[voiserPlayer]
Baş döndürücü bir hızla değişen bir dünyada hala değişmeyen şeyler var. Mesela bitmeyen “batının teknolojisini alacağız kültürümüzü koruyacağız” söylemi. Peki, bunu ne kadar başarabildik? Organik hoşafla başlayabiliriz. Organik hoşafın ithal tohumlarından falan bahsetmeyeceğim, kaçımız her gün taze hoşaf yiyoruz? Hatta hoşafı da bırakalım, organik ve taze ürünlerle yerli ve milli sebze meyve ile, sağlıklı beslenebiliyoruz? Eldeki verilere bakılınca nüfusumuzun gitgide daha tehlikeli yaşadığını söylemek mümkün.[1] Her 3 kişiden birisinin tehlikeli kiloda (obez) olduğu, 8 kişiden birisinde şeker hastalığının olduğunu görüyoruz. Daha da korkunç veri 2000’den 2010’a kadar yapılan araştırmalar aşırı kilolu olanlarımızın %50 arttığını gösteriyor. Bu rakamın 2010’dan beri iyileşmediği hatta çok genç yaştakilere de yayıldığını ne yazık ki hepimiz biliyoruz.
Çünkü biz batının kültürünü aldık… Evet, batının artık uzaklaşmaya çalıştığı şey bizde halen norm. Özellikle genç nesil (generation Z denilen 1990’ların sonunda doğanlar) artık “fast food” denilen hızlı yemeklerden uzaklaşmaya çalışıyor. Bu nedenle de ABD’de başlayan hızlı yemek zincirleri (McDonalds, Kentucky Fried Chicken, Burger King, Pizza Hut vb) hızla kâr kaybediyorlar. Ayakta kalabilmek için hepsi menülerine sebzeli, yeşil, sağlıklı seçenekler koymaya, ürünlerini bireyin isteklerine göre özelleştirmeye çalışıyorlar. Kolay, hızlı, ucuz ve bağımlılık yaratacak kadar tuz, şeker gibi tatları arttıran kimyasal maddelerle üretilmiş bu ürünleri satan kurumlar artık başka dünya marketlerine açılma çabalarını iyice hızlandırdılar.
Ama yine de Avrupa’da, Asya’da, Ortadoğu’da farklı hızlı yemekler var. Mesela Türkiye’de simit saraylarıyla başlayan, etsiz çiğ köftecilerle devam eden ve ucuz dönere uzanan bir hızlı yemek kültürü uzun süredir zincirleşiyor. Yani küçük işletmelerden ziyade monopoly haline gelmiş bir markanın makinada üretilen simitleri, çiğköfteleri, lahmacunları, köfteleri ve dönerleri sunuluyor.
Sokak satıcıları ve ayak üstü yemek, hızla şehirleşen tüm ülkelerin en renkli görüntülerini oluşturmuştur yüzyıllardır. Tüm çocukluğu sokak satıcılarından asla bir şey alınmaması gerektiğini anlatan anne baba ile geçmiş birisi olarak benim “dirty food” [kirli yemek] merakımı anlayabilirsiniz belki. “O simitler bütün gün yağmur, çamur, toz altında kızım alıp yenilir mi hiç?” diyen annem elbette haklıydı. Ama bu benim sokak satıcılarına hayranlığımı hiç azaltmadı. Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık” kitabını okurken sokak satıcılarının ürünlerinin şehirle beraber nasıl değiştiğini görüyoruz. Şehri her gece adımlayan bozacı ya da gündüz nohutlu tavuklu pilav satan kişi sokağın nabzını da tutuyor aslında.
Ne yazık ki benim bu turistik dirty food çılgınlığım pek çok kişi için günlük yaşam biçimi. Türkiye’nin ekonomik krizlerden en az etkilenen sektörlerine baktığınızda 2008’de de bugün de gördüğümüz şey “fast food chains” oluyor. Biz fast foodu arada bir, günü kurtarmak ya da nefsimizi o anlık kokuya dayanamayıp köreltmek için değil doymak için yiyoruz. Bu durum bir noktada ekonomik ve siyasi krizlerin daha kolay atlatılmasını sağlıyor. 2002’de kurulan Simit Sarayı kriz dönemlerinde pek çok kişiye hijyenik ve farklı çeşitlerde simit satmayı becerdi. Şimdi ise yerel etin altın değerinde olduğu ülkemizde her köşe başında ucuz döner satılıyor. Böylece et yemiş gibi oluyoruz belki de.
Bu aslında kaygı verici bir durum. ABD’de bile artık popülaritesini yitiren hızlı ve ucuz gıda sektörünün olduğu gibi benimsenmesi halk sağlığı açısından birçok soruna gebe. ABD’de fast food’a ilgi hızla azalıyor. Bu Türkiye’de de yakında hissedilecek. O zaman nasıl kalkacağız krizlerin altından? Biraz ucuz, biraz lezzetli, en önemlisi de doyurucu ve hızlı olsun diye sarıldığımız yemekler bizi öldürüyor, sağlığımızı kötüleştiriyor. Doyarak ölüyoruz yani. Şakası yok termik santrallerden çıkan zehir nasıl sadece doğayı değil bizleri de öldürüyorsa, ağzımıza düşünmeden attığımız her lokma da öyle. Evet, krizlerden bir nebze de olsa hızlı yemek zincirleri sayesinde çıktık; doğru, açlıktan ölmedik hamdolsun. Peki, zararlı hızlı yemek zincirlerine gitmeyi reddeden bilinçli genç müşteriler nereye gidecek? Evet, hani şu arabada sigara içti diye 153 TL ceza yazdıklarınız….Bir yerde kopacak bu gerilim, içkiye, sigaraya, tiyatroya, güzel lokantalara para yetiştiremeyenler döner ve simite sınır koyduklarında bu siyasi rejim nerede bulacak kendisini?
Fotoğraf: Jonathan Borba