Gündelik kelime hazinemizde yerini sağlama alan bir kelime var: Kayyım. Kökeni Arapça bir kelime. K, V, M kök harflerinden türetilmiş. Bu kök harflerin oluşturduğu kelime kaame; ayağa kalkmak, dik durmak, yükselmek anlamlarında. Nitekim namazda ayakta durmak bu kök harflerden türetilen bir kelime ile kıyaam kelimesi ile ifade ediliyor. Şu beyit Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden.. Peygamber’in göğe yükseldikten sonra gördüğü manzarayı tarif ediyor.
“Kim kıyâm içre kimi kılmış rükû
Kimi Hakk’a secde etmiş bâ-huşû”
Kıyamet kelimesi de öyle. Sonundaki -et ekini çoğul eki olarak yorumlarsak, tekrar ayağa kalkışların günü. Ve daha niceleri. Makam, kaymakam, kavim, takvim, mukavemet, istikamet…Yukarıdan gelen erken Cumhuriyet dönemi dilde sadeleştirme hareketi gibi saldırılara da, aşağıdan gelen kapsamlı ve derin ekonomik ve kültürel dönüşümlere de karşı koyabilmiş ve hayatımızda kalabilmiş kelimeler. Kayyım kelimesi de onlardan birisi. Ancak onun ki biraz farklı. Onun hikayesinde başka hikayeler gizli.
Kelimenin ilk kullanımını bilmek elbette mümkün değil. Kur’an’da Beyyine suresi 5. ayette sıfat olarak kullanımına rastlıyoruz. “Zalike din’ul kayyime.” Ayetin Türkçeye tercümesinde en sıklıkla rastlanan Türkçe kelimeler doğru, dosdoğru. Ali Bulaç kelimenin kök anlamına gönderme ile doğru kelimesine parantez içinde dimdik ve sapasağlam kelimelerini eklemiş. Türkçeye ne zaman ve nasıl girdiği, hangi anlamlara geldiği ise daha kapsamlı bir araştırmayı gerektiriyor. Nişanyan Sözlük’e göre kelimenin en eski kullanımı, 1530 yılına ait resmi bir defterde, kayyim-i mescid, kayyim-i muallimhane şeklinde. Mezkur yerlerin başında duran, bakıcısı kişi anlamında. Kelimenin bu anlamının, Osmanlı döneminde yaygın olarak kullanımına devam edilmiş olsa gerek. Nitekim Mehmet İpşirli, kaleme aldığı İslam Ansiklopedisi’nin “Cihet” maddesinde, vakıf müesseselerinde gerekli hizmetleri yürütenler arasında kayyımı da sayar. II. Mahmut ile etkin olarak başlayan modern devletin inşası ile vakıfların idaresi Evkaf-ı Humayun Nezareti ile devletin elinde toplanınca kayyım kelimesi mevzuatta yerini alır ve böylece kendine sağlam bir sığınak bulur. Modern dünyanın getireceği bütün dalgalanmalara karşı en sağlam sığınağını. Kelimenin gündelik dilde kullanım yaygınlığını kestiremiyoruz. Ancak Nişanyan Sözlük’e göre kelime, Ahmet Vefik Paşa’nın 1876 yılı basımlı Lehçe’-i Osmani’sinde cami hizmetlerini yürüten bekçi tanımı ile yer alır.
Cumhuriyet döneminin ilk on yıllarında kayyım kelimesinin kullanımına en azından resmiyette ara veriliyor. Mesela cami çalışanlarının tamamı hayrat hademesi olarak anılmaya başlanıyor. Bu hal 1965 yılına kadar devam ediyor. Kayyım kelimesi 2 Temmuz 1965 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri hakkındaki kanunda yerini alıyor. Müezzin-Kayyım olarak. “İmam-hatip ve müezzin-kayyımlar, cami ve mescitlerde din hizmetlerini yürütmek ve dinî konularda toplumu bilgilendirmekle görevlidir (12. Madde).” Yaklaşık iki yıl sonra, 15 Eylül 1967 günü Resmi Gazetede yayınlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Cami Görevlileri Yönetmeliği’nin 5. maddesi ise, müezzin-kayyımların görevlerini sıralarken, 6. madde kayyım kelimesini müezzinden ayrı olarak kullanıyor. “Başkanlıkça tespit edilecek camilere, bir veya daha çok kayyım kadrosu verilir. Kayyımlar, bulunduğu camiin; içinin, avlusunun ve müştemilâtının temizliğinden sorumludurlar.”
Kayyım kelimesinin 20. yüzyılın darbelerine karşı sığınağı sadece dini alan olmadı. Aksi halde muhtemel ki günümüzdeki popülaritesini kazanamazdı. Kayyım kelimesi din alanından daha sağlam bir sığınağı hukuk alanında buldu. Bu aslında garip değil. Zira modern-öncesi dönemde din ve hukuk iç içe geçmiş alanlardı. Özellikle bugün medeni hukukun konularının önemli bir kısmı İslam hukukunun konularıydı. Kayyım kelimesi de İslam hukukunda kullanılan bir kavramdı. İslam hukukunda farklı sebeplerle akıl ehliyeti eksik veya hiç olmayan kişilerin hukuki tasarruflarının kısıtlanmasını ve bu kişiler üzerine hakim tarafından veli, vasi veya kayyım adı verilen bir kişi atanmasını öngörüyordu. İsmail Özmel kaleme aldığı İslam Ansiklopedisi’nin Kayyım maddesinde 16. yüzyıl İslam fıkıhçısı ibn Nüceym’e dayanarak, İslam hukukunda bu kavramların eş anlamlı olarak kullanıldığını iddia eder. İslam hukukunu esas alan Osmanlı mahkemelerinin bu kavramların kullanımında belirli bir standart geliştirip geliştirmediği farklı bir konu. Esas konu “kayyım” kelimesine hukuki bir terim olarak Osmanlı hukukçularının yabancı olmadığı.
Nitekim bu aşinalığı 1926 yılında Mecelle’nin yerine kabul edilen Medeni Kanunda gözlememek mümkün. Zira Medeni kanun, ilgili bölümlerinde üç terimi de kullanır, ancak farklı anlamlarda. Velilik, anne ve babanın hukuken reşit olmayan çocukları üzerindeki halini ifade eder, ki üçü arasında hak ve ödevler açısından en kapsamlı haldir. Velilik biyolojiktir, vasilik ise özünde hukukidir. Velilik gibi ödev ve haklar içerir, ancak kapsamı daha dardır. Kayyımlık ise ödev ve haklar bakımından üçü arasında en dar olanıdır, ki sadece üzerine kayyım atanan kişinin belirli işlerini görmek ve mal varlığını yönetmeyi içerir.
Türk Medeni Kanunu, malum olduğu üzere, İsviçre Medeni Kanunu’nun tercümesidir. İsviçre Medeni kanununun kayyım kelimesi yerine kullandığı kelime ‘le curateur’dür. Latince curator kelimesinden türetilmiş. O da ilgilenmek, bakımını üstlenmek, idaresini yapmak anlamına gelen curare fiilinden. Tercüme heyetinde bulunanların ‘curateur’ kelimesine karşılık olarak kayyım kelimesini tercih etmeleri ince bir tercih. Zira ‘kayyım’ kelimesinin kök harflerinin ayağa kalkmak, dik durmak, yükselmek anlamlarına geldiğini not etmiştik. Kayyım kelimesi bu kök harflerin iki dönüşümden geçirilmesi ile türetilmiş gibi duruyor. İlk olarak ikinci forma (k-w-w-m) dönüştürülmüş ve basit fiil oldurgan fiil olmuş. Ayağa kaldırmak, dik durdurmak, yükseltmek anlamlarında. İkinci dönüşümde ise fiilden fail türetilmiş. Ayağa kaldıran, dik durduran, yükselten. Kelime Türkçeye taşınırken bir de sesli uyumu ile dönüşmüş ve neticede kayyım olmuş.
Medeni Kanun’un kayyımlıkla alakalı düzenlemesi Türk Ticaret kanununda da ayrı bir düzenlemeyi gerektirmemiş, ticaret şirketlerine kayyım atanmasının hukuki dayanağı olmuştur. Ayrıca 1989 yılında çıkarılan bir kanun, üzerine kayyım atanacak malvarlıklarına dair Hazine’nin menfaati söz konusu olduğunda, malvarlıklarının bulunduğu mahalin mal memurunun kayyım olarak atanması şartını koşmuştur. Bu kanunun öngördüğü yönetmelik tam yirmi yıl sonra 2009 yılında çıkarılacaktır. Bu yönetmeliğin 5. maddesi kayyımın görev ve yetkilerini tanımlamaktadır. Kayyımın tam olarak ne iş yaptığına dair resmi bir tarif olması dolayısıyla maddeyi tam olarak aktarmakta fayda var:
“Kayyımın görev ve yetkileri şunlardır:
a) Malvarlığını yönetmek, işletmek, bakım ve onarımlarını yaptırmak, işgal ve tecavüzlere karşı korumak ve gerekli diğer işlemleri yapmak.
b) Malvarlığının yönetiminden elde edilen gelirleri tahsil ederek bu Yönetmelikte belirtilen hesaplarda değerlendirmek.
c) Malvarlığının yönetimiyle ilgili giderleri yönetim hesabından karşılamak.
ç) İhtiyaç halinde kayyımlık bürosunu oluşturmak.
d) Kayyımlık iş ve işlemleri ile görevli personele bu Yönetmelikte belirtilen ücretlerin ödemesini yapmak.
e) Bu Yönetmelikte belirtilen diğer iş ve işlemleri yapmak ya da yaptırmak.”
Kayyım kelimesi dinin ve hukukun korunaklı alanlarında yıkıcı güçler karşısında hayatta kalırken, talihini etkileyecek üç önemli gelişme oldu. İlki gelişme, 1983 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bünyesinde Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu (TMSF)’nun kurulmasıdır. TMSF aslında tasarruf mevduatlarının sigortalanmasını mümkün kılmak ve bunu yürütmek amacıyla kuruldu. Fon’un yetki alanı 1994 yılında bankaların mali yapılarını güçlendirme ve yeniden yapılandırma ile genişletildi. Bu gelişme ile paralel olarak Fon’un temsil ve idaresi 1999 yılında Merkez Bankası’ndan alındı ve aynı yıl kurulan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na verildi. Dört yıl sonra ise TMSF özerk bir kurum statüsüne kavuştu. Bu tarih itibariyle TMSF’ye devredilen banka sayısı 25’i bulmuştu. Özünde devir TMSF’nin kayyım olarak atanması demekti. Ancak özünde. TMSF hukuki olarak kayyım rolünde değildi, zira herhangi bir mahkeme tarafından atanmıyordu.
Kayyım kelimesinin talihini etkileyen ikinci gelişme 2004 yılında yeni Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)’nun çıkarılmasıydı. Bu kanunun 133. maddesi bir suçun şirket faaliyetleri çerçevesinde işlendiği hususunda kuvvetli şüphe olması halinde soruşturma ve kovuşturma sürecinde hakim veya mahkemeye şirkete kayyım atama yetkisi vermektedir.
Kayyım kelimesinin talihini etkileyen üçüncü gelişme 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsüydü. Darbe sonrasında Olağanüstü Hal ilan edildi ve hükümete geniş kapsamlı önlemler alma yetkisi verildi. Bu önlemlerden birisi de 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname oldu. Daha sonra 6758 sayılı kanun olacak bu kararnamenin 19. maddesi CMK’nın mezkur maddesi uyarınca “terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle … kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların yetkileri, hakim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna” devredildi. 4 Şubat 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan 7539 sayılı kanun ile TMSF’nin kayyımlık alanı daha da genişletildi. Bu kanuna göre TMSF “Türk Ceza Kanununun 282., 314. ve 315. maddelerinde veya … Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde düzenlenen suçların işlendiği” şirketlere de, kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, kayyım olarak atanabilecek.
…
2 Eylül 2025 tarihi kayyım kelimesinin hikayesinde yeni bir eşiğin aşıldığı tarih oldu. İstanbul 45. Asliye Mahkemesi 8 Ekim 2023 tarihinde yapılan CHP İstanbul İl kongresini iptal etti ve bu kongrede il başkanlığına seçilen Özgür Çelik ve yönetimini görevden aldı. Mahkeme eski partili Gürsel Tekin’i il başkanlığına ‘kayyım’ olarak atadı.
Kayyım kelimesinin takip eden yıllardaki hikayesi Türkiye’deki rejimin evriminin hikayesi ile sıkı sıkıya ilişkili. Nihai noktanın ne olabileceği ise distopik bir romanın konusu olabilir. 1984 gibi…