[voiserPlayer]
Değişen Siyasi Kültür
Türkiye’nin siyasi kültürünün, “pratik değişim için siyaset”ten “tüketim için takip edilen siyaset” fikrine eğrildiğini savunuyorum. Siyasetin birincil bileşenini tüketim olarak ele alırsak, siyasi güç için bir sahne performansı ve söylemde inandırıcılık geliştirmesi gereken siyasetçiler, ilişebildikleri kitlenin dünyayı ele alış biçimine nüfuz etmeye çalışıyor. Bu çerçevede, materyal kaynakları kitlenin tükettiği ve gerçekliğine bir film misali inandığı bir siyasi performansa dönüştürdüğünüzde nüfuzlu oluyorsunuz. Eğer ilişkilenme şeklimizi tüketim belirliyorsa güncel siyasetin modernist anlamda kullanım değeri olan politikalar üretmekten ziyade sembolik değer üretmek olduğunu kabul edebiliriz. Bu da etkili bir strateji kurabilmek için artık sembolik değer üretimini ve tüketilebilir olmayı gerektiriyor. Siyasi kültürü okumak, daha fazla insana görünmek, daha sonra performans ve inandırıcılık üretmek gerekiyor. Burada amaç, seslendiğiniz kitleye tüketilebilir ve kendini üreten bir tahayyül (anlatı, hayal, canlandırma) sunmak. Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ürettiği tahayyül öyle tüketilebilir ki kitle onun zıt düşen açıklamalarını büyük bir planın hin bir parçası olarak söylem dışı şekilde yeniden üretebiliyor. Bu tıpkı pastişle çoğalan bir post-modern sinema anlatısına benziyor.
Bu yazının devamında daha önceki Daktilo1984 yazılarımda ortaya koymaya çalıştığım perspektif üzerinden TİP’in söylemlerinin güncel siyasi atmosferde durduğu noktayı ve ortaya koyabileceği iletişim sistemini tartışacağım. TİP’in AKP-HDP ahlakî ikilemi dışına çıkışını, ana akım muhalefetin çekindiği ancak seçmenin talep ettiği “Ahlaki Öfke”yi kullandığını, fakat getirdiği farklı toplum tahayyülünü bu ahlaki öfkenin yanına aynı güçle serpiştirmesi gerektiğini savunuyorum. Argümandaki kavramlar yazının bölümlerini oluşturuyor.
Siyasetin Değişim Noktasında TİP’in Üstlenebileceği Rol: Farklı Bir Tahayyül
Barış Atay, Oğuzhan Uğur’un programına katıldığında genç ve milliyetçi kitleye alışık olmadıkları bir paradigma önerdi: Toplumu ekonomik sınıflara göre okuyup buna göre siyaset üretmek, halkın kendi haklarını korumak için örgütlenmesi ve sendikalaşması. Burada amaçlanan topyekûn bir devrim mesajını öne çıkarmaktan ziyade tartışmaya açık kapı bırakılması. Siyasetin tartışma zemini olamaması ise kimlik siyasetinin kendisinin de ötesinde değer ürettiği bir paradigmaya geçmesine yol açtı. Kimlik siyaseti pratik eşit temsilden ahlaki ikilemler ve çıkmazlar yaratmaya evrildi. Ana akım siyasi söylemin siyaseti kimliğe indirgeyip pratik çözümleri ve siyasi tartışmayı yok etmesi, siyasetin yeniden tanımlanacağı noktanın temel sorunu olmalı. Bu paradigmayı yine bu paradigmanın içerisinden yok edemeyiz, “kutuplaşmayı bitireceğiz” söylemi ulusalcı ya da milliyetçi tonlarla giderilemez. Barış Atay’ın önerdiği “farklı paradigma” bu değişim için gereken eleştiriyi içinde barındırıyor. Farklı bir toplum okuması ve halkın tüketiciden katılımcıya döndüğü, siyaset dışı mekanizmaların siyasetin üzerinde tutulduğu ve siyasetin farklı teknik olasılıklara biraz daha itildiği bir paradigmada tartışmak ve ana akımın paradigmasını uzun vadede değiştirmek mümkün. Bu da TİP’in “post-modern” ana muhalefetiyle sağlanabilecek bir rol.
Ayşe Çavdar’ın Barış Atay’ın program performansı üzerine yazdığı yazı, Erkan Baş’ın Candaş Tolga’nın ve Fatih Altaylı’nın programlarında yaptığı çıkışlardaki “direkt söylem ve retoriksizlik” vurgusu, performans-inandırıcılık ekseninde erken dönem hedef kitle olan yüzde 3 için ideal gözüküyor. Ancak seçim tarihi yaklaştıkça ana akımın atağıyla bu stratejinin, kalabalıklaşan sahnede arkada kalması yüksek ihtimal. Sandık yaklaştıkça seçmen, öfke paylaşımıyla kendisini değerli hissettiren TİP’i unutup iktidarı kazanmak için “şimdilik ödünler veren” ana akım partilerle daha değerli hissedebilir. Özellikle ciddi bir kitle olan genç seçmenlerin kesişim kümelerinden birinin özdeğersizlik olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla seçim öncesi performansa yaslanmak umulduğu kadar performatif olmayabilir ve tüketimi düşebilir. Kabaca, TİP kendisi olmaya devam etmeli, ancak dağınıklığı ve doğrudanlığı da sistematik yapmalı. Nereden çıkılıp nereye gidileceğini görselleştirebildiği bir anlatı üretmesi gerekiyor. Bu anlatıyı da halkın yeniden üretebilmesi gerekiyor.
Ahlaki İkilem
Türkiye’de siyaset, kutuplaştıran Erdoğan krşısında kimlikleri daha çok kucaklamak isteyen Kemal Kılıçdaroğlu arasında sıkışmış durumda. Topluma farklı bir tahayyül sunacak olan ise Türkiye İşçi Partisi. Karşılaştırmalı baktığımızda, Türkiye’deki otoriter rejim dışında, siyaseti belli başlı tahayyül alanlarına sıkıştıranlardan bir tanesi, kimlik politikaları ve partilerin kendilerini kimlik siyaseti içerisinde konumlandırması. Kimlik siyasetinin tartışılmayan bir yönü ise yarattığı ahlaki ikilemler. Örneğin, bugün HDP-AKP ikilisinin uzun bir süreç ve karmaşık ilişkiler ağı sonucunda karşılıklı olarak ürettiği, solculuğun etnik bir çerçeveye sıkışıp kaldığı bir durum içerisindeyiz. Daha da kötüsü, etnik çerçevenin terörle ilişkilendirilip depolitize edildiği, insanların da birbirini güvenlikleştirebildiği bir düzlemdeyiz. AKP’nin kendi projesi açısından başarılı olduğu noktalardan birisi de muhalif kesimlerin kendi içerisinde tartışmalarını imkânsız hâle getirmek. Bu da muhalefeti bölmeyi kolay kılıyor. Ana akım düşünen seçmen, muhalif de olsa devamlı bir ahlaki ikilem içerisinde.
Ahlakî ikilemin doğru cevabı yok. Bunun dışına çıkmalı ve siyasetin başka bir şey olduğu söylenmeli. Farklı bir paradigma, farklı bir söylem ve doğrular kümesi için elzem. Bu farklı paradigmayı kabul ettirmek için ise söylem, tahayyül ve performansın birleşmesi gerekiyor. İnsanlar tarafından tüketilebilir olmadan güçlü olamaz, insanların farklı gerçeklikleri olduğunu kabul etmeden de etkili bir performans sergileyemezsiniz (Black, 2010).
Ahlaki Öfke
Gücün görünürlükten geldiği ve Tayyip Erdoğan’ın sıradan bir otoritere göre bunu daha iyi fark edip uyguladığı bir seçim ortamında bir paradigma değişimi yaratmak için tüketilebilir olmak gerekiyor. TİP milletvekilleri şu ana kadar “haklı öfke”yi kullandı ve Twitter’da seçmen ile etkileşimleri kitlelerin bu “haklı öfke” kesişiminden geldi. TİP, ahlaki ikileme girmeyerek “ahlakî öfke”yi kullandı, “Lale devri bitti, sülale devri de bitecek” diyerek görünürlük ve inandırıcılık kazandı, komplekssiz ve halkla dayanışarak da performanslarının ulaşılabilirliğini sağladı. Direkt konuşarak retoriksizliği öne çıkardı. Peki bunlar bize bir paradigma değişimi ve halk teveccühü mü gösteriyor, yoksa “ahlaki öfke”nin ve tepkinin ana akım muhalif tahayyülle kesiştiği noktayı mı imliyor? Tehlikeli olan nokta ise öfkenin sağ-popülizmle olan yakın bağı (Busher, Guarlindo & Sullivan, 2018). TİP’in hiç görünmediği kitledeki insanlar da öfkeli. Aslında Türkiye’de neredeyse herkes bir şeye öfkeli. Buraya kadar iyi getirilen bu söylemi paradigmanın benzini kılmak gerekiyor.
TİP görünüyor, görünürlüğünü arttırıyor, toplum tarafından simâsı tanınmaya başlıyor, sahneye çıkıyor. Ancak bu performansın ve mesajın inandırıcılığının henüz test edilmediğini görüyoruz. Azınlıkken yapılabilen yüksek performanslı ve inandırıcı “ahlaki öfke” dışındaki söylemlerin ve mesajların da seçmene ulaşması gerekiyor. Burada amacım TİP’in 5 yıllık sadece 4 milletvekiliyle yaptığı ve çokça takdir ettiğimiz performansını “haklı öfke”ye indirgemek değil, yeni ulaştığı kesimlerin onu böyle kurguladığını söylemek. TİP’in kitle tarafından izlenen performansını, önerdiği paradigmayla da birleştirmesi gerekiyor. Tweet’lerin siyasal katılımı arttırmadığı çalışmalar mevcut (Bode & Darlymple, 2016), ancak çok daha gerçekçi bir etki bırakan Twitter editlerinde (De Sousa & Cervi, 2017) öfkeden ve karizmadan beslenmek yerine, tahayyülden beslenmek gerekiyor.
“Yargılanacaksınız!” söyleminin yanı ve yöresi TİP’in önerdiği paradigmayla doldurulmalı. Genç kitlenin gerçekliğine hitap edilebilirken diğer seçmen kümeleri ve onların gerçeklikleri de göz önüne alınmalı. İşçi sınıfındaki bir seçmen siyaseti nasıl tahayyül ediyorsa onu bulmalı, sunacağınız paradigmayı o tahayyül ona nasıl ulaştıysa öyle ulaştırmalı ya da yüz yüze siyasi görünürlüğünüzü arttırmalısınız. Yüz yüze performans ve inandırıcılık, ciddi bir tutarlılık ve sempati gerektiriyor ki bu da TİP’in yapabileceğini gösterdiği bir siyasi tarz, ancak sandık yaklaştıkça mevcut yeterli olmayacak. “Yargılanacaksınız!” söylemi, öfkeyi doğru yere kanalize ederken bir yandan düşünceyi ve tahayyülü de destekleyebilir (Ost, 2004). Bunun için “Yargılanacaksınız!” söyleminden kaçmaktan ziyade, aynı hızda ve tempoda TİP’in topluma ulaştırmak istediği farklı paradigma öne sürülmeli. Siyasetin büyük oyunlara karşı güvenlik politikaları üreten kutsal bir varlık değil de günlük yaşamın her anında olduğunu kabul etmek (Black, 2010) TİP’e oldukça geniş yelpazede bir malzeme ve gerçekliğe seslenme imkanı verecektir. Bu uzun girizgahtan sonra bu işin detaylarını ise diğer yazılarımda aktarmayı düşünüyorum.
Kaynakça
Black, L. (2010). Redefining British Politics: Culture, Consumerism and Participation, 1954–70. Springer.
Bode, L., & Dalrymple, K. E. (2016). Politics in 140 characters or less: Campaign communication, network interaction, and political participation on Twitter. Journal of Political Marketing, 15(4), 311-332
Browne, C. (2019). The modern political imaginary and the problem of hierarchy. Social Epistemology, 33(5), 398-409.
Busher, J., Giurlando, P., & Sullivan, G. B. (2018). Introduction: The emotional dynamics of backlash politics beyond anger, hate, fear, pride, and loss. Humanity & Society, 42(4), 399-409
De Sousa, A. L. N., & Cervi, L. (2017). Video activism in the Brazilian protests: Genres, narratives and political participation. Northern Lights: Film & Media Studies Yearbook, 15(1), 69–88. doi:10.1386/nl.15.1.69_1
Ost, D. (2004). Politics as the Mobilization of Anger: Emotions in Movements and in Power. European Journal of Social Theory, 7(2), 229-244.