[voiserPlayer]
İran, 1979 devriminden bu yana en hareketli günlerini yaşıyor. 13 Eylül 2022’de İran’da ahlak polisi, Mehsa Emini’yi “Devrim kuralarına aykırı bir şekilde” başını örttüğü iddiasıyla göz altına aldı. Emini göz altındaki üçüncü gününde hayatını kaybetti. Mehsa Emini’nin hayatını kaybetmesinin ardından dönem dönem ısınan İran sokakları bu kez artan bir kalabalıkla yeniden dünyanın gündemine oturdu.
Halkın her kesiminin desteğini alarak büyüyen bu gösterilerin yeni bir dalga mı yoksa geçmişte İran’da meydana gelen protesto hareketlerinin bir uzantısı mı olduğu, üzerinde durulması gereken öncelikli noktalardan birisi. Bunun için gösterilerde atılan sloganlara dikkat kesilmek lazım. Öncekilerden farklı olarak gösterilerde öne çıkan önemli bir slogan var. 1979 devrimini besleyen en önemli slogan bugün devrim karşıtı bir pozisyonla İran sokaklarında yankılanmakta: “Kadın, Yaşam, Özgürlük”. Bu slogan bugün çoğu İranlı genç ve kadın için 1979 devrimci hareketinin ana sloganlarından bir diğeri olan “Ekmek, Emek, Özgürlük” söylemi kadar değerli ve anlamlı. İran’ı her yönüyle takip edenler bilir ki bu söylem, Rusya’daki devrimci hareketten ilham alan Komünist İşçi Partisi’nin de ana sloganıydı.
İran sokaklarındaki diğer bir önemli nokta ise kadınların zihinsel ve bedensel özgürlüklerini geri istedikleri bir sürecin yaşanıyor olması. İranlı kadının sokaktaki varlığı, İran İslam Cumhuriyeti’nin “makul ve makbul vatandaş” tarifine bir itiraz anlamına gelmekte. İşin daha da ilginç noktası ise “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganının bölgedeki Kürt hareketinin de temel motivasyon kaynaklarından biri olması. İran’ın ekonomik açıdan en yoksun bölgelerinden biri olan Kürt bölgelerindeki kadınların onlarca yıllık faaliyet ve çabalarının bir ürünü. Şunu da eklemek gerekir ki bu söylem Türkiye’deki Kürt hareketini besleyen temel motivasyon olarak da hatırlanmakta.
Mehsa Emini’nin İran polisinin “İrşad Devriyesi” sırasında tutuklanıp vahşice öldürülmesinin ardından, İran’in protesto kültüründe özel bir yere sahip olan bu slogan yeniden popüler hale geldi. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” ilk olarak Mahsa Emini’nin cenazesine kullanıldı. Sonra, İran’ın batısındaki bir başka önemli ve büyük şehri Senendec’de. Şimdilerde tüm İran’da baştan başa yankılanır vaziyette.
İran’da yaşanan bu hareketlilik, siyasi ve sosyal hakların talebi konusunda kadınların nasıl etkin bir rol alabildiğini göstermesi açısından son derece önemli. Geçmişte kadın hakları her zaman önemliydi. 19. yüzyıl İran’ına bakıldığında, özellikle anayasal devrimde, kadınların her devrime önemli bir katkı sunduğunu görmek mümkün. Ancak altını çizmek gerekir ki giderek yayılan ve toplumun her kesimini kuşatma eğilimi gösteren protestolar, kadınların hak arayışının İran’daki seyrini göstermesi açısından dikkate değer.
Ayrıca bugün yaşanan olayların 13 yıl önceki Yeşil Hareketle (2009) benzer yanları olsa da -gelecekteki etkileri bakımından- daha yüksek bir motivasyona sahip olduğu söylenebilir. İran sokaklarında gördüklerimiz, son kırk dört yılın tüm sosyopolitik, toplumsal cinsiyet, etnik ve dini şikâyet ve acıların dışavurumudur. Protestolar aynı zamanda bizi, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına götüren çok daha uzun bir tarihe de dayanıyor. Bu bakımdan gösterilerin, halkın organize oluşu ve farklı kesimlerden gelen destek bakımından 2009 Yeşil Ayaklanması’nın devamı olduğu söylenebilir. Zira 2009’da öldürülen Nida Ağa-Sultan isimli kadının can çekişirken bile ülkesine özgürlük dilediği video, o dönem ayaklanmanın sembolü olmuştu. Bugün ise başka bir genç İranlı kadının hastanedeki şüpheli ölümü, müesses nizamı halkla karşı karşıya getirdi.
Bu iki protesto arasındaki en temel fark ise 2009’da hala reform için bir umudun olmasıydı. O dönem İranlılar, hala özgür ve adil bir seçim için “oyum nerede” diyerek sokakları doldurmuşlardı. 2009’daki Yeşil Hareket’te, adil ve özgür bir seçim talebinin yanı sıra protestocuların beklentilerini temsil eden bir adaya sahip olmaları durumunda, sistemin reforme edilebileceğine dair bir inanç hâlâ vardı. Ama bugünkü gösterilerin amacı ve usulü bambaşka. Gösterilere liderlik etmesi konusunda hiçbir reformist isme çağrı yapılmaması, kontrolün tamamen kadınlarda olmasının önünü açıyor. Sokakları dolduran halk herhangi bir muhalif ismin kendilerine destek verip vermediğiyle ilgilenmiyor.
Bu hareketin lidersiz olmasının başka bir nedeni ise siyasi lider olacak kişilerin sistematik bir şekilde ya hapse atılması ya da siyasi yasaklı olmasıdır. İran halkının değişime ön ayak olacağına inandıkları siyasi figürler ya ev hapsinde ya da seçimlere girmeleri müesses nizam tarafından engellenmekte. Ancak şunu akılda tutmak gerekir ki İran’da lidersizlik güçsüzlük anlamına gelmemeli. İran’daki hareketliliğin esasen beslendiği güç noktası aslında lidersiz olması ve siyasi aklın direkt halkla karşı karşıya gelmekten imtina etmesi. Bu nedenle güvenlik güçleri ve hükümetin bu hareketi fiilen bastırması da çok zorlaştı. Örneğin, 2009’daki Yeşil Hareket’te dönemin yönetimi, harekete öncülük eden siyasi figürleri ev hapsine alıp onları etkisizleştirerek gösterileri bastırabildi. Şimdi ise karşısında 18-30 yaş aralığında toplumun her kesiminin desteğini almış eğitimli İranlı kadın figürü var.
Tahran yönetimi, protestoların önüne geçmek için son birkaç gün içinde gazeteciler ve potansiyel lider olabileceğini düşündükleri kişiler hakkında gözaltı kararı verdi. Ancak gösteriler durmak yerine iyice alevlenmiş vaziyette. İranlı kadın hukukçu ve aktivist Nesrin Sutudeh, bu hareketin İranlı kadınlar tarafından yönetildiğini dile getirdi. Nesrin Sutudeh’e göre göstericilerin istediği tek şey, zorunlu baş örtüsü uygulaması olmadan İran sokaklarında özgürce yürüyebilmek.
Öte yandan gösteriler, ülkenin iki yıldan fazla süren pandemiden zar zor çıktığı bir döneme denk geldi. Ülkeye uygulanan yaptırımlar nedeniyle birçok ekonomik kısıtlama oldu. Hatırlanacağı üzere 2017 ve 2019’daki protestolar daha çok ekonomik sıkıntılardan kaynaklanıyordu. İranlılar, örneğin suların kirlenmesine veya artan ekmek fiyatlarına tepki gösterdiler. Çünkü artık temel gıda ihtiyacı olan yumurta bile orta sınıf İran halkı için lüks haline gelmiş vaziyette. Milyonlarca İranlı ise yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bundan dört ay önce Huzistan’da, “Metropol” adlı kulenin aniden yıkılışında devletteki derin yolsuzlukların izleri var. Kırk yıllık ekonomik sıkıntılar, etnik ve dini azınlıklara yönelik muamele, kadınlara yönelik ayrımcılık İran halkını bunaltmışken yirmi iki yaşındaki İranlı bir Kürt kadınının cansız bedeni, artan siyasi baskılara topyekûn direnişin sembolü haline geldi.
Bunlara ek olarak belirtmek gerekir ki İran kadınının toplumdaki görünürlüğü yeni değil. Aksine İran Devrimi’nin başarıya ulaşmasının ardından sokaklara çıkan ilk protestocu grup İranlı kadınlardı. Humeyni’nin uygulamaya koyduğu zorunlu örtünme yasasına karşı ilk protesto gösterileriydi bunlar. Devrimden bir süre sonra protestolar yerini sessizliğe bıraktı. Ne ilginçtir ki 1979 İran devriminin ardından, o dönemin Liberal ve Cumhuriyetçi grupları bile baş örtüsü yasağının büyüyüp önemli bir problem olacağını düşünmemişlerdi. “Kadınların başındaki bir kumaş parçasından bahsetmeyelim. Sorun bu değil. Önceliğimiz İran’ın birliğini sağlamak olmalı” fikrini benimsediler. Bu söylemden bir süre sonra protestolar bastırılarak kadınlara zorunlu baş örtüsü yasası toplumun her alanında uygulanmaya konmuş oldu.
Zaman içinde özellikle Reformist lider Muhammed Hatemi’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde (1997-2005) zorunlu tesettür ve kadın kıyafeti meselesi biraz gevşetildi. Ahmedinejad’ın ikinci Cumhurbaşkanlığı döneminin hemen başına denk gelen süreçte kurallar ve uygulamalar yeniden sıkılaştırıldı. Ahmedinejad hükûmeti daha çok “devletin meşruiyetini zedeleyen” şeylere yoğunlaştı. İranlı kadınların zorla ekrana çıkarılarak hatalı ve pişman olduklarının söyletilmesi, sistemin esasen “zorunlu örtünme” gibi toplumu ayrıştıran bir motivasyon üzerine kurulduğunu ve bundan asla taviz verilemeyeceği gerçeğini de ortaya çıkarmış oldu.
Gösteriler bağlamında Kürt azınlığın İran’daki konumuna da kısaca değinmek gerek. Zira, İranlı Kürtlerin durumu Mehsa Emini üzerinden yeniden tartışmaya açıldı. Mehsa Emini mütevazı bir geçmişe sahip, Kürt bir sınır kentinden geliyordu. Daha yeni bir iş bulmuştu ve özgür bir kadın olarak Tahran sokaklarında var olmaya çalışıyordu. Aniden, hayatı en trajik ve acımasız bir şekilde son buldu. Dikkat çekilmesi gereken şey şu ki bu trajik son, sadece Kürt kadınlarının değil, etnik bir azınlık olarak İran’da kasıtlı ve sistematik bir şekilde teokratik sistemin baskı ve ayrımcılığına maruz kalan Kürt halkının yaşam boyu yoksunluğunu da temsil etmektedir. 1980’lerde Kürt hareketi İslam Cumhuriyeti’ne karşı en aktif şekilde muhalefet eden gruplarından biriydi. Özellikle devrimden sonra sistematik olarak sürgün, yargısız infaz ve ayrımcılığa uğradıklarını söylemek mümkün. Bu baskı, ülkede tutunamayan Zerdüştler, Bahailer ve diğer Sünni azınlık için de geçerli.
Nihayetinde, İran’daki protestolar birçok değişimi de beraberinde getirecek. Son iki ayda yaşananlar bunun bir ispatı niteliğinde. Bu temel değişim, kadınların kendilerini daha özgür ve yaşanılabilir bir İran için feda etmesiyle başladı. Yaklaşık iki aylık sürede unutulmaz sahnelere tanık olundu. Sokaklarda dans eden, başörtüsüyle ateş yakan kadınlar öne çıktı. Bu durum ülkede karşı konulması zor bir değişim atmosferi yarattı. Müesses Nizam, Eylül ayına geri dönmek istese de sokaklarda geri dönüşü olmayan şeyler yaşanıyor. Daha da önemlisi, cinsiyetle ilgili normlarda ciddi bir değişim isteği görülüyor. Erdem ve namus gibi geleneksel olarak kadına atfedilen kavramlar alt üst olmuş vaziyette. Birçok İranlı erkek, kadınların bu haklı direnişine destek oluyor ve onları devletin baskıcı gücüne karşı koruyor.
İran toplumunun heterojen normları alt üst oldu. Şimdilerde müesses nizam bu protestoları bastırmaya çalışsa da ilerleyen süreçte daha büyük bir toplumsal patlamayı engellemesi zor gibi. Tahran’in bu süreci en acısız bir şekilde atlatması İranlı akademisyen Hamid Dabaşi’nin şu satırlarında saklı: “İran’ın kurtuluşu, bütünüyle kendi çoğulcu ve farklılıkları kucaklayan siyasi kültürünün kaynaklarına yönelmesine bağlıdır. İran kendi içindeki yıkıcı kabileci korkularını ihraç etmektense bir zamanlar komşu ülkelerde oluşturduğu kozmopolitizm umudunu ithal etmelidir. Bu da ilerici güçlerin bölgesel iş birliği yaparak hem ülke içi zorluklara hem de bunlarla beslenen yağmacı ABD emperyalizmine karşı durmasıyla mümkündür. Diğer seçenekler insanlık için iyiye işaret değildir.” (Hamid Dabashi, İran: Ketlenmiş Halk, s.260.)
Fotoğraf: Mohammad Javad Rakhshani