[voiserPlayer]
Türkiye’de uzun zamandır kavramsal tartışma yaşanıyor ve hemen hemen herkes bu konuda kendine göre fikir sahibi. Tartışma, Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişi etrafında cereyan ediyor. Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiğini söyleyen iki farklı görüş var. İlk görüş biten çözüm süreci ve Fetullahçıların başarısız darbe girişimi sonrasında Ak Parti ile MHP’nin ittifak halinde Milliyetçi dalgayı yükselttiğini iddia ediyor. Bu iddianın sahibi daha çok Ak Parti içindeki İslamcı kesim ve muhalefetteki liberal odaklar. Onlar Ak Parti’nin zihinsel olarak MHP’ye teslim olduğunu ve Milliyetçi bir siyaseti benimsediğini iddia ediyor. Ne var ki, daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi, Ak Parti ile MHP eliyle yükseltilen şey doktriner anlamda bir milliyetçilikten çok lümpenliğe işaret ediyor. (https://new.daktilo1984.com/forum/polemik-milliyetcilik-mi-lumpenlik-mi/)
İkinci görüş ise yine muhalefet çevrelerinden çıkıyor. MHP’nin 2016’da yaşadığı kurultay tartışmaları, nihayetinde MHP’den ayrılanların kuruluşuna öncülük ettiği İYİ Parti’nin ilk yıllarında milliyetçi bir söylemle ortaya çıkması, girdiği ilk seçimde MHP’nin bölündüğü halde oyunu koruması ve İYİ Parti’nin de %10 oy alması bu görüşü destekledi. Bugün ise İYİ Parti’den ayrılan Ümit Özdağ’ın kurduğu Zafer Partisi’nin oy oranının arttığını söyleniyor. Yine MHP örneğinde olduğu gibi bölünmesine rağmen İYİ Parti’nin oyu azalmıyor, aksine bazı kamuoyu araştırmalarına göre %20 civarında oya sahip.
Böyle bir zeminde Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiğinin yeniden daha fazla konuşulduğu bir döneme girdik. Yeniden konuşulmasının sebebi ise Birikim dergisinin son sayısında bu konuyu işlemesi. Dergideki yazıların dışında Tanıl Bora’nın ayrıca İrfan Aktan ile yaptığı mülakatta dile getirdiği görüşler ve bu görüşlere verilen tepkiler konunun yeniden gündeme taşınmasını sağladı. Genel olarak söylenen şu: Türkiye’de özellikle genç kuşaklar arasında şehirli, modernist, seküler karakteri baskın bir Milliyetçi dalga yükseliyor. Şehirli, modernist, seküler karakterli olması bazı muhaliflerin hoşuna gidiyor ama acele etmeyelim. Bu karaktere sahip faşizm de olabilir, temkinli olmakta fayda var. Ayrıca bu grup birçok konuda çok rahat ve açık olmasına rağmen Kürt meselesi ve göçmenler konusunda aşırı sertler.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Türkiye’de yükselen bir şey olduğunu ben de düşünüyorum. Bu yükselen şeyin adının ne olduğu konusunda farklı görüşlerim olsa da, bu yükselmenin yer yer bazı insanları tedirgin etmesini de anlayışla karşılıyorum. Çünkü, beni de tedirgin eden yönleri var. Fakat bu bizim olan biteni objektif bir şekilde yorumlamamıza ve anlamaya çalışmamıza engel olmamalı.
Bugün özellikle 25 ile 35 yaş arasında olan kitle içerisinde karşılaştığı olaylara Milliyetçi-Atatürkçü-Türkçü-Ulusalcı adına ne derseniz deyin refleksler veren kişilerin sayısının arttığını rahatlıkla gözlemlenebilir. Peki bu nasıl oldu? Türkiye nasıl buraya geldi? Bunu anlamak gerekiyor. Bu insanlar liseye veya üniversiteye başladığında yani görüşlerinin belirginleşmeye başladığı dönemlerde Türkiye’de nasıl bir ortam vardı? Nasıl bir zamanın içinde neler yaşadılar?
Türkiye’de Değişen Siyasal Ortam
Bahsi geçen kuşak liseye veya üniversiteye başladığı dönemde siyasi iktidar ülkeyi Fetullahçılarla birlikte yönetiyordu. Fettullahçılar gayri resmi iktidar ortağı olarak devlet yönetiminde söz sahibiydi. Bunun doğal sonucu olarak Ergenekon ve Balyoz isimli tiyatro mahkemeler ve uydurma delillerle Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kurumu TSK’ya fiili bir savaş açtılar. Üniversite ve KPSS sınav soruları çalınıyor, Fetullahçı olmayanların kamuda işe girmesi zorlaşıyordu. 2010 yılında yapılan anayasa referandumu ile 1923’te kurulan cumhuriyetin yıkılacağı, yerine ise 2. Cumhuriyetin kurulacağı söyleniyordu.
Daha sonra iktidar ile Fetullahçıların arasına kara kedi girdi, devleti paylaşamamaları sebebiyle yolları ayırdılar. Fetullahçılarla ortaklığı bitiren iktidar bu sefer karşımıza ‘’Çözüm Süreci’’ çıkardı. ‘Burada iki konu arasında bir bağlantı kurmuyorum.’ Çok travmatik bir dönemdi. Kendimden örnek vereyim, üniversiteye başladığımda siyasi iktidarın müttefiki Fetullahçılardı, mezun olduğumda ise PKK olmuştu.
Daha önce Habur’da davul zurna ile terörist karşılayarak ve Oslo’da PKK ile görüşerek başlayan sürece Eylül 2011’de PKK ile yapılan görüşmelerin DİHA tarafından yayınlanması ve Ocak 2012’de yapılan KCK operasyonları ile bir süre ara verilmişti. Aralık 2012’de dönemin Başbakanı Erdoğan PKK Lideri Öcalan ile görüşmelerin başladığını duyurdu. 21 Mart 2013’te PKK lideri Öcalan’ın mektubu Diyarbakır’da milyonlara okundu. Aynı dönemde PKK ile mücadele etmeyi bırakıp, terör örgütüne ve liderine meşruiyet alanı açılmasının doğal sonucu olarak özellikle metropol şehirlerin üniversitelerinde PKK sempatizanları etkinliklerini arttırdılar.
Üniversite yönetimleri ve güvenlik güçleri PKK’nın üniversitelerde güçlenmesini bırakın engellemeyi, bazı okullarda fiilen güçlenmelerine destek verdiler. 2013-2016 yılları arasında üniversite okuyan hakkaniyet sahibi her insan bu söylediklerimi teyit edecektir. Bütün bunlar olup bittikten sonra Temmuz 2015’e gelindiğinde Türkiye’de bombalar patlamaya başladı. PKK ile yürütülen süreç içerisinde terör örgütüne alan açılmasının ağır faturasını Diyarbakır’da, Mardin’de, Hakkari’de, Siirt’te onlarca asker, polis ve sivil vatandaşımızı şehit vererek ödedik. ‘’Çözüm ve Barış’’ umutları Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de PKK tarafından yerin altında döşenen ve patlayan bombaların altında kalmıştı. Bölgede ortadan kalkan kamu otoritesini yeniden sağlamak çok pahalıya mal oldu.
Yine bu gençler Ak Parti’nin iktidarının ikinci döneminde başlattığı ülkeyi dindarlaştırma ve ‘’İslamileştirme’’ döneminin içinde yaşadılar. Gezi’de buna isyan eden kitleler içinde bu gençler de vardı. İslamcı baskıyı üniversite ortamında ve hayatlarının geri kalanında yaşadılar ve hala yaşamaya devam ediyorlar. Dönemin Başbakanı Erdoğan ‘’Kızlı Erkekli aynı evde kalıyorlar, denetleyeceğiz.’’ sözünü 2013 Kasım’da söyledi. ”Bir kereden bir şey olmaz’’ diyerek tarikat yurtlarında yaşanan tecavüzlerin hafifletilmesini, maddi imkansızlıklar yüzünden kalmak zorunda kaldıkları cemaat yurdunda çocukların yanarak can vermesini gördüler. Fetullahçılarla başlayan, onlarla yollar ayrıldıktan sonra diğer cemaat ve tarikatlarla devam edilen yolun ülkeyi nereye sürüklediğini içinde yaşayarak gördüler. Ve bütün bu olanlar bu kuşağın daha fazla seküler olmasını, daha fazla yaşam tarzı özgürlüğü istemesini doğurdu.
Göçmen meselesinde de aynı durum karşımıza çıkıyor. Şehirlere milyonlarca Suriyeli sığınmacının bir şekilde yerleştirildiği, sınırlardan her gün binlerce insanın kaçak bir şekilde girdiği bir süreçte bir tepkisellik içine girilmesini çok garip karşılamıyorum.
Bana göre Tanıl Bora’nın gençleri anlamaması veya anlamak istememesinin dışında bu gençlerin bir şekilde homojen bir kitle olduğunu iddia etmesi de ayrı bir hata. Bir şekilde söylenen veya algılanan şöyle bir durum var. Türkiye’de Milliyetçilik yükseliyor, bu Milliyetçilik artık seküler karakterli, modernist ve şehirli. Burada ‘’Seküler Milliyetçilik’’ kavramı öne çıkarılarak bu iki kavramı da benimseyen insanlar, sanki homojen ve birlikte hareket eden ve benzer konularda benzer tepkileri veren insanlarmış gibi resmediliyor. Tanıl Bora’ya ve onun gibi düşünen kişilere göre, hedefleri ve sonuçları itibariyle Çözüm Süreci ve Türkiye’nin sığınmacı ve düzensiz göç politikasına karşı biriyseniz, seküler yaşam biçimini savunuyorsanız, Milliyetçi-Atatürkçü-Türkçü-Ulusalcı görüşlerden birini benimsiyorsanız hepiniz aynı sepettesiniz. Bu kaba bir kavramsallaştırma. Çünkü bu üç konuda benzer şeyleri düşünen insanların farklı düşündüğü çok sayıda konu var. Bazı ayırt edici soruları sorduğunuzda duyacağınız cevaplardan sonra onların hiç de düşündüğünüz gibi benzer tepkiler veren insanlar olmadığını anlayabilirsiniz.
Mesela birkaç soru soralım:
1- Rusya Ukrayna’da işgalci mi, vatanını mı savunuyor?
2-Doğu Türkistan’da Çin soykırım mı yapıyor, yoksa bunlar CIA’in uydurması mı?
3-Türkiye ABD-AB ve Rusya ile nasıl ilişki kurmalı?
4-Türk Dünyasının demokratikleşmesi gerekiyor mu yoksa bu CIA’in işgal planı mı?
5-Ekonomi politikasında, piyasa ekonomisi mi, karma ekonomi mi, katı devletçi ekonomi mi uygulanmalı?
6-İnsan hakları ve ifade hürriyeti ne kadar genişletilmeli?
Bu soruların sayısını artırmak mümkün. Çözüm Süreci ve Göçmenler dışında hangi soruyu sorarsanız sorun çok farklı cevaplar alacaksınız. Dış politika, ekonomi-politik yaklaşım, temel insan hakları gibi konularda farklı görüşler öne süren insanları ‘’Seküler Milliyetçilik’’ gibi oldukça geniş bir kavram içerisinde tek bir torbaya doldurulup birbirlerine eşitlemek bence doğru değil. Ayrıca bu yükselen tepkiselliğin siyasi bir yansıması yok.
Muhalefette olup Zafer Partisi dışında program olarak pür milliyetçi siyaset izlediğini söyleyen bir parti yok. İYİ Parti ise Milliyetçi, demokrat, kalkınmacı bir parti olduğunu üç kavramın da birbirine eşit olduğunu birinin diğerinden üstün olmadığını söylüyor. Böyle olunca seküler milliyetçilik siyaseten yükseliyor demek için de elde yeterli veri yok. Neticede acele etmemek gerekiyor. Evet, Türkiye’de iktidarın uygulamalarına karşı seküler karakterli, Milliyetçi-Atatürkçü-Türkçü-Ulusalcı öğeler barındıran bir tepkisellik yükseliyor. Bu tepkiselliğin siyasi sonuç doğurup doğurmayacağını ise ilerleyen zamanlarda yaşayarak göreceğiz.
Fotoğraf: Brittany Colette