Candaş Tolga Işık’ın bir programında Cem Yılmaz, komplo teorileri muhabbetini o meşhur yere bağlamıştı: “Tespit yapıyoruz, çözüm yok.” Ardından da cümleyi sertleştirmişti: “Dünyada çok iyi niyetli sayısalcılar olmasaydı, bu sözelcilere kalsaydı dünya, biz yanmıştık.”
Ben bunu “sayısalcı–sözelci” kavgası gibi okumuyorum. Buradaki “sayısalcı” benim için ölçen, kıyaslayan, hedef koyan ve sonra o hedefin hesabını da vermeyi göze alan yaklaşımın kısa adı. “Sözelci” ise niyeti ve tespiti çoğaltıp yöntemi bulanık bırakan alışkanlık.
Cem Yılmaz’ın tanımlamasından hareketle asıl derdim şu: Türkiye’de siyaset (ve siyaset metinleri) giderek bir “muhabbet dili”ne yaslanıyor. Herkesin kulağına hoş gelen, kimseyi tam karşısına almayan ama tam da bu yüzden ölçmeyi ve hesap sormayı zorlaştıran bir dili kullanıyor. Bunun güncel ve somut bir örneğini, CHP’nin son kurultayın ardından paylaştığı parti programı taslağında görmek mümkün.
Bu yazıda sık sık “Başarı Göstergesi” diye bir terim kullanacağım. Hani piyasada da kullanılır ya; şirketler bir işi yapıyoruz derken “başardık mı, başaramadık mı?”yı tartışmaya bırakmamak için birkaç sayıyı baştan ilan eder. İşte o sayılara Başarı Göstergeleri deniyor. Basitçe: Hedefi ölçülebilir hâle getiren, ilerlemeyi de herkesin görebileceği şekilde takip etmeyi sağlayan göstergeler.
Şimdi bu mercekle, elimizdeki en güncel örneklerden birine bakalım.
Somut Bir Örnek: CHP’nin Güncellenen Parti Programı
CHP’nin sitesinde, son kurultayın ardından paylaşılan parti programı taslağı 134 sayfa. Birkaç ayrı PDF olarak da sunulmuş; “okuyun, tartışın, katkı verin” deniyor. Niyet olarak doğru bir çağrı. Metnin genel tonu ise Türkiye’deki pek çok siyasi metin gibi, büyük ölçüde sözel: Değerler ve hedefler var; yöntem, takvim ve ölçüm çoğu yerde yok.
Metin başlıklarda güçlü: demokrasi, adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik, kalkınma, sosyal devlet…
Başlıkların tamamına kim itiraz edebilir? Mesele başlıkların “güzel” olması değil; bu başlıkların altının nasıl doldurulduğu.
Siyasi program metinlerinde ortak bir kalıp var: Kavramlar sıralanıyor, ardından “tesisi/inşası/güçlendirilmesi/sağlanacaktır” geliyor ve cümle bitiyor. “Yargıya güven sağlanacak” ya da “üniversite özerkliği güvence altına alınacak” deniyor; ama hangi düzenleme, hangi kurum, hangi takvim ve hangi ölçüt ile belli değil. Bu belirsizlik, metni; sonuç üretmeyen, dolayısıyla hesap sorulamayan bir söyleme çeviriyor.
Sözel dilin en görünür örneklerinden biri teknoloji bölümünde ortaya çıkıyor. Taslak metinde arama yaptığımda “yapay zekâ” ifadesi 22 kez geçiyor. Teknolojinin her programa girmesi gerekir; sorun bu değil. Sorun, ilk geçtiği yerlerden birinin şu olması: “Yapay zekâ ve internet teknolojisinde yaşanan gelişmelerin demokrasi üzerindeki etkilerinin yönetilmesi.” Metin burada teknolojiyi “kullanılacak” bir kaldıraç olmadan önce “yönetilecek” bir risk gibi yerleştiriyor. Ardından şu cümle geliyor: “İnsan onurunu, temel hak ve özgürlükleri gözeten bir yaklaşımla insanın algoritmanın nesnesi olması engellenecektir.”
Kulağa hoş geliyor; ama cümleler soruyu cevaplamıyor: Nasıl engellenecek? Hangi kurum, hangi yetkiyle, hangi ölçümle? “Algoritmanın nesnesi olmak” derken ne kastediliyor? Hangi eşik aşılırsa problem sayılacak? Bu soruların cevabı olmadığında metin teknoloji stratejisinden çok temenni listesine benziyor.
Burayı CHP’ye özel bir problem gibi anlatmak istemiyorum. Bu, Türkiye siyasetinin genel yazım alışkanlığı: kavramların bol, yöntemin az olduğu bir dil. Üstelik bu yalnızca yazma meselesi değil, yönetme meselesi. Ölçülebilir hedef yazılmadığında yarın öbür gün kimse size “yapamadın” diyemiyor.
Küçük Bir Deney: Yapay Zekâya Sordum, Tablo Çıktı
Bir noktada merak ağır bastı: “Bu sadece benim izlenimim mi, yoksa metnin dili gerçekten ölçülebilir hedeflerden kaçıyor mu?” Kabaca bir test yaptım. Parti programlarını ve program taslaklarını bir dil modeline verip metinde açık sayı/oran/süre, takvim, kurum–yetki tanımı ve ölçülebilir hedef içeren ifadeleri “sayısal”; değer–ilke–vizyon diline yaslanan, edilgen ve muğlak taahhüt kalıplarını “sözel” başlığı altında toplamasını istedim. Sonuç olarak model, bu iki dilin metin içindeki baskınlığına göre yaklaşık bir oran üretti.
Bu bilimsel bir ölçüm değil; yalnızca kaba bir kıyas. Sonuç ise Türkiye siyasetindeki refleksi iyi özetliyor:

Tabloyu “puan tablosu” gibi okumayın. “Sözel” burada edebiyatı değil; temenni/ilke dilinin, yöntem– takvim–ölçüm diline baskın gelmesini işaret ediyor. Mesele “güzel Türkçe” değil, hesap sorulabilirlik.
Asıl rahatsız edici olan, siyasette birbirinin zıddı görünen uçların bile yöntem bakımından aynı yere düşebilmesi. TİP ile Yeniden Refah ideolojik olarak iki ayrı kutup; biri “emek–emekçi”, öteki “maneviyat–aile” etrafında konuşuyor. Buna rağmen metinlerin yapısı benzeşiyor: “Ne olmalı?” çok; “nasıl olacak?”, takvim ve Başarı Göstergeleri az. Benzer yakınlık iktidar–muhalefet hattında da görünüyor: tabloda CHP (85/15) ile AK Parti (80/20) birbirine şaşırtıcı derecede yakın. Bu, “aynı şey” oldukları anlamına gelmiyor; ama yöntem dilinin —araç, takvim ve ölçümün— iki tarafta da benzer ölçüde bulanık kaldığını gösteriyor. Mesele parti isimleri değil, Türkiye siyasetinin ortak refleksi: Ülkeyi yönetmeye talip bir metin yalnızca iyi niyetli sıfatlar üzerinden kurulamaz.
Siyasi Partilerimiz Münazara Takımı mı?
Türkiye’de siyaset bazen çözüm üretme çabası değil, rol yapma yarışması gibi ilerliyor. Sanki sınıfta kura çekilmiş: birine “milliyetçilik” düşüyor ve “Altaylardan Tuna’ya” diye başlayıp bitmeyen nutuklar geliyor; birine “maneviyat” düşüyor, “aile–nesil–değerler” etrafında konuşuyor; ötekine “emek–emekçi” düşüyor, “işçisin sen, işçi kal” tonuyla meseleyi kimliğe bağlıyor; bir diğerine “çağdaşlık” düşüyor; “modern, ilerici, demokratik, özgürlükçü” gibi sıfatlar arka arkaya diziliyor, yine de yöntem konuşulmuyor.
Roller ezberlenip konuşulunca ölçü ortadan kalkıyor. Ölçü olmayınca sorumluluk da kayboluyor. Sorumluluk kaybolunca “ben böyle söyledim, sen öyle söyledin” düzeyinde dönüp duruyoruz. Oysa vatandaşın gündemi münazara değil: hayat pahalılığı, adalet, eğitim, sağlık, güvenlik, iş ve gelecek.
Sorunların çözümü “sözel beyan”la gelmiyor. Enflasyon “tek haneye indireceğiz” denilince inmiyor; gelir “refahı artıracağız” denilince artmıyor. Adalet “tesis edeceğiz” denilince tesis olmuyor. Eğitim “nitelikli olacak” denilince nitelikli hâle gelmiyor. Bu başlıklarda gerçek siyaset; kaynak planı, kurum tasarımı, uygulama takvimi ve açık Başarı Göstergeleri gerektirir. Aksi hâlde vatandaşın gündemi yerinde sayarken siyaset kendi cümlelerinin içinde dönüp durmaya devam eder.
Peki iyi bir program metni nasıl yazılmalı?
Meseleyi çok teknikleştirmeye gerek yok. Dört başlık yeter:
• Sorun: Ne bozuk?
• Gerekçe: Neden bozuk?
• Çözüm: Ne yapacaksın?
• Başarı Göstergeleri: Başardığını nasıl anlayacağız?
Hayat pahalılığı diyorsanız iki ölçü yazın: enflasyon ve gelir. Ardından net bir takvim koyun: “100 günde şunu yapacağım, 1 yılda buraya geleceğim, 5 yılda şuraya.” Her hedefin yanına bir-iki Başarı Göstergesi ekleyin ve bunları herkese açık bir “ilerleme panosu”nda her ay güncelleyin. “12 ayda yıllık enflasyonu X’e indireceğim” diyorsanız, ara hedefi de yazın; hangi adımın hangi ay devreye gireceğini belirtin; ölçümü kim yapacaksa onu da peşinen söyleyin. Planı bağımsız denetime açtığınız anda siyaset, slogan olmaktan çıkar; izlenebilir bir programa dönüşür.
Sözel dil kulağa hoş gelir ama zaman kaybıdır. Ölçü ve takvim yoksa hesap da yoktur. Ülkeyi “güzel cümlelerle” değil, somut planla ve Başarı Göstergeleri ile yönetebilirsiniz.
Somut bir örnek: Ülkemizde bir adalet sorunu var. Bu sorunu çözmek için adalet sisteminde yapay zekâyı “sihirli değnek” diye değil, iş akışını hızlandıran bir araç diye tanımlayıp hedef koyarsınız. İlk 100 günde 5 ilde pilot başlatır, tüm dosyalar için standart bir “dosya sonuçlanma süresi” göstergesini yayımlarsınız. 12 ayın sonunda ortalama dosya sonuçlanma süresini %30 düşürmeyi (ör. 420 günden 300 güne), birikmiş dosya stokunu %25 azaltmayı, duruşma erteleme oranını %20’den %12’ye indirmeyi taahhüt edersiniz. Her ay kamuya açık panoda bu üç ana göstergeye ek olarak “tebligat süresi” (ör. 7 günden 2 güne) ve “temyizde bozma oranı” da raporlanır.
Yapay zekâ bu tabloda karar vermez: Dosyaları otomatik sınıflandırır, eksik evrakı daha başta işaretler, benzer içtihatları ve mevzuatı hâkimin önüne öneri olarak getirir. Kararı hâkim verir; sistemin hatası ve olası ayrımcılığı ise bağımsız denetimle yılda iki kez ölçülür ve raporlanır. İşte “nasıl” budur: takvim, ölçü, sorumluluk ve görünür Başarı Göstergeleri.
Son Söz: Sözeli Bırak, Sayısala Bak
Yazının başındaki Cem Yılmaz cümlesiyle bitireyim: “Tespit yapıyoruz, çözüm yok.” Benim derdim tam da bu. Tespit elbette olacak; ama tespitin yanına ölçülebilir hedef, takvim ve açık Başarı Göstergeleri koymadığınız anda metin “program” olmaktan çıkıp niyet beyanına dönüyor.
O yüzden “sözelci siyaset” rahat ama faturası ülkeye çıkıyor. Ülkeyi iyi niyetli sıfatlarla değil; ölçü, takvim ve hesap verilebilirlikle yönetirsiniz.
Konuyu verilerle ve canlı analizlerle ele aldığım 2 Aralık 2025 tarihli “Söz Yetmez: Ölçülebilir Siyaset” yayını için: https://youtube.com/live/CZ6MW-FtgWw
Fotoğraf: Sven Mieke

