Salgın’ın Değişen Küresel Merkezi
[voiserPlayer]
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 5 Ocak 2020 günü Çin’in Hubei eyaleti, Wuhan şehrinde sebebi henüz bilinmeyen bir zatürre hastalığının ortaya çıktığını ilan etti. Örgüt bu tarihten tam beş gün sonra bu hastalığın kaynağının yeni bir korona virüsü türü olduğunu açıkladı. WHO, korona virüsü salgınını 30 Ocak’ta “uluslararası boyutta halk sağlığı acil durumu” olarak, 11 Mart’ta ise küresel salgın (pandemi) olarak ilan etti. Bütün dünyada teşhis edilen korona virüsü vaka sayısı 22 Ocak’ta sadece 580 iken, 6 Mart itibariyle 100 bini, 26 Mart itibariyle ise 500 bini geçti. Çin’de teşhis edilen vaka sayısı mart ayı başından itibaren 80 bin civarında stabil olduğu hesaba katılırsa, vaka sayısının üssel artışının ana kaynağını Çin-harici ülkeler, özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İtalya, İspanya, Almanya, Fransa, İran, İngiltere, İsviçre gibi ülkeler, oluşturdu. İran hariç, bu ülkelerin tamamının ileri seviyede demokratik Batılı ülkeler (ABD’yi de Batılı bir devlet olarak kabul etmek mümkün). Bu durum demokrasilerin Korona krizi ile nasıl mücadele ettikleri (veya etmedikleri) sorusunu önümüze koymaktadır.
Salgın’la Mücadele Yöntemleri
Korona virüsü ile mücadele için elbette her şeyden önce var olan kamu sağlık sisteminin genel kapasitesinin artırılması gerekir. Bunun ötesinde, virüs salgını ile mücadelede ülkelerin önünde esasında iki farklı yöntem mevcut. İlki, devletin kaba gücünün harekete geçirilip, polisiye ve hatta askeri tedbirlerle, ilk vakaların göründüğü lokallerden başlayarak gerekirse bütün ülkeyi karantina altına almak ve sokağa çıkışları kısıtlamak. Bu tedbirlerin amacı, insanların fiziki hareketliliğini ve birbiri ile temasını en aza indirip, virüsün yayılmasını engellemek ve azaltmak. Bu yöntemin en etkileyici uygulamasını Çin yaptı. Çin, Hubei eyaletinde toplam 17 şehri karantina altına alırken, Hubei’nin dışında 14 farklı eyaletteki büyük şehirlerde son derece katı sokağa çıkma kısıtlamaları getirdi. Böylelikle yaklaşık 59 milyon kişi karantina altına alınırken, yaklaşık 230 milyon kişi sokağa çıkma kısıtlamalarına maruz kaldı.
Korona salgını ile mücadelede ikinci yöntem yine devletin gücünü, ancak daha rafine halini harekete geçirmeyi gerektirir. Bu yöntemde, var olan vakaların son haftalarda temasa geçmiş olabileceği bütün kişiler (iş arkadaşları, aile efradı, hatta sokakta rastgele çarpıştığı) acilen tespit edilir, karantinaya alınır, testleri yapılarak, virüsü kapmışlarsa tedavileri başlanır. Bu yolun en etkileyici uygulamasını Güney Kore yaptı. Virüsü kaptığı belirlenen kişiler hastanelerde tedavi altın alınırken, telefon ve kredi kartları bilgileri kullanılarak o zamana kadarki hareketleri ve temas ettikleri kişiler belirlendi. Bu kişilere evde tecrit halinde kalmaları söylendi, GPSli bir uygulama ile de polis tarafından evde kalıp kalmadıkları sürekli kontrol edildi. Güney Kore’de ilk korona vakası 20 Ocak’ta görüldü. Ancak, şubat ayının ikinci yarısında korkutucu boyutta artışlar meydana geldi. O zamana gelindiğinde Güney Kore günde 10 bin test yapmaya hazırdı. Zira Güney Koreli firmalar çok önceden test kitlerini üretmiş ve sağlık sisteminin test kapasitesini çoktan artırmıştı.
Bu iki yöntem elbette birbiri ile çelişen yöntemler değil. İkisi de aynı anda hayata geçirilebilecek yöntemler. Ancak birinin kapsamlı şekilde yapılması, diğerinin de aynı kapsamda yapılması gereksinimini azaltıyor. Nitekim Güney Kore’nin agresif test uygulaması, Çin’in yaptığı boyutta kapsamlı bir karantina ve sokağa çıkışı sınırlandırmasına gerek bırakmadı.
Korona virüs salgını ile elbette kapsamlı tedbirler almayarak mücadele etmemek de bir alternatif. Yani ne kapsamlı karantina ve sokağa çıkmayı yasaklama, ne de yaygın test uygulaması. Bu şekilde korona virüsü salgını ile mücadele eden, daha doğrusu etmeyen, en erken örnek Japonya oldu. 16 Ocak gibi çok erken bir tarihte ilk vakanın teşhis edildiği Japonya, bir ay boyunca Hubei ve Zheijang eyaletlerinden gelen yolculara getirdiği kısıtlamalar haricinde herhangi bir adım atmadı. 27 Şubat’ta okulları kapatan Japonya, sadece Çin, Güney Kore, İran ve İtalya’dan gelen yolculara karantina kısıtlamaları getirdi. Söz konusu kısıtlama ise sadece gelen yolculara 14 gün boyunca evlerinde karantina tavsiyesi yapmak oldu. Bu önlemler haricinde Japonya, ne Çin gibi geniş kapsamlı karantina ve sokağa çıkma yasağı uyguladı ne de Güney Kore gibi agresif bir şekilde test uygulaması yaptı. Nitekim 30 Mart itibariyle Japonya milyon kişi başına sadece 230 test yaptı, aynı tarihlerde Güney Kore ise milyon kişi başına 7,600.
Batılı Demokrasiler
Batılı demokrasilerde ilk korona vakaları ocak sonu ve şubat başı gibi görüldü. Ancak toplam vaka sayısı şubat aynının büyük bölümünde çok az bir ivme ile arttı ve hemen hemen yatay seyretti. Vaka sayısındaki ivme artışı şubat ayının son haftasında başladı: ABD’de 20 Şubat’ta 15 olan vaka sayısı 11 Mart’ta 1301’e, İtalya’da 21 Şubat’ta 21 olan vaka sayısı 29 Şubat’ta 1128’e, İspanya’da 26 Şubat’ta 15 olan vaka sayısı 9 Mart’ta 1231’e, Almanya’da 25 Şubat’ta 18 olan vaka sayısı 8 Mart’ta 1040’a, Fransa’da 26 Şubat’ta 18 olan vaka sayısı 8 Mart’ta 1209’a, İngiltere’de 27 Şubat’ta 16 olan vaka sayısı 14 Mart’ta 1140’a, İsviçre’de 28 Şubat’ta 15 olan vaka sayısı 13 Mart’ta 1139’a fırladı. Vaka sayısındaki üssel artış bu tarihlerden sonra gerçekleşti: bu satırların yazıldığı an itibariyle, ABD 162 bin vaka ile Çin’i neredeyse ikiye katlarken, İtalya 101 bin, İspanya 87 bin vaka ile Çin’i geçti. Hali hazırdaki artışın bir süre daha devam etmesi durumunda ABD, İtalya ve İspanya Çin’le aralarındaki farkı açmaları, Almanya’nın ise Çin’i yakalaması şaşırtıcı olmaz.
Korona virüsü salgını ile yürüttükleri mücadele yöntemlerine göre Batılı demokrasilerin, Çin, Güney Kore ve Japonya’nın arasında bazen birine diğerlerinden yakın bir halde durduklarını gözlemlemek mümkün. Mesela, Fransa korona virüsü salgını ile mücadelesinde Çin’e yakın bir konumda durdu. Güney Kore 29 Mart tarihi itibariyle milyon kişi başına 7,600 test yapmışken, Fransa 24 Mart tarihi itibariyle milyon kişi başına sadece 1,500 test yaptı. Fransa’nın korona virüsü ile mücadelesi daha yoğun olarak vatandaşlarının sokağa çıkışlarını kısıtlayarak oldu. Şubat ayının sonundan itibaren kısıtlamaları peyder pey uygulayan Fransa, nihayetinde 16 Mart’ta bütün ülkede geçerli olacak zorunlu sebep olmadıkça sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Batılı demokrasilerden İtalya ve İspanya ise Çin ve Güney Kore modellerinin bir birleşimini hayata geçirdi. Her iki ülkenin de yaygın bir şekilde test yaptığını iddia etmek mümkün. 21 Mart tarihi itibariyle İspanya’nın milyon kişi başına düşen test sayısı 7,600’u buldu, ki bu rakam Güney Kore’nin 29 Mart tarihli verisi ile aynı seviyelerde. İtalya’nın 28 Mart verisi ise 7,100. Ancak İtalya’da bölgeden bölgeye farklılıkların olduğunu, milyon kişi başına düşen test sayısının Lombardy’de 37 bin, Emilia-Romagna’da 11,500, Veneto’da ise 7,500 gibi rakamlara ulaştığını not düşelim. Özellikle vaka sayılarındaki yüksek artıştan sonra hem İtalya hem de İspanya Çin modeline daha da yaklaştı. İtalya’da 22 Şubat gibi başlayan yerel karantina ve sokağa çıkma kısıtlamaları 9 Mart’ta bütün ülkede uygulanmaya başlandı. İspanya’da da benzer şekilde kısıtlamalar yerel düzeyde başladı, ancak İtalya’dan beş gün sonra 14 Mart’ta bütün ülkeye yayıldı.
Korona virüsü salgını ile mücadelede Almanya da, Çin ve Güney Kore arasında bir yerde durdu. Esasında Almanya, Güney Kore ile hemen hemen eş zamanlı olarak korona virüsünü teşhis etmek için test kiti geliştirdi. Ancak yaygın test yapma uygulamasına nispeten geç başladı. Nitekim Almanya’nın 26 Mart tarihi itibariyle milyon kişi başına düşen test miktarı 5,800’lerdeydi, ki bu rakam sadece Güney Kore değil, İspanya ve İtalya’nın da altında. Almanya, test uygulamasındaki açığını ilk önce eyalet seviyesinde başlayan karantina/sokağa çıkma kısıtlamaları ile, 16 Mart’ta ise bütün ülkede hayata geçirerek kapamaya çalıştı.
ABD’nin korona virüsü ile mücadelede aldığı önlemler Almanya ile oldukça benzerlik göstermekte. Almanya gibi ABD de kendi test kitini erken geliştirdi. Ancak bürokratik süreç ve kitin uygulanmasında rastlanan sorunlar zaman kaybettirdi. ABD, korona virüsü testini yapmaya ancak Mart başı gibi başlayabildi. Mart 8 itibariyle ABD’de yapılan toplam test sayısı sadece 1,700’dü. Takip eden günlerde ABD yapılan testleri büyük çapta artırdı ve Mart ayı sonu itibariyle 550 binden fazla test gerçekleştirdi. Bu artışa rağmen ABD’nin milyon kişi başına düşen test seviyesi 2,500 gibi oldukça düşük seviyelerde kaldı. Öte yandan bu seviyenin New York’ta 8,800’e, Washington’da 7,700’ü ve Louisiana’da 5,400’u bulduğunu not edelim. Almanya gibi federatif bir devlet olan ABD’de eyaletler karantina/sokağa çıkışı kısıtlama uygulamasını hayata geçirdiler. 19 Mart’ta California eyaletinde başlayan sokağa çıkma kısıtlamaları, 22 Mart itibariyle New Jersey, Illinois ve New York eyaletlerinde de uygulanmaya başladı. Mart ayı sonu itibariyle de ABD’de 22 eyalet daha kapsam seviyeleri farklı olsa da sokağa çıkma kısıtlamaları uygulamaya başladı.
Batılı demokrasiler arasında korona virüsü salgını ile Japonya modeline yaklaşan iki ülke oldu. Bu ülkelerden ilki İngiltere. Aslında İngiltere, Güney Kore ve Almanya gibi korona virüsünün tespiti için çok erken bir tarihte test geliştirdi ve 25 Ocak’tan itibaren test uygulamasına başladı. Şubat sonu itibariyle 10 bini geçen sayıda test yapan İngiltere, 29 Mart itibariyle 127 bin test yaptı. Ancak bu rakam milyon kişi başına düşen test sayısı olarak 1,900 gibi düşük bir rakama tekabül etmektedir. Ancak bu rakamın yine de Japonya’nın rakamından (230) çok fazla olduğunu da not edelim. İngiltere Güney Kore seviyesinde yaygın bir şekilde test yapmaktan kaçınırken, Çin gibi kapsamlı karantina altına alma uygulaması ve sokağa çıkma kısıtlamalarını da hayata geçirmekten uzun süre olabildiğince kaçındı. Ancak vaka sayısının Mart ayı içinde üssel artmasının ardından 23 Mart günü İngiltere de vatandaşlarının sokağa çıkışlarını kısıtlama yönünde adım attı. Dolayısıyla İngiltere, mart ayının son 10 günü Japonya’dan uzaklaşıp, Çin’e daha fazla yaklaşma eğilimine girdi.
Japonya modeline en sadık Batılı demokrasi İsveç oldu. Aslında İsveç de korona virüsü salgını ile mücadelesini ilk başta büyük oranda test yapma yöntemi üzerine kurguladı. İlk vakasını 31 Ocak, ikinci vakasını ise 26 Şubatta teşhis eden İsveç ilk önce sadece yüksek risk bölgelerine seyahat etmiş kişilere uyguladığı testi 4 Marttan sonra zatürre semptomları gösterenlere ve virüsü kaptığı belli olan şahıslarla temasta olabilecek kişilere yaygınlaştırdı. Kısa bir süre içinde binlerce test yapan İsveç, 11 Mart’ta strateji değişikliğine giderek sadece hastaneye kaldırılan risk gruplarına ait hastalara ve semptom gösteren sağlık personeline yapma kararı aldı. Yaygın test yapma uygulamasından vazgeçen İsveç’in 25 Mart itibariyle milyon kişi başına gerçekleştirdiği test sayısı 2,800’de kaldı, ki bu rakam İngiltere’nin rakamından fazla. Ancak, İsveç en azından şimdiye kadar İngiltere gibi Çin modeline de yaklaşmadı. İsveç karantina ve sokağa çıkma sınırlamalarını artırmadı ve bu doğrultuda aldığı önlemler oldukça kısıtlı kaldı. Bütün süreç boyunca İsveç’in attığı en radikal adım 11 Mart günü 500’den fazla katılımlı aktiviteleri yasaklamak oldu.
Sonuç
Bu karşılaştırmadan çıkarılabilecek temel sonuç, bu yazıda ele alınan Batılı demokrasiler arasında İtalya ve İspanya’nın korona virüsü ile mücadelede en yoğun ve yaygın önlemleri aldığı. Bu iki ülkeyi Fransa ve Almanya ikilisi, daha sonra ABD ve nihayetinde İngiltere ve İsveç ikilisi takip etti. Bu sonucu vaka sayıları ile karşılaştırdığımızda karşımıza aşağıdaki bir tablo çıkıyor.
Önlem Seviyesi Vaka Sayısı Ölüm Sayısı
(milyon kişi başına). (milyon kişi başına)
İtalya Üst 1,683 192
İspanya Üst 1,881 165
Fransa Orta 683 46
Almanya Orta 800 8
ABD Alt-Orta 496 10
İngiltere Alt 326 21
İsveç Alt 399 14
Çin Üst 57 2
Güney Kore Üst 191 3
Japonya Alt 15 0.4
Not: Rakamlar 30 Mart itibariyledir. Kaynak: https://www.worldometers.info/coronavirus/
Bu tablo paradoksal bir duruma işaret etmektedir. Hükûmetlerin aldığı önlemlerin seviyesi ile vaka ve ölüm sayısı arasında beklendiği gibi ters bir ilişki görünmüyor. Ancak bu çıkarımın yapılmaması gerekir. Zira İspanya, İtalya, Almanya, ve Fransa’da şimdiye kadar alınan önlemlerin alınmadığı durumda vaka ve ölüm sayısının ne olacağını bilemiyoruz. Söz konusu önlemler alınmasaydı, çok daha fazla vaka ve ölüm sayısı ile karşılaşılabilirdi.
Ayrıca, önlemlerin zamanlaması da önemli. Batılı demokrasilerin özellikle karantina ve sokağa çıkışı kısıtlama uygulamalarını önleyici önlemler olarak değil de, vaka sayısındaki artış karşısında tepkisel olarak hayata geçirdiklerini iddia etmek mümkün. Bu ise demokrasilerin paradoksu olarak karşımıza çıkmaktadır. Demokrasiler aldıkları önlemler için ilk önce kamuoyunu ikna etmeleri gerekmektedir. Bu ise ancak krizler-felaketler zaten harekete geçip, insanları ciddi anlamda etkilemeye başladığında veya iş işten geçtikten sonra gerçekleşmektedir.
Diğer bir konu ise devletlerin aldığı önlemlerden bağımsız faktörlerin de varlığı. Özellikle karantina ve sokağa çıkışı kısıtlayıcı önlemlerin temel amacının insanlar arasında teması en aza indirgemek olduğu düşünülürse, bağımsız faktörlerin de aynı etkiyi meydana getirebileceğini, dolayısıyla hükûmetlerin önlem almasına ihtiyaç bırakmayabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Mesela bir ülkenin nüfus yoğunluğu bireylerin birbirleriyle fiziki olarak ne kadar yakın olabileceklerini doğal olarak etkiler. Nitekim, Batılı demokrasiler arasında en az önlem alan ve vaka ve ölüm sayısı açısından nispeten iyi bir performans gösteren İsveç bu açıdan diğer demokrasilere göre çok daha avantajlı konumda: 2018 yılında İsveç’te kilometre kareye düşen kişi sayısı 25 iken, aynı yıl İtalya’da 205, İspanya’da 93, Fransa’da 122, Almanya’da 237, İngiltere’de 274’tü. ABD’nin de korona virüsünden en çok etkilenen yeri New York eyaletinin nüfus yoğunlu 160 iken, bu rakam New York şehrinde 10 bin civarındadır.
Nüfus yoğunluğu önemli bir dezavantaj olsa da, bu dezavantaj başka sosyal alışkanlıklarla elbette aşılabilir. Nitekim İsveç’ten çok daha az önlem alan ve gerek vaka gerekse ölüm sayısında çok daha iyi bir performans gösteren Japonya’da kilometre kareye düşen kişi sayısı 347’tür. Japonya’da bireylerin birbiri ile olan selamlaşmalarında koruduğu mesafe ve yaygın bir şekilde maske takma gibi sosyal pratikler Japonya’da devletin korona ile mücadelesinde işini oldukça kolaylaştırmış ve daha az önlem almasını sağlamıştır.
Devletlerin hangi seviyede önlem almalarını etkileyen diğer önemli bir faktör vatandaşların hükûmetlerine duyduğu güven olabilir. Bu konuda yapılan anketler, batılı demokrasiler içinde İsveç’te hükûmete duyulan güvenin sistematik olarak diğer demokrasilere göre çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Mesela, 2013 yılında yapılan bir ankete göre, hükûmete güven oranı İsveç’te yüzde 58 iken, İtalya’da yüzde 11, İspanya’da yüzde 8, Fransa’da yüzde 23, Almanya’da yüzde 41, İngiltere’de ise yüzde 23 oranında. Hükûmete duyulan güvenin yüksek olduğu demokrasilerde, insanlar arası teması en aza indirmek için kaba kuvvete ihtiyaç daha az olacaktır, zira hükûmetlerin sosyal izolasyon tavsiyeleri etkili olacak ve kaba kuvvete dayalı önlemler almaya gerek bırakmayacaktır.
Vatandaşların bilime duyduğu güvenden, dini veya dini olmayan grup üyeliklerine, yaşlıların nerede yaşadıklarına kadar daha bir çok faktör hükûmetlerin alacağı önlem seviyesine ve elbette alınan önlemlerin etkinliğine etki edecektir. Esasında farklılıklara yol açan faktörlerin çokluğu aslında doğal olandır. Zira, farklı ülkeler arasındaki aynilik ve benzerlikler genellikle bir iki faktörle açıklanabilirken, farklılıkları açıklamak için farklılıkların sayısı kadar çok faktör gerekebilir.
Leo Tolstoy’un Anna Karenina’sına giriş cümlesinde dediği gibi: “Bütün mutlu aileler benzerdir. Mutsuz olan her aile ise kendine has bir sebep yüzünden mutsuzdur.”
Fotoğraf: Fábio José Lima
Notlar
(1) Bu yazının ilki yine bu mecrada “Çernobil’den Korona’ya: Krizler ve Rejimler” başlığı ile 25 Mart’ta yayınlandı.
(2) Bu yazıyı Wikipedia başta olmak üzere, Worldometer, OurworldinData ve Dünya Bankası gibi açık bilgi ve veri kaynakları olmasaydı en azından bu kadar kısa sürede yazamazdım.
(3) Demokrasilerin aldığı önlemlere göre yaptığım sıralama Oxford Üniversitesi’nde yürütülen ve hükümetlerin korona virüsüne karşı aldığı tedbirleri takip eden bir çalışma ile uyumlu. Bakınız: Oxford Üniversitesi, Araştırma Projesi: Oxford Covid-19 Government Response Tracker.
https://www.bsg.ox.ac.uk/research/research-projects/oxford-covid-19-government-response-tracker
(4) Batılı demokrasilerde hükümetlere ve devlet kurumlarına duyulan güvenle alakalı daha kapsamlı bir anket araştırması yapılabilirdi elbette. Ben yazıda kaydedilen verileri 2015 yılında yayınlanan tek bir çalışmadan aldım: Alina Mungiu-Rippidi, Public Integrity and Trust in Europe. https://dsc.kprm.gov.pl/sites/default/files/pliki/public_integrity_and_trust_in_europe.pdf