[voiserPlayer]
Rus ordusunun Ukrayna topraklarını çiğnemeye başlamasının üzerinden iki hafta geçti. Bugünden kimin savaşı kazanacağına ilişkin bir öngörüde bulunmak zor olsa da kaybeden belli oldu. Rus komuta kademesinin yaptığı planlama hataları, Batı’nın hızlı reaksiyonu ve Ukrayna’nın direnişi, tarihi romanların nostaljisinde yaşayan Putin’in erken zafer hayalini suya düşürdü. Putin’in, Hristiyanlığı kabul eden ilk Slav prens olan Vladimir’in yaptığı gibi, Rusya, Belarus ve Ukrayna’yı birleştirerek mistik başkent Kiev’de Çar 2. Vladimir olarak taç giyme ihtimali şimdilik ortadan kalkarken, “Slav Katili” unvanıyla şehrin yıkıntıları üzerinde poz verme şansı hala mevcut.
Putin yönetiminin, tarihin romantik yorumuna dayanan teatral dış politikası, toplumsal gerçeklik karşısında ahlaki üstünlük kurma iddiasını tamamen yitirirken, çeyrek asra yaklaşan iktidarı döneminde dünya siyasetinde ilmek ilmek ördüğü ittifak ağları da çözülmeye başladı. Bugüne kadar, sağ nativizmin maddi/manevi hamiliğini yaptığı için Rus liderin uluslararası hukuku zorlayan hamlelerini meşrulaştıran Farage, Le Pen, Salvini, Bolsanaro ve Orban gibi figürler, Ukrayna istilasını kınamakla kalmadı, Rusya’ya yönelik yaptırım kararlarını da destekledi. Dahası, her biri, yaptıkları “U” dönüşlerine etik-politik kılıflar uydurmaya çalıştı. Buna karşılık, adı geçen liderlerin popülizmin kötü birer versiyonuna dayanan siyaset yapma biçimleri göz önüne alındığında, kendi kamuoylarında artan Rus karşıtlığının ülke içindeki hedefi olmaktan kaçınma istekleri hamlelerinin asıl nedenini gösteriyor denebilir. Bilhassa Orban’ın, seçimlerin 3 Nisan’da yapılacak olması nedeniyle bu kaygıyı diğerlerinden daha fazla taşıdığı kesin.
Orban’ın Putin ile yakın ilişki kurması iki ülkenin geçmişi düşünüldüğünde oldukça sıra dışı bir durumdur. Çünkü Macar gençlerinin Sovyet tankları altında ezildiği 1956 Devrimi, özellikle sağ partilerin siyasi kimliğinin önemli bir parçasıdır. Macar sağı için 1956, yalnızca ulusal uyanışın ve bağımsızlığın sembolü değildir. Bu aynı zamanda, işgalin sorumluluğunun sola yüklendiği siyasi bir sınır çizme durumunun da tarihsel kaynağıdır. Muhafazakar ve milliyetçi kimliğiyle Orban’ın özellikle Rusya’ya yakınlık göstermesi Macaristan sağı için pek alışıldık bir durum değildir. Peki bu travmaya rağmen Orban-Putin ittifakı neden büyük bir toplumsal muhalefet ile karşılaşmamıştır sorusu Macaristan seçimleri öncesinde oldukça kritiktir. Bu sorunun cevabını bulmak ve Orban-Putin işbirliğinin ekonomik, ideolojik, jeopolitik eksenlerini karşılıklı olarak açıklayabilmek adına Orban hükümetinin birbirini besleyen üç temel dış politika stratejisini kısaca özetleyelim.
12 yıllık iktidarı boyunca Orban, dış politikada iki temel rota izledi: Doğuya Açılma ve AB karşıtlığı. 2012 yılında ilan edilen “Doğu’ya Açılma” politikasıyla Orban, Macaristan’ın ekonomik ve siyasi gelişmesi için yalnızca Batı’ya odaklanmanın yanlış olduğunu, ekonomi güneşinin Doğu’dan yükseldiğini ve ülkenin yeni bir patikaya girdiğini ilan etti. Bu doğrultuda, önce Dışişleri Bakanlığı’ndaki “Batıcı” siyasi kimliğe sahip diplomatlar tasfiye edildi. Sonrasında liberalizm karşıtlığı üzerinden “doğudaki” ülkelerle ideolojik ortaklık kuruldu ve çeşitli işbirliği antlaşmaları imzalandı. Örneğin, Erdoğan ve Aliyev yönetimlerini sıklıkla öven Orban, Macaristan’ın Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üye sıfatına sahip olmasına kadar giden yolu açtı. Budapeşte ile Belgrad arasında inşaatı devam eden hızlı tren projesinin 2 milyar Euro’yu bulan maliyetini Çin’den kredi alarak karşıladı. Aynı zamanda Çin’in istihbarat elemanı yetiştiren kolejlerinden birine ev sahipliği yapan Fudan Üniversitesi’nin ilk yurtdışı kampüsü için bütçeden kaynak ayırarak Budapeşte’de yer tahsis etti.
Doğuya açılmanın ana hedefi ise Putin rejimi ile ilişkileri geliştirmekti. Bu bağlamda, 12 milyar Euro maliyeti olan Paks Nükleer Elektrik Santrali’nin genişletilmesi projesi Rus devlet şirketi Rosatom’a verildi ve finansmanı için şu an yaptırımlarla gündemde olan Rus devlet bankası VTB Bank’tan kredi alındı. Orban hükümeti, Rusya’nın şöhreti pek de iyi olmayan Uluslararası Yatırım Bankası’nın merkezini Budapeşte’ye taşıması için yardımcı oldu. Savaşın hemen öncesinde, 1 Şubat’ta Orban, Moskova’ya gerçekleştirdiği ziyarette, Macaristan’ın Rusya’dan halihazırda aldığı doğalgaz miktarını 5 katına çıkarmak için görüşmelerde bulundu. Aynı zamanda Gazprom ile yapılan 15 yıllık bir anlaşmayla oldukça ucuz bir fiyata doğalgaz tedarik edilmesini garanti altına aldı. Orban, Rusya ile ekonomik yakınlığını meşrulaştırmakta ise zorlanmadı. Mevcut nükleer santrali genişletme projesi ile enerji bağımsızlığı söylemi üzerinden ulusal gururu okşadı. Yatırım Bankası’nın varlığını ulusal sermayeye ucuz kredi sağlanıyor diye sundu. Alt ve orta sınıflara da gaz ve elektrik faturalarındaki düşüşün nedeni olarak Putin ile kurulan yakın ilişki gösterildi.
Avrupa Birliği’nden alınan finansal yardımlar Macaristan’ın ekonomik büyümesi üzerinde çok etkili olmasına rağmen, Orban’ın dış politikada izlediği ikinci strateji AB karşıtlığıdır. Bu çelişkinin temelinde yatan şey ise ülkenin liberal demokratik anayasal düzenini ortadan kaldırma hamlelerine ideolojik meşruiyet kazandırmaktır. Orban hükümeti iktidara gelir gelmez, yargının ve bürokrasinin bağımsızlığını ortadan kaldırdı, seçim yasalarını kendi lehine olacak şekilde değiştirdi. Akabinde medyadaki çoğulculuğu yok etti ve kaçınılmaz sonuç olarak ülke otoriter bir rejime dönüştü. Bütün bu değişime karşı en büyük dış engel ise AB’ydi. AB’den gelen itirazların “ulusal egemenliğe müdahale” olarak anlatılması için de etnik milliyetçilikle iç içe geçmiş bir göçmen karşıtlığının, anayasanın seküler temelini reddeden bir muhafazakarlıkla eklemlendiği bir ideoloji yaratıldı. Böylece Macaristan kurumsal olarak Rusya ile benzeşirken, ideoloji ve liderlik kategorilerinde de Orban, Putin’in kopyası haline geldi. Bu otoriter kardeşlik, her iki ülkenin Batı ile ters düştüğü jeopolitik konularda birbirine destek olmasını sağladı. Öyle ki Macaristan, AB ve NATO içerisinde Rusya’nın Truva Atı olarak anılır hale geldi.
Orban hükümetlerinin dış politikada izlediği üçüncü strateji ise revizyonizmdi. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Trianon Antlaşması ile Macaristan, topraklarının üçte ikisini kaybetti. Çok sayıda etnik Macar ülke sınırlarının dışında kaldı. Bu nedenle Macaristan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında topraklarını geri alma umuduyla Nazi rejimiyle işbirliği yaptı. Yaşanan olumsuz deneyimlere rağmen, geçtiğimiz bir asırda Macar sağı, imparatorluk kaybetmişliğin oluşturduğu travmayı siyasi söyleminin bir parçası olarak kullanmaya devam etti. Orban bu söylemin milliyetçilik dozunu artırdı. Etnik Macarlara tanınan oy hakkını genişletti, seçim kampanyasını Romanya, Ukrayna ve Slovakya gibi etnik Macar azınlığın yaşadığı komşu ülkelere yaydı. Siyasi faaliyetlerde Macaristan’ın Trianon öncesi sınırlara sahip haritaları sıklıkla boy gösterdi. Sonuç olarak, Orban’ın komşu ülke vatandaşlarıyla ilişkisi, kültür yerine siyasi bir temele dayandı. Orban’ın bu revizyonizmi bölge ülkelerinin tepkisini çekerken, Putin’in benzer bir politika izlemesi, üzerindeki baskıyı hafifletti. 2014 yılında Kırım’ın ilhakına karşı büyük oranda sessiz kaldı, Batı yaptırımları tartışırken Putin ile yakınlaşmayı arttırdı, AB’nin Rusya’ya karşı birlikte hareket etmesini engelledi. Her iki ülkenin etnik milliyetçiliğe dayanan revizyonist stratejileri, aralarındaki jeopolitik ortaklığı ve dayanışmayı büyüttü.
Orban hükümetlerinin dış politikada izlediği üç stratejinin de ortak keseni Putin rejimiyle yapılan ittifaktı. Bu nedenle Ukrayna Savaşı başladığında en çok merak edilen konulardan biri Orban’ın nasıl bir tavır alacağıydı. Üstelik Ukrayna ve Macaristan arasında, Transkarpatya Macarları’nın anadilde eğitim hakkının kısıtlanması bahanesiyle bir gerginlik söz konusuydu ve Macaristan bunu bahane ederek Ukrayna’nın NATO’ya üyelik görüşmelerini engelliyordu. İlk sinyal işgalden bir gün sonra, 25 Şubat’ta geldi. Rusya’nın saldırısı işgal değil, askeri çatışma olarak tanımlanırken, Macaristan’ın bu çatışmanın dışında kalacağı özellikle vurgulandı. Yine aynı gün Zelensky’nin çağrısıyla halka silah dağıtılması Macar medyasında Hitler’in Volkssturm uygulamasına benzetiliyordu. Aynı günün akşamında Rus bankalarının SWIFT uygulamasından çıkarılmasına muhalefet eden tek AB üyesi ülke de Macaristan kalmıştı.
Şubat başında doğalgaz anlaşması için Moskova’ya yaptığı ziyarette Orban, Ukrayna ile ilgili olarak Rusya’nın güvenlik endişelerini haklı bulduğunu söylemişti. Bütün bu gelişmeler, Orban’ın son ana kadar Putin rejimini desteklemek için direndiğini gösteriyordu. Ancak bir gün sonra her şey değişti ve Orban’ın 12 yıllık Rusya politikası sona erdi.
26 Şubat günü Ukrayna sınırına giden Orban, Macaristan’ın AB’nin alacağı hiçbir yaptırım kararını bloke etmeyeceğini ve hepsini destekleyeceğini söyledi. Yaşananları savaş olarak değerlendirdi ve savaşta birlik olunması gerektiğini vurguladı. Böylece Orban, 1989’dan beri aktif siyasette lider olarak kalabilmesini borçlu olduğu “U dönüşü” stratejisine bir yenisini daha ekledi. Artan uluslararası işbirliği ve iç kamuoyunda da Ukrayna direnişinin Rus işgaline karşı güçlü bir tepki oluşturması Orban’a bu manevrayı yaptırdı.
Ancak bu dönüşün fazlaca keskin olması seçmenin kafasını karıştırdı. Belki de 2010 yılından bu güne ilk defa partisi Fidesz’in seçmenleri bir konuda bölündü. Bu durumun üstesinden gelmek için 27 Şubat’ta Orban, Paks Nükleer enerji santrali anlaşmasının yaptırımlardan muaf tutulmasını ve Rusya ile olan tedarik zincirinin aksatılmayacağını vurguladı. Böylece “stratejik sakinlik” olarak adlandırdığı denge politikası yoluyla seçmenin fırtınada sığınabileceği korunaklı bir liman yarattı. Pozisyonunu tahkim etmek adına, NATO’nun Ukrayna’ya gönderdiği insani yardımların Macaristan topraklarından geçmesine izin verirken, silah geçişine izin vermedi.
Geçtiğimiz Ekim ayında 6 muhalefet partisinin katılımıyla yapılan önseçimlerin sonucunda muhalefetin ortak Başbakan adayı olarak gösterdiği Peter Marki Zay, Rusya’nın saldırganlığı karşısında “tutarlı fakat şahin” bir tutum izledi. İşgalin başladığı ilk gün, Zay’in liderliğinde birleşik muhalefet, başta bankacılık ve enerji sektörü olmak üzere Rus devletinin dahil olduğu projelerin iptal edilmesini isteyen ortak bir protesto yürüyüşü gerçekleştirdi. Daha sonra yapılan mitingde konuşan Zay, Putin ile yakın işbirliği nedeniyle Ukrayna işgalinden Orban’ın da sorumlu olduğunu söylerken, oldukça dikkat çekici bir çıkış yaparak kendisinin başbakanlığında alınacak kararın Ukrayna’ya silah ve hatta asker göndermek olacağını söyledi. Zay’in bu Rus karşıtı ve milliyetçi oyları hedefleyen radikal çıkışı üzerinde adeta tepinen Orban, muhalefetin Macar askerini ölüme göndermeyi vadettiğini, ülkesini hiçbir koşulda hedef haline getirmeyeceğini söyledi. Ayrıca muhalefetin Rusya’ya yönelik tutumunun düşük enerji fiyatlarından yararlanan Macar halkının çıkarına olmadığını ifade eden Orban, kendisini istikrarın ve düzenin sembolü olarak gösterme fırsatını da kaçırmadı.
Seçimlere üç hafta kala, Ukrayna savaşının seçmenleri hangi yönde etkileyeceği merak konusu. Seçim sürecinin adaletsizliğine rağmen, ittifak siyasetinin 3 yıl önceki yerel seçimlerde Orban’ı mağlup edebileceğini göstermesi, muhalefetin beklentisini artırdı. Üstelik bu sefer Orban’ın rakibi, kolaylıkla üstesinden gelebileceği Budapeşteli bir liberal değil, küçük şehirler ve köylere Orban’ın diliyle ulaşabilecek biri. 2018’de Fidesz’in kalelerinden olan 50.000 nüfusa sahip Hódmezővásárhely’de Orban’a ilk seçim yenilgisini tattıran, 7 çocuk babası, kürtaj karşıtı Zay, Orban’ın kutuplaştırma stratejisini uygulayabileceği bir kimliğe sahip değil. Zay, bu muhafazakar kimliği sayesinde ülkenin otoriterleşmesinden ve artan yolsuzluktan rahatsızlık duyan Fidesz seçmenini ikna edebileceği düşüncesi ile ortak adaylığı elde etti. Orban’ın sözde temsil ettiğini söylediği bütün değerleri gerçekten temsil ettiğini söyleyen Zay, muhafazakar kimliğini ve söylemini güçlendirecek şekilde kampanyasını yolsuzluk ve yoksulluk üzerine kurarken, savaş nedeniyle Forint’in dolar karşısında tarihi düşüşler yaşamasını ve artan enflasyonu politize etmeye çalışıyor.
Zay’in kazanma şansıyla ilgili küresel düzlemde demokrat kamuoyunda büyük bir iyimser hava olmasına karşın, Macaristan muhalefeti için birçok zorluk da belirmiş durumda. Sol liberallerden muhafazakarlara, milliyetçilerden yeşillere, birbiriyle tek ortak paydası Orban’ın otokrat rejimini devirmek olan muhalefet partilerinin, hiçbir partinin üyesi olmayan ve ulusal siyaseti ilk defa deneyimleyen bir adayın çevresinde uyumlu kampanya yürütmeleri kolay değil. Liderlik gerektiren konularda görüş farklılığından kaynaklanan “uyumsuzluk” siyasetsizliği beraberinde getiriyor. Bu durum ülkenin gidişatından kaygı duyan kararsız sağ seçmenin, istemeden de olsa Orban’a yönelme ihtimalini artırıyor.
Fotoğraf: Ervin Lukacs