmadığını da hem öğrencilerin hem eğitmenlerin unutmaması gerekir.
Üniversiteyi meslek okulundan ayıran tarihsel özellik, öğretim ile araştırmanın birleştirildiği bir kurum olarak öncelikle sektöre işgücü hazırlamak değil, bilimsel bilgiyi, bağımsız düşünceyi ve akademik özgürlüğü geliştirmektir. Elbette bu arada öğrenci, istihdam edilebilirliğini artıracak beceriler de kazanır. Ancak üniversitenin asıl işlevi; toplumsal, teknolojik ve demokratik görevleri yerine getirecek bilgi üretimini ve eleştirel kapasiteyi desteklemektir.
Kaldı ki araçlar ve teknikler sürekli değişir. Bu yüzden meslekî dönüşümlere ayak uydurmak için her halükârda hepimizin her zaman öğrenebilmesi gerekir. Örneğin 5-10 yıl önce kullandığımız veri gazeteciliği araçlarının birçoğu bugün yok. 5-10 yıl sonra da bugünün büyük dil modellerinde kullanılan teknikler ve araçlar muhtemelen ortadan kalkmış olacak.
Oxford Dictionaries’ın, 2016 yılında İngilizce’de yılın kelimesi olarak post-truth’u seçtiği ve Amerikalı yazar, araştırmacı ve akademisyen Lee Mcintyre’ın 2019 yılı Nisan ayında Tellekt tarafından basılan Hakikat-Sonrası (Post-Truth) adlı kitabının ön plana çıktığı bir dünyada, akademi dünyası “hakikat arayıcısı” rolünü nasıl yeniden tanımlamalı? İletişim Fakülteleri dezenformasyonla mücadele etmek için yeterince donanımlı bir eğitim programına sahip mi? Türkiye’de ve Dünya da örnekleri neler?
Prof. Dr. Erkan Saka: Bence sırf iletişim fakülteleri değil tüm akademi hakikat arayışında önemli bir rol oynayabilir. Ama önce dönüşümünü tamamlaması lazım. Neoliberal etki devam ederse bu rolü oynaması imkansız. Yeni bir akademi lazım.
Ben daha proaktif bir yerden bakıyorum. Fakülte kendisini bir şeyle mücadele etmek şeklinde kurgulamamalı. Yeni gelişmeleri hazmedip, müfredatını güncelleyip, iyi insan gücüyle eğitim vermeye devam etmeli. Bu şekilde hakikat arayışına daha çok destek olacaktır.
Medya araştırmacısı ve eğitmen Emre Kızılkaya: 2016’da bu konuda şu yazıyı yazmıştım. 10 yıl sonra durumun pek değişmediğini görüyorum. O yazıda da belirttiğim gibi, 400 yıllık bir tecrübeden süzülmüş gazetecilik ilkeleri, gerçeği tespit edip yaymak için elimizdeki en iyi “filtre” olmayı sürdürüyor. Araçlar değişse de bu ilkeler değişmiyor. Çünkü gazetecilerin doğru, bağımsız, tarafsız, insanî ve hesap verebilir olması her zaman kamu yararına olacak.
Yine de elbette gazetecilik eğitimi sadece teorik olamaz. Dezenformasyonla mücadele, platformların ve algoritmaların kamu yararına denetlenmesi gibi birçok pratik sürekli değişiyor. Bunlara yönelik yeni gazetecilik teknikleri, araştırma araçları ve örneğin üretsel yapay zekâ laboratuvarları ABD ve Avrupa’da birçok iletişim fakültesine çoktan eklemlendi. Ülkemiz genelinde iletişim eğitimi de bu dönüşümde geri kalmamalı.
Size bugün “Çocuğumuz 2025’te İletişim Fakültesi’ni kazandı, yazdırayım mı?” diye sorsalar ne söylerdiniz ve hem dünyada hem de Türkiye’de medya endüstrisinin ve gazetecilik okullarının geleceği konusunda öngörüleriniz neler?
Prof. Dr. Erkan Saka: İyi olan her şey ayakta kalır. Bu bakımdan çocuğum iyi bir iletişim fakültesine gittiği sürece sorun yok. Gazeteciliğe her zaman ihtiyaç olacak. Şu post-truth döneminde iyi medyacılığa ihtiyaç arttı. Ayrıca YZ’nın en az etkileyeceği mesleklerden biri gazetecilik olacak bence. YZ ona çok yönlü yardımcı olabilir ama insan varoldukça birinin haber yapması gerek. YZ varolan birikim üzerinden üretim yapıyor, oysa gazetecinin gündemi her zaman yeni olan.
Medya araştırmacısı ve eğitmen Emre Kızılkaya: Çocuğumun Türkiye’de birkaç bölüm dışında iletişim fakültesine gitmesini istemezdim. Zaten buna “üniversiteyi kazanmak” da denemez, çünkü uluslararası standartların çok altında bir akademik performansla Türkiye’deki çoğu bölüme girilebiliyor. Ancak ABD veya Avrupa’da nitelikli eğitim veren bir iletişim fakültesinde burs kazanırsa ve gitmek isterse bunda bir sorun görmem. Çünkü iletişim, sosyal bilim sayılsa da aslında neredeyse bir temel bilim. Gazetecilik ilke ve yöntemleri de birçok meslek alanında işe yarar. Hangi mesleği yaparsanız yapın faydalı bilgi ve beceriler elde edinmenizi sağlayan disiplinlerarası bir araştırma alanı olarak her zaman geçer akçe kalacak.

