[voiserPlayer]
ABD Merkez Bankası (FED), pazar günü tarihi bir hamle ile faiz oranlarını sıfıra indirdiğini ve parasal genişleme kapsamında piyasaya 700 milyar dolar arz edeceğini duyurdu. Yeni tip koronavirüsün (Covid-19) ekonomik etkileriyle boğuşan FED, böylece normal şartlarda 18 Mart’ta gerçekleştireceği toplantısını bekleyemeden, iki defa “acil kodu” ile takvim dışı faiz indirimine gitmiş oldu.
Goldman Sachs ve JP Morgan’ın yayınladıkları son raporlarında, dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’nin yılın ikinci çeyreğinden itibaren güçlü bir resesyon riski altında olduğunu gösterdiler. Bu nedenle koronavirüsün yarattığı ekonomik tahribatı hızlı bir şekilde aksiyon alarak hafifletmeye çalışan FED, aynı zamanda bu hamleleriyle panik butonuna basarak reyondaki son tuvalet kağıdı için kavga eden çaresiz insanlara çöküntünün ne kadar ağır olduğunu da göstermiş oldu.
Sıfıra inen faiz oranları ve onu destekleyen Quantitative Easing (QE) adı verilen “parasal genişleme”, bize FED’in 2008 krizindeki durgunlukla mücadelesini hatırlatıyor. Durgunluk ile mücadelede düşen faizler, yatırım ve tüketim harcamaları kanalıyla ekonomik aktiviteyi arttırıcı işleve sahiptir. Çünkü düşük faiz oranları yatırımların finansman maliyetini düşüreceği gibi, hane halkını tasarruftan caydırıp tüketime yönlendirerek kredi genişlemesinin de önünü açacaktır. Bu adımı destekleyici bir etkiye sahip olan parasal genişleme aracılığıyla da merkez bankaları, hazine tahvillerini satın alarak karşılığında ekonomiyi canlandırmak için piyasaya likidite verecektir.
Salgın nedeniyle koordineli olarak yaşanan arz ve talep şokunun ekonomideki kırılganlığı daha da derinleştirmemesi için bir anlamda FED tarafından “alın verin ekonomiye can verin” minvalinde bir paket sunulmuştur. Böylece paranın bankalarda durmasının herhangi bir getirisi kalmadığı için yatırım ve tüketim harcamaları cazip hale getirilmeye çalışılmış ve aynı zamanda arzu edilen ekonomik aktivite piyasaya 700 milyar dolar para sunularak desteklenmiştir.
Böyle durumlarda normal şartlarda, bollaşan ve faiz getirisi elde edemeyen dolar sahiplerinin, faizlerin nispeten daha yüksek olduğu gelişmekte olan piyasalara doğru yön değiştirmesi beklenir. Böylece gelişmekte olan piyasalar, hem faiz arbitrajı nedeniyle sıcak para çeker hem de düşen faiz sayesinde daha ucuza dolarla borçlanma imkânı elde eder. Çoğunlukla tasarruf açığı olan gelişmekte olan piyasalar, yaşanan likidite bolluğu sayesinde yatırımlar için gerekli olan finansman ihtiyacını kolaylıkla karşılar. Ayrıca arz ve talebe göre oluşan döviz kurları nedeniyle gelişmekte olan piyasaların yerel para birimleri bollaşan dolar karşısında güçlenir.
Ancak solunum virüsünden korunmaya yardımcı olmayan bir ürün olan tuvalet kağıdı için silahlı soygunun yapıldığı olağanüstü günlerden geçiyoruz. Bu çılgınlık, mali kriz sırasında bankaların ödeme gücünden endişelenen müşterilerin tüm mevduatlarını tek seferde çekip yastık altı yapmak istemelerinden çok da farklı değil. Bu nedenle bugünlerde yatırımcıların tüm varlıklarını elden çıkartmak istemesi (diğer bir deyişle nakide dönmesi) nedeniyle New York borsası 1987’den bu yana en sert kaybı deneyimledi. Yaşadığımız bu dönemde insanların endişelenmek için çok güçlü sebepleri olduğu gibi, işlerin de daha ne kadar kötüye gideceği konusunda müthiş bir belirsizlik söz konusu.
Durum böyleyken, sokağa çıkmak istemeyen ve sadece temel gıda ile hijyen ihtiyacını karşılayacak ürünler stoklayan insanlardan ekonomiyi canlandırıcı aktivitelerde bulunmaları beklenemez. Elbette ki, piyasalar salgın kontrol altına alınmadan tam anlamıyla iyileşmeyecektir. Ancak insanların kontrol duygularını arttıracak faydacı ürünler stoklama davranışı, bize oluşacak çöküntüyü hafifletme konusunda ipucu veriyor. Çünkü bu davranış biçimi, insanların hükûmetlerin yardım etme kapasitesinden şüphe duyduğunu ve korkunun yayıldığını gösteriyor. FED Başkanı Powell, bireylere ve küçük-orta ölçekli işletmelere doğrudan yardım edecek bir araca sahip olmadığını belirterek, faizleri düşürüp kredi genişlemesi yoluyla dolaylı olarak buna destek olabileceğini gösterdi. Likiditenin bireylere ve küçük-orta ölçekli işletmelere bir an önce inebilmesi için hükûmetin maliye politikasını, para politikası ile koordineli bir şekilde çalıştırması gerekiyor. Bu da vergi indirimleri, kamu harcamalarında ve teşviklerde artış gibi genişlemeci maliye politikasının alt politikalarıyla desteklenerek oluştuğu için, bireylerin ve küçük-orta ölçekli işletmelerin gelirini ve ekonomik aktiviteyi doğrudan arttırıcı etkiye sahip olacaktır.
Bu gelişmeler sonrası Türkiye’nin durumuna bakacak olursak; normal şartlarda faiz arbitrajı nedeniyle gelişmekte olan piyasaların yerel para birimlerinin dolar karşısında güçleneceği beklense de şartların bu sefer pek normal olmadığını göz önünde bulundurup, çok da heyecana kapılmamak gerekir. Her ne kadar FED’in sert hamlesinin yarattığı fırtına dinmeden tepkileri değerlendirmek çok sağlıklı olmasa da normal şartlarda değer kazanması gereken TL’nin gün boyunca değer kaybetmesi olağanüstü günlerden geçtiğimizi gösteriyor.
Küresel salgını bir kenara koyarsak, bugün Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu konjonktürde, 2008 krizi dönemindeki gibi bir sıcak para akışı ve ucuz borçlanmayı nereye kullanacağı çok daha büyük önem taşıyor. Geçmişte yapılan yatırımlar ve geri dönüşleri göz önünde bulundurularak dikkatli bir değerlendirilme yapılması gerekiyor.
2008 krizinde gelişmiş ülkeler, durgunlukla mücadelede bugün olduğu gibi genişlemeci para politikalarına yöneldiler. Küresel konjonktürü değiştiren bu gelişmeyle sermaye akışı, getirinin nispi olarak daha yüksek hale geldiği Türkiye gibi ülkelere yöneldi. Elbette ki, Türkiye gibi tasarruf açığı olan bir ülkede yaşanan likidite bolluğu, yatırımların finansman ihtiyacını karşılamakta. Ancak yapılan yatırımların verimsiz istihdam yaratan ve dış ticaretle sınırlı ilgisi olan inşaat sektörünü desteklemesi ilk etapta büyümeye olumlu katkı sağlarken, 2018’den bu yana büyümeyi en çok aşağı çeken sektör olarak karşımıza çıkıyor. Sektörün canlılığı kredi genişlemesi kanalıyla mümkün olduğu için para politikası düşük faiz arzusu etrafında şekil aldı. Ancak ülkenin enflasyon dinamiği düşük faiz ortamına elverişli olmadığı için, agresif faiz indirimleri sonucunda doğal olarak kurda yukarı doğru bir hareket beklenir. Bugün bu senaryonun gerçekleşmemesi için, başka bir risk unsuru devreye sokularak kamu bankaları aracılığı ile limitli olan rezervlerin daha da azalması pahasına döviz satılarak kurdaki artış frenleniyor. Tüm bunlar ülkedeki getiri ve güven ortamını zedeleyerek yerleşiklerin dolarizasyona yönelmesine yabancı sermayenin ise ülkeden kaçışına neden olarak sistemi daha da çıkmaza sokuyor.
Bu sefer gelişmiş ülkelerin eş zamanlı uyguladıkları genişlemeci para politikaları, 2008 bankacılık krizinden çok farklı olan ve tüm ezberleri bozmaya hazır küresel bir sağlık krizi nedeniyle ortaya çıktı. Ancak umuyorum ki, yoğun haber akışını olumluya çevirecek gelişmeler ile tüm dünya bir an önce rahat bir nefes alacaktır. Ve işler iyiye gittiği zaman tasarruf açığı olan Türkiye, kapitalist sistem dahilinde yurt dışı tasarruflarından likidite bolluğu ortamında tekrar yararlanacak ve bir anlamda Türkiye’ye yardım eli uzanacaktır. Fakat bu kez tasarruflar 2008 sonrası döneme kıyasla, Türkiye’nin verimli üretim kapasitesini sürdürülebilir olarak arttıracak şekilde yönlendirilmelidir. Böylelikle Türkiye ekonomisi kendi iç dinamikleriyle tasarruf açığını kapatma şansını yakalayacaktır.
Foto: Ryan Quintal
Kaynakça