[voiserPlayer]
Cumhur ittifakının ortaklarınca hazırlanan seçim yasalarına ilişkin değişiklik önerisi tartışılıyor. Özellikle seçim barajının %10’dan %7’ye indirilmesi; cumhurbaşkanının seçim yasaklarından muaf tutulması ve ittifakın toplam oyu ülke barajını geçtiği takdirde, ilgili seçim çevresindeki milletvekili hesabının ve dağılımının ittifak içerisindeki siyasi partilerin aldıkları tekil oy sayısı üzerinden yapılması hususları çok ciddi yankı uyandırdı. Güç kaybeden iktidarın sandıkta bu kaybı kapatmaya yönelik bir takım hamleler yapacağı öngörülüyordu.
İl ve İlçe Seçim Kurullarına İlişkin Düzenlemeler
Mevcut düzenleme teklifinde dikkatlerden kaçan önemli bir nokta var, o da il ve ilçe seçim kurullarının yapısında öngörülen değişiklikler. Bu konu seçim güvenliği açısından kritik bir nitelik taşıyor. Teklifte il ve ilçe seçim kurulu başkanlarının ve asıl üyelerinin o il ve ilçe merkezinde görev yapan ve birinci sınıfa ayrılmış hâkimler içerisinden ilk derece adli yargı adalet komisyonunca yapılacak kura çekimiyle tespit edilmesi öngörülüyor. Mevcut düzenlemeye göre il ve ilçe seçim kurullarında görev alacak olan hâkimler o bölgenin en kıdemli hâkimleri. Aslında kim oldukları seçimden çok öncesinden belli olan kişiler. Hatta Ocak 2022’nin son haftasında il ve ilçe seçim kurulları oluştu, yeminler edildi. Mevcut yasaya göre görev süreleri 2024 Ocak’ta doluyor. Yani 2023 seçimlerinde görev yapacak kurullar aslında belli. Teklife göre bu kurulların hepsinin görevi sona erip yeni hâkimler seçilecek. Seçim kurullarının birinci sınıf hâkimler arasından kura ile belirlenmesi hedefleniyor. Kuranın ne şekilde yapılacağı ve şeffaflığı konusunda ise bir düzenleme yok.
Düzenleme ile asıl tırpan ilçe seçim kurullarına vuruluyor. Önerilen düzenlemede il ve ilçe seçim kurulunda yer alma yeterliliğine sahip hâkimlerin tamamının kuraya katılıp katılmaması hususunda bir zorunluluk yok. Yani emekliliğine yakın bir dönemde, böyle bir siyasi zeminde iktidarla ters düşmek istemeyen hâkimlerin bir dilekçe vererek kuraya katılmayacağını öngörmek zor değil. Ya da hâkimlerin kapalı kapılar ardında bir müfettişin, bürokratın “ricasıyla” görevden imtina etmeleri istenebilir. Zira yargının böylesine siyasallaştığı bir ortamda bu tip müdahaleler ne yazık ki normalleşti.
Seçimlerde asıl tartışmalar ilçe seçim kurullarında yaşanır. İlçe seçim kurullarının kararına karşı da il seçim kuruluna itiraz edilir ve –bazı konular hariç- bu karar kesindir. Yargı bağımsızlığının olmadığı günümüz Türkiye’sinde bu düzenleme önerisi sandık ve sonrası için ciddi riskler barındırıyor.
Değişiklik önerisinde gözden kaçan bir diğer nokta ise sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir partinin, oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremeyeceğine ilişkin düzenlemedir. Özellikle bazı partilerin teşkilatlarının güçlü olduğu, diğer partilerin nispeten daha zayıf olduğu yerlerde partiler arası dayanışmayı sağlayan bu hususun önünde prosedürel engeller çıkararak seçimde etkili denetimin zayıflamasına neden olacağı kuşkusuz. HDP dışındaki muhalefet partilerinin güneydoğu illerindeki durumu buna örnek olarak verilebilir. HDP’nin zaten 5000’in üzerinde teşkilat mensubunun cezaevinde olması, diğer partilerin de her sandığa üye gönderememesi konusu seçim güvenliği açısından ciddi bir soru işareti. Partilerin seçim öncesi tüm sandık organizasyonunu sürprize mahal vermeyecek şekilde hazırlaması gerekiyor. Yani aslında bu iki hüküm ile şaibe sandıktan başlayıp ilçe ve il seçim kurullarına kadar ilerleyebilir. Seçim güvenliğini sağlamak için vatandaşların her sandık için ayrı ayrı aktif rol alması elzem.
Cumhurbaşkanı’nın Seçim Yasaklarından Es Geçilmesi
Tartışmalara yol açan bir diğer düzenleme ise şüphesiz cumhurbaşkanının seçim yasaklarından muaf tutulması hususudur. Mevcut düzenlemede 298 sayılı Kanunun 65, 66 ve 155. maddelerinde seçim propaganda yasakları “Başbakan” ve “Bakanları” kapsıyor. Yeni rejim nedeniyle başbakan lafzının bir hükmü yok. Bu nedenle teklifte başbakan kısmı çıkarılıyor ancak cumhurbaşkanı eklenmiyor. Hâlbuki mevcut haliyle cumhurbaşkanı, parlamenter sistemdeki başbakanın çok daha güçlü karşılığı olan bir pozisyondadır. Parlamenter sistemde sembolik görev ve yetkileri olan, şimdiki rejimdeyse doğrudan siyasi bir figür haline gelen cumhurbaşkanının yeni düzenlemede propaganda yasağı içine alınmaması, seçimlerin eşitlikten uzak bir ortamda yürüyeceğini açıkça gösteriyor. Kanun teklifi, mantıkla ve kendi gerekçesiyle çelişiyor.
İttifaklara Yönelik Yapılan Düzenleme Siyasi Ama Olumlu
Mevcut düzenlemeye göre partiler milletvekili seçimleri için ayrı ayrı adaylar çıkarıyorlar; ancak seçilen milletvekilinin hesabında ittifakın oyları tek bir parti gibi hesaplanıyor. Böylelikle ittifak, ilk başta bir parti gibi hesaba katılarak büyük partilere sağlanan avantajdan faydalanmış oluyor, ardından milletvekillikleri kendi aralarında paylaştırılıyor. Yani aslında Türkiye’deki seçim sistemi en çok oy alan partiden başlayarak aşağıya doğru barajı aşan tüm partileri haksız olarak ödüllendiriyor. Orantısal olarak aşkın temsil meydana geliyor. İttifaklar ayrı listelerle yarıştığı halde bu düzenlemeyle milletvekili hesaplamasında sanki büyük bir parti gibi temsilci çıkarmasının temsilde adaletsizliğe neden olacağından şüphe yoktur.[1] Kısaca örnekleyecek olursak bir ilde X ittifakına mensup A ve B partisi, Y ittifakına mensup C ve D partisi seçimlere giriyor. Seçim sonucunda A partisi %28, B partisi %27, C Partisi %26, D Partisi ise % 18 oy alıyor. İlden 2 milletvekili çıkıyor. Mevcut düzenlemeye göre X ve Y ittifakları birer milletvekili çıkarıyor. Yapılan öneriye göre en çok oyu alan iki parti ayrı ayrı milletvekili çıkaracak, yani X ittifakı iki milletvekili çıkaracak Y ittifakı ise milletvekili çıkaramayacak.
İttifaklara yönelik öngörülen düzenlemenin ilkesel bazda daha adil sonuçlar doğurabileceği söylenebilirse de asıl amacın Millet İttifakı’nın daha az vekil çıkarması olduğu açıktır. Ancak evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Hatırlanacağı üzere 2009 yerel seçimleri öncesinde büyükşehir belediyelerine ilişkin düzenlemeler yapılmış, pek çok yeni ilçe oluşturulmuştu. İlçeler mahalle bazında AKP’nin çoğunlukta, rakibinin azınlıkta olacağı şekilde bölünmüş (Karabağlar-Bayraklı örnekleri), yeni büyükşehirler kurulmuş ve kapsamları genişletilmişti. Bu şekilde AKP’nin çok daha ciddi üstünlük sağlayacağı öngörülüyordu ancak beklendiği gibi olmadı. Sandık sürprizlere gebedir.
Seçim Barajının Düşürülmesi
Türkiye’de uygulanan %10 seçim barajı temsilde adalet ilkesine sıkılmış bir kurşundur. Barajı aşan partiler –yukarıda da anlattığımız üzere- bu barajdan oluşan aşkın temsilin ekmeğini yemektedirler. Bu bağlamda, Anayasa m. 67/6’da yer verilen “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” Hükmü dikkate alındığında bu denli yüksek seçim barajı Anayasa’ya aykırıdır. Çünkü “yönetimde istikrar” ilkesiyle sistem değişikliğine gidilmiş, cumhurbaşkanı üst düzey yetkilerle donatılmış, yürütme ve yasama keskin bir şekilde birbirinden ayrılmıştır. Başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde seçim barajları minimize edilmiş, hatta bazı ülkelerde kaldırılmıştır. Bu nedenle seçim barajı için bir kalkan olarak kullanılan “istikrar” vurgusunun artık bir anlamı kalmamıştır.[2]
Seçim barajının düşürülmesi pek tabii olumlu, ancak Batı’daki örnekler incelendiğinde %3-5 arasının ideal düzey olduğu biliniyor. Düzenlemenin, teklifte belirtildiği gibi “temsilde adaleti” sağlamaktan ziyade ittifakın küçük ortağı MHP’yi kurtarmayı, yeni kurulan ve ivme yakalayan partileri gafil avlamayı amaçladığı söylenebilir. Siyasi kaygılarla getirilen bu düzenlemenin yine de %10’dan iyi olacağı kuşkusuzdur.
Geçmiş Örnekler & İdealler
2017 referandumunda YSK’nın mühürsüz oyları geçerli sayarak yasaya aykırı biçimde verdiği karar, 2019 İstanbul yerel seçimlerinin yenilenmesi gibi hususlar, 1950’den beri Türkiye’de oluşan seçimlerin güvenilirliğine dair inancı kökünden sarsmıştır. Hal böyleyken, 20 yıldır iktidarda olan bir partinin onlarca seçim boyunca seçim ve siyasi parti kanunlarına el atmayıp siyasi açıdan kan kaybederken demokratik bazı düzenlemelerin yanında seçimi şaibeli hale getirecek, eşitlik ilkesini hiçe sayan ve seçim mekanizmaları üzerinde baskı oluşturan düzenlemelerle gelmesi, samimiyetsizliğini ortaya koyuyor. Hatta bu düzenlemeyle 2017 ve 2019 seçimlerinde yıpranan YSK’nın rolünün, il ve ilçe seçim kurulları kontrol altına alınmak suretiyle azaltılacağını söylemek de mümkün.
Seçimler, temsili demokrasilerin en önemli aracıdır. Adil ve katılımcı bir seçim süreci işletilmediği takdirde seçimler, yönetenlerin yönetmesinin gerekçelendirilmesi için dönemsel bir form olmaktan öteye geçemez.[3] Hukuk devletinin asgari koşullarının sağlanamadığı bir siyasal sistemde demokratik seçimlerden bahsetmek olanaklı olmadığı gibi, adil ve güvenli seçimler yoluyla siyasal iktidarın barışçıl biçimde değişme olasılığının güvencelerinin olmadığı bir rejimde biçimsel demokrasinin asgari koşullarının bile sağlanamayacağı söylenmelidir.[4]
Siyasi partilere ilişkin kanunlar ile seçimlerle ilgili kanunlar, hem içerik hem de uygulama ile ülkenin demokrasi standardını gösteren önemli belgelerdir. Başta siyasetin finansmanı, şeffaflık, parti içi demokrasi gibi konular olmak üzere siyasi partiler ve seçimlerle ilgili pek çok sorun ve tartışılan konu var. Yapılması gereken, katılımcı bir süreçle, öz bir dille temsili demokrasinin etkili bir şekilde sağlanmasını tesis edecek yeni kanunlar yazmaktır. Hatta bu konular iktidara yakın cenahlarca dahi çok kez dillendirildi.[5] Mevcut kanunları kendi siyasi menfaati çerçevesinde düzenlemek ve yamalı bohçaya çevirmek geçici faydalar sağlayabilirse de bunun bir yerde nihayetlenebileceği unutulmamalıdır.
[1] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/666730
[2] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/666730
[3] https://mavidefter.net/secim-meselesi-ve-degisiklik-teklifi-uzerine-birkac-not/
[4] https://mulkiye.org.tr/secim-adaleti-ve-guvenligi-raporu/
[5] https://www.setav.org/siyasi-partiler-kanunu-reformu-gecikmemeli/
Fotoğraf: Kyle Glenn