[voiserPlayer]
Büyük Koalisyonlar bir ülkedeki iki en büyük ve çoğu zaman da ideolojik olarak birbirine zıt tabanları olan partilerin kurduğu siyasi ortaklıklardır. Ülkedeki en büyük iki partinin ortaklığı üzerine kurulu bir siyasi yönetim toplumun çok büyük bir kesimini karar alma mekanizmalarına dâhil ederek bir ülkede daha uzlaşmacı bir siyasi atmosferin oluşmasını sağlar. Geniş bir konsensüs üzerine kurulu politikalar üretmek hem toplumun kutuplaşmasını hem de büyük toplumsal grupların iktidardan ve devletten yabancılaşmasını engeller. Bu açıdan, Büyük Koalisyonlar başarılı olabildikleri zaman siyasi uçlara kaymış toplumsal grupları yeniden siyasi merkeze çekme kabiliyetine sahiptirler. Bu da siyasetin toplumsal krizleri tetiklemesine engel olarak toplumsal ilişkilerin normalleşmesine büyük katkılarda bulunabilir.
Kısaca bahsetmek gerekirse, Büyük Koalisyonların dünya siyasi tarihinde bir sürü değişik örneğini gözlemlemek mevcut. Büyük Koalisyon denilince ilk olarak akla gelecek ülke ise Almanya. Almanya’nın başbakanı Hristiyan Demokratik Parti (CDU) başkanı Angela Merkel iktidarı boyunca üç kere Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Büyük Koalisyon hükümeti kurdu. 2005-2009, 2013-2018 yılları arasında ve 2018’den itibaren üçüncü kez kurulan CDU-SPD Büyük Koalisyon hükümetleri bu süreler içerisinde Büyük Koalisyon kavramını Alman siyaseti için normal bir yönetim anlayışına dönüştürdü. Benzer şekilde Avusturya’da da İkinci Dünya Savaşı sonrası en sık rastlanan hükümet biçimi muhafazakâr Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) arasında kurulan Büyük Koalisyonlar oldu. Büyük Britanya ise siyasi kriz dönemlerinde Büyük Koalisyon kurma geleneğine sahip bir ülke. Bunun en önemli örnekleriyse Büyük Britanya’da Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Muhafazakâr Parti ile İşçi Partisi arasında kurulan ve “Ulusal Hükümet” olarak adlandırılan Büyük Koalisyonlar. Özellikle Büyük Britanya örneği Büyük Koalisyonların siyasi kriz ortamlarında ulusal birliği sağlamakta ne kadar etkili olabileceğini gösterir nitelikte.
Kutuplaşmanın ciddi boyutlara vardığı, ekonomik ve siyasi sorunların içinden neredeyse çıkılamaz hale geldiği günümüz Türkiye’sinde AK Parti ve CHP arasında bir Büyük Koalisyonun kurulması bu siyasi ve ekonomik açmazı kırabilme ve yeni bir toplumsal mutabakatın kurulmasına ön ayak oluşturabilme ihtimaline sahip. Büyük Koalisyonlar kriz durumlarında birlik ruhunu ve aynı anda da daha radikal partilerin ana akım siyasetten dışlanmasını sağlayabilecek siyasi oluşumlar. Radikal söylemlerin Türkiye toplumu için bir tehdit haline geldiği bu günlerde ana akım siyasetten böyle söylemlerin dışlanması toplumsal huzurun tahsis edilmesi için önemli bir adım olacaktır.
İşin enteresan yanı, AK Parti içerisindeki kuruluş felsefesine daha sadık kalmış ve ılımlı kanada yakın Davutoğlu gibi küskünler de CHP’nin AK Parti’den beklediği türde değişiklikleri kendi partilerinden talep ediyorlar. Bu kesinlikle AK Parti ve CHP arasında kurulabilecek bir köprünün varlığının olabileceğine işaret eden bir bulgu. Davutoğlu gibi isimler tıpkı CHP’nin dile getirdiği gibi bir yönetim krizi olduğunu düşünüyorlar, var olan başkanlık sisteminden memnuniyetsizler ve daha demokratik bir çizgide siyaset yapılması gerektiğini, kuvvetler ayrılığı ilkelerinin yeniden tesis edilmesi gerektiğini, partili cumhurbaşkanlığı kavramının rafa kalkması gerektiğini savunuyorlar. Bunun yanı sıra Davutoğlu’nun ortaya koyduğu söylem kutuplaştırmayı engellemeyi de arzuluyor. Bu da AK Parti içerisinde yeni bir toplumsal konsensüs üzerine kurulacak siyasi bir yapılanmayı arzulayan daha uzlaşmacı bir kanadın hala var olduğunu gösteriyor. Öte yandan, CHP’nin de daha uzlaşmacı bir tavır sergilemeye hazır olduğunu söylemek yanlış olmaz. CHP, yerel seçim kampanyası boyunca gerilimi düşük tutan, bütün toplumsal kesimler ile diyalog kurmaya çabalayan ve kutuplaştırma siyasetine alet olmayı reddeden bir dil benimsedi. Nitekim İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun ve Ankara’da Mansur Yavaş’ın başarısında bu kucaklayıcı tavrın bir rolü olduğu aşikâr. Yani hem CHP hem de AK Parti içerisinde benzer düşüncelere sahip çevrelerin olması iki partinin ortak bir irade ortaya koyması ve merkezde yeni bir siyasi uzlaşma üzerinden bir Büyük Koalisyon kurulabilmesi ihtimalini doğuruyor. Böyle bir oluşum eğer başarılı olabilirse şüphesiz ki Türkiye’de uzun yıllardır birbiriyle sürtüşen büyük toplumsal grupların birbirine daha anlayışla yaklaşmasını ve Türkiye’de daha huzurlu bir toplumsal dokunun oluşmasını sağlayabilir.
Türkiye’de AK Parti ve CHP arasında kurulabilecek olası bir Büyük Koalisyon, bir normalleşme ve demokratikleşme sürecini tetikleyecektir. Ancak sorulması gereken asıl soru, Erdoğan’ın böyle bir uzlaşmaya hazır olup olmadığı olacaktır. Böyle bir birliktelik bir demokratikleşme sürecini tetikleyeceği için Erdoğan’ın da yetkilerinin sınırlandırılmaya başlaması anlamına geliyor. Ancak bu illaki Erdoğan’ın liderlik koltuğundan vazgeçmesi anlamına gelmiyor. Yaşı da ilerleyen Erdoğan’ın, böyle bir birlikteliğin oluşması durumunda, demokratik kurumlarla daha uyumlu bir şekilde liderliğini sürdürmeye razı olması gerekiyor. Olası bir parlamenter sisteme dönüş veya yarı-başkanlık senaryosunda Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu korurken, AK Parti’den Davutoğlu gibi bir figür başbakanlık rolünü bir Büyük Koalisyon içerisinde yeniden üstlenebilir. Eğer Türkiye, tam başkanlık sistemiyle devam edecekse, Cumhurbaşkanının yetkilerine ciddi sınırlamalar getirilmek zorunda kalınacaktır. Her durumda, kuvvetler ayrılığını güçlendirmek için yargı ve yasama kurumları yürütmeden bağımsız hale getirilmek zorundadır.
An itibariyle milliyetçi bir söyleme sıkışan Erdoğan ve AK Parti kısa süre içerisinde bir siyasi manevra yapmazsa veya bu söylemler üzerinden siyaset yapmaya devam ederse uzun dönemde daha da çok kan kaybedecek gibi gözüküyor. Türkiye’de siyasi spektrumun sağındaki seçmen yönetimden memnun olmadığı zaman yine sağdaki bir alternatife yöneliyor. Bu durumda ise AK Parti’den MHP’ye olan seçmen geçişi hızlanıyor. Yeni bir yönetim anlayışına geçiş yapmadan içinden kolayca çıkılamayacak siyasi ve ekonomik sorunlar, AK Parti ve Erdoğan’a karşı oluşacak tepkinin, hali hazırda hükümet icraatlerinde hiçbir sorumluluğu olmayan MHP’ye daha fazla oy kazandıracağını söyleyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında Devlet Bahçeli, Erdoğan için yavaş yavaş siyasi bir tehdit haline dönüşüyor ve Erdoğan’ın kendi pozisyonunu koruması için bu rüzgârın önünü alması gerekiyor. Aksi takdirde, 31 Mart yerel seçimlerinde büyük şehirleri kaybetmiş olan iktidarının çöküşü hızlanacaktır.
Bir diğer ihtimal ise AK Parti içerisindeki değişim rüzgârının parti içinde yenilgiye uğraması ve sağda yeni bir siyasi yapılanma içerisine girmesi ve yeni bir merkez sağ parti kurması. Davutoğlu’nun iktidara yönelttiği eleştirilerden de görebileceği üzere, böyle bir siyasi yapılanma kuşkusuz muhafazakâr ancak siyasi olarak merkeze daha yakın ve uzlaşmaya açık bir yapılanma olacaktır. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda, CHP ve yeni kurulacak bir merkez sağ parti, siyasetin normalleşmesi, toplumsal uzlaşı ruhunun yeniden tesis edilmesi, yeni bir toplumsal mutabakatın kurulması ve ana akım siyasetin demokratik ve merkezi bir eksene oturabilmesi için yine bir Büyük Koalisyon kurmayı arzulayabilir. Nitekim 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Davutoğlu AK Parti ve CHP arasında bir Büyük Koalisyon kurulması arzusunu dile getirmişti.
Türkiye’deki muhafazakâr ve laik kesim arasında yıllardır süren sürtüşme eninde sonunda iki tarafın da zarar görmesine yol açtı. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi kriz ortamından halkın sadece bir kısmı değil bütün kısmı etkileniyor. Bu iki kesim birbiriyle ne kadar çatışsa da bir diğerinin Türkiye’deki kalıcı varlığının engellenemez olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlıyor. Türkiye’deki bu iki en büyük grubun siyasi bir platformda uzlaşabilmesi demek Türkiye’nin siyasi tarihinde yeni bir sayfa açılması demektir. Ortak bir yönetim anlayışında, bir Büyük Koalisyonda bir araya gelebilecek bu iki grup Türkiye’nin hem toplumsal olarak daha huzurlu bir yapıya bürünmesine ön ayak olabilir hem de acilen çözüm bekleyen ekonomik ve siyasi sorunlarına çare bulacak kapsayıcı bir yönetim anlayışını yaratabilir.