[voiserPlayer]
İçişleri Bakanlığı 19.08.2019 tarihinde yayınladığı basın açıklamasıyla Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevden uzaklaştırıldığını, yerlerine bu şehirlerin valilerinin atandığını duyurdu. Kamuoyundan ve birçok önemli siyasetçi tarafından bu kararın hukuki ve demokratik niteliği eleştirilse de bakanlık kayyum atamalarının hukuki bir dayanağı olduğunu savunmakta ısrar etti. Bu yazıda İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan işlemin kendisinin ve dayanağının ne olduğu, hukuki olup olmadığı ve bundan sonraki süreçte hangi gelişmelerin yaşanabileceği ele alınacaktır.
Görevden Uzaklaştırma Kararı – Görevden Düşürülme Kararı Farkı
Belediye başkanının görevden uzaklaştırılması ile belediye başkanlığının düşürülmesi birbirinden tamamen farklı kavramlardır. Görevden uzaklaştırma, İçişleri Bakanı tarafından yapılan bir idari tasarruftur. Görevden düşürülme ise nihai olarak Danıştay tarafından verilen bir mahkeme kararıdır.
Görevden uzaklaştırma, hukukumuza 12 Eylül Anayasası ile girmiştir. 1921, 1924 ve 1961 Anayasalarının hiçbirinde görevden uzaklaştırma müessesesi yoktur. Bu anlamda görevden uzaklaştırmanın 12 Eylül Rejimi’nin çocuğu olduğunu söylemek mümkündür. Bu müesseseyi düzenleyen Anayasa’nın 127.maddesindeki ilgili bölüm şu şekildedir;
“Görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir”
Yani görevi ile ilgili bir suç sebebiyle hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye başkanı, İçişleri Bakanı tarafından “geçici bir tedbir olarak” görevinden uzaklaştırılabilir. Bu uzaklaştırma, kişinin hakkında kesin hüküm verilinceye kadardır ve bir tedbirdir. Bu hususların üzerinde aşağıda daha ayrıntılı olarak durulacaktır. Görevden düşürülme ise kesin bir karardır, görevinden düşürülen belediye başkanı, belediye başkanlığı sıfatını kaybeder. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan hakkında halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme suçundan Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin verdiği mahkumiyet kararı nedeniyle Erdoğan’ın belediye başkanlığı düşürülmüştür. Hukuk devleti ilkelerine tamamen aykırı olan bu karar bile, bir yargılamanın neticesinde ve Erdoğan’ın suçlu bulunarak ceza alması ile mümkün olmuştur. Erdoğan, kendisi hakkındaki mahkeme kararı kesinleşinceye kadar görevini yürütmüştür. Bunun nedeni, hukuk devletinin vazgeçilmez bir ilkesi olan masumiyet karinesidir. Masumiyet karinesi Anayasa’nın 38.maddesinde kendine yer bulmuştur ve tüm kişi ve kurumları bağlamaktadır; Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Öte yandan, görevden uzaklaştırmada ise ilgili kişi hakkında soruşturma veya dava açılması yeterlidir.
Görevden Uzaklaştırma Kararları Niçin Hukuksuzdur?
- Görevden Uzaklaştırma Kararları Masumiyet Karinesine Aykırıdır
Kendisine bir Anayasa hükmünde yer bulsa ve bir tedbir olarak belirlense de görevden uzaklaştırma müessesesi, modern hukuk devletinin en temel ilkelerinden birisi olan masumiyet karinesine aykırıdır. Bir kişi hakkında soruşturma veya dava açılması, o kişinin suçlu olduğunu göstermez. Adil bir şekilde yargılandıktan sonra suçlu olduğu kesinleşinceye kadar herkes masumdur. Bir hususta Anayasa’da “yapılabilir” şeklinde bir hüküm bulunması, bu hususu hukuka aykırı olmaktan kurtarmaz. Eğer söz konusu müessese modern hukuk devletinin temel ilkelerine, Anayasa’nın ruhuna ve diğer maddelerine aykırı ise bu müessesenin hukuksuz olduğu açıktır.
Görevinden uzaklaştırılan belediye başkanları hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı yoktur. Yani bu kişiler Anayasa uyarınca halen masumdurlar. Bu kişiler hakkında yapılan soruşturma ve yargılama faaliyetleri sonunda, bu kişilerin tamamen suçsuz çıkması halinde halkın elinden alınan iradesini kim nasıl geri getirebilecektir?
- Görevden Uzaklaştırma Kararları Ölçüsüzdür
Ölçülülük ilkesi, modern hukuk devletinin en temel ilkelerinden birisidir. Bu ilkeye göre idarenin davranış ve hareketlerinde kullandığı imkan ve araçlar, davranış ile elde edilmek istenen sonuç ile uyumlu ve ölçülü olmalıdır. Ölçülülük ilkesi yürütme erkinin kendi kafasına göre işlemler yapmasının önüne geçebilmek için vardır. Bu ilkenin üç unsuru bulunmaktadır; Elverişlilik, gereklilik, orantılılık.
Elverişlilik, idare tarafından yapılan bir işlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını sağlar. Örneğin idare tarafından terör örgütü IŞİD ile mücadele edilmesi ve bu örgüt üyelerinin tespit edilmesi amacıyla ülkedeki tüm camii çay ocaklarına giren ve çıkan kişilerin bilgilerinin tutulması ve İçişleri Bakanlığı ile paylaşılması kararlaştırılsa, söz konusu karar elverişlilik unsuru nedeniyle hukuka aykırı olacaktır. Zira alınan kararla tesis edilecek işlem, terör örgütüyle mücadele edilmesi veya bu örgüte mensup kişilerin tespit edilmesi için elverişli olmayacaktır.
Gereklilik unsuru, idare tarafından yapılan bir işlemin ulaşılmak istenen amaç için gerekli olup olmadığı, bu amaca ulaşmakta bireysel haklara daha az zarar verecek başka bir araç bulunup bulunmadığı ile ilgilidir. Örneğin idare tarafından terör örgütü IŞİD’e karşı güvenlik önlemi almak amacıyla yurt genelinde çarşaf ve peçe kullanımının yasaklanması söz konusu olursa bu işlem gereklilik unsuruna takılacak ve hukuka aykırı olacaktır. Zira ulaşılmak istenen amaca istihbarat faaliyetleriyle ve pek çok başka önlemle ulaşabilmek mümkündür.
Orantılılık, idarenin başvurduğu araçla ulaşılmak istenen amacın arasında makul bir orantı bulunmasını ifade etmektedir. Yukarıda verilen iki örnek burada da geçerlidir. İçişleri Bakanlığı tarafından verilen görevden uzaklaştırma kararı, işte bu ölçülülük ilkesine ve dolayısıyla hukuka aykırıdır. Zira bu karar hem elverişlilik hem gereklilik hem de orantılılık unsurlarına aykırıdır. Görevden uzaklaştırma kararı, bir tedbirdir. Böyle bir tedbir uygulanmasındaki amaç, belediye başkanının görevde olması halinde soruşturmanın ve kovuşturmanın güvenliği ve kamu esenliği yönünden ciddi sakıncaların ortaya çıkmasını önlemektir.
Belediye başkanlarının görevde kalması halinde bahse konu soruşturmaların ve kovuşturmaların güvenliği açısından ne gibi bir sakıncanın ortaya çıkacağı belli değildir. Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk dışında, Van Belediye Başkanı ile Diyarbakır Belediye Başkanı hakkında açılan soruşturma ve kovuşturmaların tamamı “Terör örgütü propagandası yapmak” veya “Terör örgütüne üye olmak” suçlamalarından kaynaklanmaktadır. Ahmet Türk hakkındaki soruşturma ve kovuşturmalarda ise bunların yanında “Terör Örgütüne İsteyerek Yardım Etmek” ve “Görevi Kötüye Kullanma” suçlamaları yer almaktadır. Yani Diyarbakır ve Van belediye başkanları hakkında terör örgütüne yardım etme suçlaması dahi yoktur. Bir kişinin terör örgütü propagandası yaptığı iddia ediliyorsa, söz konusu kişinin yapmış ve bitirmiş olduğu davranışlarına yönelik soruşturma başlatılır. Delilleri hızlıca toplanabilecek böyle bir suçlama halinde, kişinin belediye başkanı olmasının soruşturma ve kovuşturmanın güvenliği açısından hiçbir etkisi yoktur. Aynı şey, terör örgütü üyeliği suçlaması için de geçerlidir. Bir kişinin belediye başkanı olup olmamasının, bu soruşturma ve kovuşturmaların güvenliğiyle hiçbir ilgisi yoktur. Haliyle söz konusu işlem, ulaşılmak istenen amaç için elverişli değildir.
İdare tarafından söz konusu kişilerin belediye kaynaklarını terör örgütlerine tahsis ettikleri iddia edilmektedir. Diyarbakır ve Van belediye başkanları hakkında bu konuda bir soruşturma veya kovuşturma bulunmadığını da eklemek gerekmektedir. Bu kişiler hakkında böyle bir soruşturma ve kovuşturma bulunuyor olsa bile, bu kişilerin belediye kaynaklarını terör örgütlerine tahsis etmelerini görevden uzaklaştırmayla engellemek hem gereklilik ilkesine hem de orantılılık ilkesine aykırıdır. Zira belediyeler, Sayıştay denetimine tabidirler. Belediyelerin faaliyetlerini ve ayırdıkları kaynakları ne şekilde dağıttıklarını her an kontrol etmek mümkündür. Belediyelerin iddia edildiği gibi terör örgütlerine kaynak tahsis etmesini belediyelerin faaliyetlerini kontrol ederek, gerektiği noktada belediyenin yaptığı işleme karşı tedbir kararı alarak, belediyenin kaynak ayırdığı iddia konusu şirketlere kayyım atayarak ve malvarlıklarına el koyarak ve benzer onlarca araçla engellemek mümkündür. Bunlar gibi onlarca önlem alınabilecek iken, yüz binlerce insanın oy vererek seçtiği bu kişiler hakkında görevden uzaklaştırma kararı verilmesi gereksiz ve orantısızdır.
- Soruşturma ve Kovuşturmalar Belediye Başkanlarının Görevleriyle İlgili Suçlardan Kaynaklanmamaktadır
Görevden uzaklaştırma kararı ancak belediye başkanı hakkında açılan soruşturma ve kovuşturmaların belediye başkanının göreviyle ilgili bir suçtan kaynaklanması halinde verilebilir. Burada kastedilen görevle ilgili suçun net bir tanımı yoktur. Danıştay içtihatları, benzer diğer mevzuatlar ve doktrine göre ise bu suçlar evrakta sahtecilik, görevi kötüye kullanma, rüşvet, irtikap, zimmete para geçirme gibi suçlardır.
Diyarbakır ve Van belediye başkanları hakkında açılan soruşturma ve kovuşturmalar, terör örgütüne üye olma veya terör örgütü propagandası yapma suçlamalarını içermektedir. Bu suçların, belediye başkanının göreviyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu suçların terör suçları olması, onları belediye başkanlığı göreviyle ilgili suçlar haline getirmez.
Diyarbakır Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı ve Van Belediye Başkanı Bedia Özgökçe Ertan, 31 Mart 2019 yerel seçimlerini kazanarak mazbatalarını almışlar ve göreve başlamışlardır. İçişleri Bakanlığı’nın görevden uzaklaştırma kararına dayanak gösterdiği kovuşturmalardan Adnan Selçuk Mızraklı hakkındaki kovuşturma 2017 tarihli, Bedia Özgökçe Ertan hakkındaki kovuşturma ise 2016 tarihlidir. Bu iki kişi hakkındaki diğer dayanakların tamamı soruşturmadır. Yani ortada bir dava yoktur. Bu soruşturmaların da bazıları 2016 ve 2018 tarihlidir. Dolayısıyla bahsedilen bu dayanaklar, kişilerin belediye başkanı olmasından önce işlediği iddia edilen suçlara ilişkindir. Bu nedenle belediye başkanının göreviyle hiçbir ilgileri olamaz.
Şimdi Ne Olacak?
Büyükşehir Belediye Başkanının görevden uzaklaştırılması halinde ne olacağı, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45. ve 46.maddelerinde düzenlenmiştir. Bu kanunun yürürlüğe girdiği 13.07.2005 tarihinden 15.08.2016 tarihine kadar bu hükümlerde hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
Maddelerin eski haline göre bir belediye başkanı görevden uzaklaştırılırsa, vali tarafından belediye meclisi 10 gün içerisinde toplanır. Toplanan meclis, belediye başkan vekilini gizli oyla seçer. Seçilen başkan vekili, görevden uzaklaştırılan belediye başkanı görevine dönünceye kadar görev yapar. (Madde 45)
Eğer herhangi bir nedenle belediye başkan vekili seçimi yapılamazsa, seçim yapılana kadar İçişleri Bakanı tarafından bir başkan vekili görevlendirilir. (Madde 46)
15.08.2016 tarihinde kararlaştırılan 674 sayılı OHAL KHK’sı, 45.maddeye bir ekleme yapmıştır. Bu eklemeye göre eğer belediye başkanı terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılırsa, bu durumda belediye meclisi toplanarak başkan vekili seçmemekte, doğrudan 46.madde uyarınca İçişleri Bakanı tarafından “atama” yapılmaktadır. Yine bu eklemeye göre, bu belediyelerde başkanın çağrısı olmadan meclis toplanamayacaktır.
Yani 12 Eylül rejiminin getirdiği görevden uzaklaştırma söz konusu olduğunda, OHAL KHK’sı rejimi ile getirilen düzenleme uyarınca belediye meclisinin belediye başkan vekili seçme yetkisi elinden alınmıştır.
Kanun uyarınca İçişleri Bakanı tarafından atanan başkan vekili, belediye meclisinde “seçim yapılana kadar” görevlendirilecektir. Fakat belediye meclisi bu atanan kişinin çağrısı olmadan toplanamayacaktır. Yapılan değişiklik ile meclis toplansa dahi, seçim yapmak gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır.
Bu nedenle, şimdi ne olacak sorusunun cevabı daha önce yaşananlardan bir farklılık arz etmeyecektir. Seçilmişler yerine atanan kayyum valiler, bir sonraki seçim dönemine kadar başkan vekili sıfatıyla belediyeyi yönetmeye devam edeceklerdir.
İçişleri Bakanlığı tarafından verilen görevden uzaklaştırma kararına karşı yargı yolu açıktır. Söz konusu karar bir idari işlemdir ve idari işlemin iptali davasına konu edilebilecektir. Türkiye’de yargının hali hazırdaki durumu ortadayken, böyle bir iptal davasının olumsuz sonuçlanacağı düşünülebilir. Ancak ne olursa olsun, bu hukuksuz ve anti-demokratik kararlara karşı yapılması gereken hukuk sınırları içerisinde mücadele etmektir. Halkların Demokratik Partisi ve hatta diğer partiler, olumsuz sonuçlanacağından emin olsalar dahi idari hukuk yolunu kullanmalıdırlar. Fiili durum ne kadar karamsar ve olumsuz olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir hukuk devleti olduğu konusunda bu ilkeyi benimseyen her vatandaş ısrar etmek mecburiyetindedir. İdari hukuk yollarının yanında, şartları varsa Anayasa Mahkemesi ve AİHM başta olmak üzere ilgili tüm hukuki yollara başvurulmalıdır.
Türkiye’nin bekası ve istikbali, şeffaf ve modern bir hukuk devleti olmasındadır. Hukuka aykırı ve keyfi yollarla halkın iradesinin gasp edilmesi, herkesten çok terör örgütlerine yarayacaktır.