[voiserPlayer]
Kapitalizm ortaya çıkmadan önce dünyadaki insanların çoğu aşırı yoksulluk içindeydi. Örneğin, 1820 yılında küresel nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı mutlak yoksulluk içinde yaşıyordu. Bugün ise bu rakam yüzde 10’un altındadır. Ve en dikkat çekici olanı ise son yıllarda yoksulluktaki düşüşün insanlık tarihinin daha önceki hiçbir döneminde görülmemiş bir hızda gerçekleşmiş olmasıdır. 1981 yılında yüzde 42.7 olan mutlak yoksulluk oranı, 2000 yılında yüzde 27.8’e düşmüş, 2021 yılında ise yüzde 10’un altına inmiştir.
On yıllardır devam eden bu eğilim, gerçekten önemli bir gelişmedir. Yoksulluğun son birkaç yılda yeniden arttığı doğrudur. Ancak bu durum, büyük ölçüde yoksulluğun zaten nispeten yüksek olduğu ülkelerdeki durumu daha da kötüleştiren küresel Covid-19 salgınının bir sonucudur.
Yoksulluk meselesini anlamak için tarihe bakmamız gerekiyor. Pek çok insan küresel yoksulluğun ve açlığın temel nedeninin kapitalizm olduğuna inanıyor. Kapitalizm öncesi döneme dair, Friedrich Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu: 1820-1895 adlı eseri de dahil olmak üzere klasik eserlerle şekillenmiş, tamamen gerçek dışı bir imaj oluşmuştur. Engels, kapitalizmin ilk dönemlerindeki çalışma koşullarını en sert ifadelerle kınamış ve makine emeği ve kapitalizm gelip güzel yaşam tarzlarını yok etmeden önce ev işçilerinin pastoral bir tablosunu çizmiştir: “Böylece işçiler, dindarlık ve dürüstlük içinde doğru ve huzurlu bir hayat yaşayarak oldukça rahat bir yaşam sürdüler ve maddi durumları haleflerininkinden çok daha iyiydi. Fazla çalışmaya ihtiyaçları yoktu; yapmak istediklerinden fazlasını yapmıyorlardı ve yine de ihtiyaçları olanı kazanıyorlardı. Bahçede ya da tarlada sağlıklı bir şekilde çalışmak için boş zamanları vardı; bu çalışma onlar için başlı başına bir eğlenceydi ve komşularının eğlencelerine ve oyunlarına da katılabiliyorlardı ve tüm bu oyunlar -bowling, kriket, futbol vb.- fiziksel sağlıklarına ve dinçliklerine katkıda bulunuyordu. Çoğunlukla güçlü, yapılı insanlardı ve fizikleri köylü komşularınınkinden çok az farklıydı ya da hiç farklı değildi. Çocukları temiz kır havasında büyüyor ve ebeveynlerine işlerinde yardım edebiliyorlarsa bu sadece ara sıra oluyordu, onlar için sekiz ya da on iki saatlik çalışma söz konusu değildi.”
Birçok insanın kapitalizm öncesi hayata dair sahip olduğu imaj, bu ve benzeri romantize edilmiş tasvirlerle tanınmayacak kadar değişime uğramıştır. Kapitalizm öncesi yaşamın günümüzün kırsal kesimlerine yapılan bir geziye benzediğini hayal ediyorlar. Öyleyse kapitalizm öncesi döneme, 1820’den önceki yıllara ve yüzyıllara daha nesnel bir bakış atalım.
Nobel Ödülü sahibi Angus Deaton, The Great Awakening (Büyük Uyanış) adlı kitabında “On sekizinci yüzyılın küçük işçileri” diye yazıyor, “etkili bir şekilde bir beslenme tuzağına kilitlenmişlerdi; fiziksel olarak çok zayıf oldukları için fazla kazanamıyorlardı ve yeterince yiyemiyorlardı çünkü çalışmadan yiyecek alacak paraları yoktu.” Bazı insanlar hayatın çok daha yavaş olduğu kapitalizm öncesi ahenkli koşullardan övgüyle bahsederler, ancak bu durgunluk esas olarak sürekli yetersiz beslenmeden kaynaklanan fiziksel zayıflığın bir sonucuydu. Tahminlere göre 200 yıl önce İngiltere ve Fransa’da yaşayanların yaklaşık yüzde 20’si, yetersiz beslenme nedeniyle fiziksel olarak çok zayıf oldukları için hiç çalışamıyordu.
Son 100 yılın en büyük insan yapımı kıtlıkları sosyalizm altında meydana gelmiştir. Bolşevik Devrimi’nin ardından yaşanan 1921/22 Rus kıtlığı, 1927 tarihli Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ndeki resmi rakamlara göre beş milyon insanın hayatına mal oldu. En yüksek tahminler açlıktan ölenlerin sayısını 10 ila 14 milyon olarak vermektedir. Sadece on yıl sonra Joseph Stalin’in tarımı sosyalist kolektifleştirmesi ve “kulakların tasfiyesi”, altı ila sekiz milyon insanın ölümüne neden olan bir sonraki büyük kıtlığı tetikledi. Ve insanlık tarihinin en büyük sosyalist deneyi olan Mao’nun “Büyük İleri Atılımı” (1958-1962) Çin’de 45 milyon insanın hayatına mal oldu. “Kıtlık” terimi kullanıldığında çoğu insanın aklına ilk olarak Afrika gelir. Ancak yirminci yüzyılda kıtlık kurbanlarının yüzde 80’i Çin ve Sovyetler Birliği’nde hayatını kaybetmiştir.
İnsanların “açlık ve yoksulluk” dendiğinde, yirminci yüzyılın en büyük kıtlıklarından sorumlu olan sosyalizm yerine kapitalizmi düşünmeleri ise tipik bir yanılgıdır.
Rainer Zitelmann’ın, “Anti-Kapitalist Safsatalar: Kapitalizm Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar” adlı kitabı Türkçeye çevrildi: https://www.kitapyurdu.com/kitap/antikapitalist-safsatalar-kapitalizm-hakkinda-dogru-bilinen-yanlislar/641292.html
Fotoğraf: Hennie Stander