Daktilo2 için gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, Gazeteci Burcu Karakaş ile Anna Babinets ve Yanina Kornienko’yla beraber hazırladığı “Türkiye’ye getirilen Ukraynalı yetimlere yönelik ihmal ve istismar zinciri” başlıklı haberin ve yürütülen soruşturma sürecinin detaylarını konuştuk.
Gazeteci Burcu Karakaş, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismardan Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin, istismarın önlenmesi, mağdurların korunması ve müdahale mekanizmalarının erişilebilir kılınması konusunda devletlere net sorumluluklar yüklediğine dikkat çekerken Türkiye’nin, toprakları üzerindeki her çocuk için bu hakları eksiksiz biçimde sağlamakla yükümlü olduğunun da altını çiziyor. Gazeteci Burcu Karakaş’ın Daktilo2’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Agos Gazetesi’nde Anna Babinets, Yanina Kornienko ile birlikte hazırladığınız haberde yer alan belge ve tanıklıkların ortaya koyduğu tablo ürkütücü: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında 510 yetim çocuk “Savaşsız Çocukluk Projesi” kapsamında Antalya’ya getiriliyor. Ukraynalı 11 yetkilinin imzasının bulunduğu rapora göre yetim çocuklar ihmal edilip psikolojik ve cinsel istismara maruz kalırken iki kız çocuğu da otel çalışanları tarafından hamile bırakılıyor. Siz bu dosyayı ilk okuduğunuzda bir gazeteci olarak ne hissettiniz ve bu tür uluslararası koordinasyonlardaki denetim boşluklarını nasıl yorumluyorsunuz?
Vakayı ilk duyduğumda çaresizlik hissettim. Düşünün ki hem çocuksunuz hem yetimsiniz hem de savaştan kaçıyorsunuz ve yerleştirildiğiniz ülkede ihmale ve istismara maruz kalıyorsunuz. Savaştan kaçarak güvenli bir ülkeye sığınan, üstelik de yetim çocuklar; yaşadıkları travmalar nedeniyle olağanüstü kırılgan durumdalar. Korunmaları ve güvence altına alınmaları Türkiye devleti açısından sadece insani bir sorumluluk değil, aynı zamanda çok açık bir yükümlülük. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismardan Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, istismarın önlenmesi, mağdurların korunması ve müdahale mekanizmalarının erişilebilir kılınması konusunda devletlere net sorumluluklar yüklüyor. Bu yükümlülükler çocukların uyruğuna ya da statüsüne göre değişmiyor. Türkiye, toprakları üzerindeki her çocuk için bu hakları eksiksiz biçimde sağlamakla yükümlü.
Devletin sorumluluğu sadece çocukları ülkeye kabul etmekle sınırlı değil. Onların maruz kaldığı her türlü ihlalin bildirilmesini, şeffaf şekilde denetlenmesini, etkin biçimde soruşturulmasını ve caydırıcı şekilde cezalandırılmasını da kapsıyor. Dosyadaki tanıklıklar ve belgeler ise bu süreçlerdeki aksaklıkların ve boşlukların çocukların hayatında nasıl derin ve telafisi güç sonuçlar doğurduğunu açıkça gösteriyor. Öte yandan, burada denetim boşluğundan ziyade yöntem yanlışlığı var. Çocuklar neden devlete ait kurumlar yerine bir otele yerleştirildi? Bunun cevabı, “Biz Ukraynalı vakfa önerdik ama kabul etmediler” olamaz. Çocuk hakları alanında çalışan avukat arkadaşımın da dediği gibi: “Çocuğun yararı teklife mi bağlı?”
Ukrayna makamlarının Mayıs 2024’te Türkiye’den bildirilen çocuk hakları ihlallerine ilişkin başlattığı soruşturma, delil yetersizliğinden Haziran 2025’te kapatılmış. Bu sürece ilişkin yargı sürecinde neler yaşandı ve son durum ne?
Ukrayna makamları, Türkiye’den bildirilen çocuk hakları ihlallerine ilişkin başlattığı soruşturmayı delil yetersizliğinden Haziran 2025’te kapattı. Sürece ilişkin yargı sürecinde kimse cezalandırılmadı. Yani ceza alan kimse olmadı. Sadece Ukraynalı yetimhane müdürü Oleksandr Titov’un kıdemi, heyet raporundan sonra cezai soruşturmada suçlu bulunmamasına rağmen “denetleyici görevi”nden “beden eğitimi öğretmenliği”ne indirildi.
Uluslararası araştırmacı gazetecilik ağı Organize Suç ve Yolsuzluk Raporlama Projesi (OCCRP) kapsamında yayımlanan bu haber hem Türkiye’de hem de dünyada çok yankı yarattı. Bir araştırmacı gazeteci olarak bu tür dosyaların kapatılmasını engellemek için medya kuruluşlarının ya da gazetecilerin hangi araçları daha etkin kullanması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin en büyük eksikliklerinden birinin “cross-border” yani sınırları aşan ortak araştırmalar olduğunu düşünüyorum. Komşularımıza baktığımızda inanılmaz bir haber potansiyeli olduğu görülüyor: Suriye’den Irak’a, Gürcistan’dan Balkanlar’a kadar Türkiye ile doğrudan bağlantılı ya da birbirine değen meseleler var. Bence bu nedenle uluslararası mesleki dayanışma çok kritik. Neticede bir fanusun içinde yaşamıyoruz. Meselelerin siyasi, ekonomik ya da kriminal yanları çoğu zaman tek bir ülkeyle sınırlı değil. Tam da bu yüzden ortak kaynak geliştirme, birlikte doğrulama süreçleri ve uluslararası ağların desteği, dosyaların kapatılmasını engellemede çok güçlü araçlar. Ülkeler arası işbirliği, ortak platformlar ve daha güçlü uluslararası gazetecilik ağları, hem hakikatin ortaya çıkmasını sağlayabilir hem de dosyaların üzerinin kolayca örtülmesini engeller diye düşünüyorum.
Çocuk odaklı habercilik kapsamında bu yaşananları kamuoyuna aktarırken gazetecilerin en çok dikkat etmesi gereken etik ilkeler sizce neler? Cinsel şiddet ve savaş deneyimleri kamuoyuna aktarılırken bireylerin yaşadığı travmalar yeniden tetiklenebilir. Travmayı yeniden üretmeden hakikati kamuoyuna nasıl aktarabiliriz?
Travmayı yeniden üretmeden bu tür ağır hikâyeleri aktarmak aslında imkânsız değil, yeter ki çocuk odaklı söylemi doğru kurabilelim. Gazetecinin görevi, yaşanan istismarı sansasyonelleştirmek değil, çocuğun haklarını merkezde tutarak yapısal sorunları görünür kılmak. Olayın detaylarında kaybolmamaya özen göstermek lazım. Sistemdeki açıkları ortaya koymak ve yaşanan ihlalleri anlatmak kamu yararı için gerekli. Anonimlik, özellikle de can güvenliğini tehlikeye atmamak açısından oldukça önemli. Çocuğun adı, kimliği, fotoğrafı, hatta yaşadığı yer gibi onu ifşa edebilecek her türlü bilgi mutlak bir şekilde korunmalı. Bir diğer kritik nokta ise dili özenle seçmek: Çocuğu suçlayıcı, ima eden, sorumluluğu mağdura yükleyen her türlü ifade hem etik açıdan sorunlu hem de çocuk hakları standartlarına aykırı.
Agos Gazetesi’nde yayımlanan haberle ilgili EMEP Gaziantep milletvekili Sevda Karaca, bağımsız İstanbul milletvekili Mustafa Yeneroğlu ve İyi Parti Grup Başkan Vekili Turhan Çömez tarafından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’a yazılı olarak cevaplaması için soru önergesi verildi. Araştırmacı gazetecilikte böyle bir haberin politik hesap verebilirliğin önünü açması sizi umutlandırıyor mu? Yoksa Türkiye’deki medya ekosisteminde bu tür haberlerin sansür ve dezenformasyonla boğulma riski daha mı ağır basıyor?
Haber yayınlanmadan önce gündem yaratacağını tahmin etmiştim, ancak ülkenin yoğun gündemi içinde hak ettiği etkiyi gösterememe ihtimali de doğrusu beni endişelendirmişti. Gazeteciliğin en güzel yanlarından biri şüphesiz ki yaptığımız haberlerle muktedire hesap sorabilmemiz. Mevcut politik iklimde gazetecilik adına çok da umutlanmamızı gerektirecek bir durum olduğunu düşünmüyorum ama umutsuzluğa kapılmanın da alemi yok.
Haberciliğin en baskıcı dönemlerde bile kendine bir yol bulduğunu görüyoruz. Sansür riski her zaman var. Hatta bazen sansürün kendisi haberin etki alanını genişletiyor: Bir haber engellendiğinde, bastırılmaya çalışıldıkça daha fazla kişinin dikkatini çekebiliyor. Sessiz sedasız kaybolacak bir mesele, sansür girişimiyle çok daha geniş bir kesimin gündemine girebiliyor. Bu nedenle baskının özellikle de internet çağında haberi tamamen yok edebileceğine inanmıyorum. Bir şekilde yolunu buluyor ve görünür oluyor. Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu var, malum!

