Herkese merhaba. Yazılarımla bu yeni mecrada sık sık yer alacağım. Umarım uzun soluklu bir birliktelik olur. İç ve dış siyaset üzerine, özellikle de siyasetin ekonomiyle kesiştiği noktalara dair yazma niyetim var. Belki ara sıra tarih, sanat hatta futbola doğru da gezinebiliriz. Ancak güncel gelişmeler bu ilk yazımda beni daha “seksi” bir konuyu ele almaya itiyor: Memurlar, daha doğrusu kamu istihdamı. (Bu arada ben de memurum, kamu üniversitesinde öğretim üyesi olduğum için— bunu baştan açık etmem lazım).
Türkiye’de memur sayısı çok mu fazla? Bu konu yenilerde oldukça tartışıldı. Tam da kamu personelinin maaş zammı görüşmeleri yapılırken, Türkiye’de 5 milyondan fazla memur olduğu, bu sayının son on yılda çok arttığı, bunların pek bir iş yapmadan maaş aldıkları yönünde yorumları çeşitli kaynaklardan duymaya başladık.
Önce doğru bilinen iki yanlışı düzeltelim.
Birincisi, sıklıkla paylaşılan 5 milyon küsür aslında memurların sayısı değil. Kamu istihdamındaki tüm personelin sayısı. Yani bunun içinde hem kadrolu memurlar var (%65 kadar), hem de sözleşmeli personel ve kamu işçileri. Kamu işçileri kimdir? Mesela petrol (BOTAŞ) ya da taşkömürü (TKK) çıkaran kamu iktisadi teşekküllerinde (KİT) çalışan işçiler, kamu işçisi oluyor. Keza, belediyelerde ve diğer kamu kurumlarında temizlik, bahçe vb. işlerde çalışan işçiler de kamu işçisi.
İkincisi, kamu personeli sayısının son on yılda şiştiği, bunun da kayırmacılık ve verimsizliğin bir göstergesi olduğu şeklinde bir yorum yaygınlaştı. Bu yorum, verilere yakından bakmadan yapılıyor, o yüzden yorumun vardığı sonuçta doğruluk payı olsa da delil olarak gösterdiği veriyle alakası pek yok. Zira son yıllardaki artışın en önemli kısmı aslında tek seferde gerçekleşti. Bu da daha önce taşeron statüsünde çalıştırıldığı için kamu personeli olmayan işçilerin kamu işçisi statüsüne geçirilerek haklarında iyileşme yapılması şeklinde oldu. Karayolları işçilerinin sendikal mücadelesiyle başlayıp 2018 seçimi öncesi siyasi rekabet ortamında sonuca vardırılan bu gelişme aşağıdaki tabloda 2018’den 2019’a sürekli işçi sayısındaki artış olarak kendini gösteriyor.[1]

Kısacası, kamu istihdamındaki artış öncelikle memurların değil kamu işçilerinin artışından kaynaklı, bu da zaten kamu işi görmekte olan işçilerin statü kazanmasını yansıtıyor.
Türkiye hiper-başkanlık sistemine geçtiğinden beri ekonomik yönetimin daha merkezileştiği ve siyasi amaçlar için daha bariz biçimde kullanıldığı doğru. Fakat bunun izini, kamu personelinin sayısında değil başka yerlerde bulabiliriz. Örneğin Türkiye Varlık Fonu (TVF) bünyesindeki THY ve Türk Telekom gibi şirketler; veya Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) iştiraki olan ASELSAN gibi şirketler, KİT değil özel şirket statüsünde, o yüzden buralarda çalışanlar da kamu personeli sayısına dahil değil. Oysa ki başkanlığını cumhurbaşkanının yaptığı TVF ve TSKGV kontrolündeki bu şirketler yeni Türkiye’nin ekonomisi ve siyaseti için kilit önemde. Bu tarz şirketlerde, hatta onlarla iş yapmak durumunda olan ve adını duymadığınız pek çok özel şirkette, hükümeti gayri resmî olarak temsil ve ortada dönen paraya ortak etmek üzere zoraki olarak istihdam edilen kişilerin varlığı bir sır değil. Bu kişilerin bazısı iş yapmadan para alıyor, bazısı belki aldığı paranın hakkını vermeye çalışıyor, her halükarda bu kişiler özellikle de yönetici kademelerindeki istihdamlarını siyasi güce borçlular. Ancak özel sektör statüsündeler.
Aslına bakarsanız Türkiye’deki kamu personeli sayısı, genel nüfusa oranladığımızda da, sırf istihdamdaki nüfusa oranladığımızda da OECD ortalamasından düşük.[2] Bu da Türkiye’ye özgü bir eksiklik değil, kalkınmakta olan ülkeler için tipik bir durum. Çünkü kamunun ekonomideki payı kalkınmayla birlikte artma eğiliminde oluyor. Hızlı değişimler dönemindeyiz, o yüzden gelecekteki manzara belki de farklı olacaktır; ancak şu zamana kadar Batı dünyasında gördüğümüz kapitalist gelişim modeli böyle bir örüntü (yani “Wagner kanununu”) yaratmış durumda. Çünkü, kalkınmayla birlikte, nüfus yaşlanmasının da etkisiyle, sağlık ve sosyal koruma faaliyetleri gittikçe büyüyor, bu faaliyetler de büyük oranda devlet tarafından sağlanıyor. Bu açıdan baktığımızda önümüzdeki yıllarda Türkiye’de kamu istihdamının oranının artacağını öngörebiliriz. Dahasını söyleyeyim: Türkiye’deki kamu istihdamının, belirli kalemlerde artması çok da iyi olur. Bu kalemlerin başında eğitim, okul öncesi eğitim ve çocuk bakımı geliyor.
Şuradan başlayalım: Bugün Türkiye’de devlet okullarında temizlik personeli eksikliği bir sorun. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2024’teki bir açıklamasına göre 60 bin 487 devlet okulunda 49 bin 578 kadrolu temizlik personeli bulunuyordu. Yani baştan beri konu ettiğimiz 5 milyon küsür sayısına dahil statüde çalışanlardan okul başına 1 görevli bile düşmüyordu. (Aynı açıklamaya göre yarı zamanlı çalışanlarla birlikte oran 2’yi biraz geçiyordu).[3] Bu sayı artmalı.
Şuradan devam edelim: Devlet ilkokullarında dersler öğlen 14:00’te bitiyor. Bugün mütevazı gelire sahip aileler bile çocuklarını özel okula göndermeye çalışıyorsa bunun önemli bir nedeni, özel okullardaki ders ve faaliyetlerin daha geç bitmesi; böylece çalışan ebeveynlerin işten çıkış saatine kadar çocukların emanet edilebilmesi. Devlet okullarının, söz gelimi Fransa’da olduğu gibi 16:30’a kadar ders yapması ise, daha fazla öğretmenin ve destek personelinin kamu tarafından istihdamını gerektirirdi. Bu sayı artmalı.
Yine Fransa örneğinden devam edelim. Fransa’da okul öncesi eğitim 3 yaşından itibaren zorunlu. Bu yüzden de devlet tarafından ücretsiz sağlanıyor. (Bu arada, Fransa’nın doğurganlık oranının bizimkinden yukarıda seyretmesinin sebeplerinden birinin eğitim ve çocuk bakımına ilişkin bu kamucu yaklaşım olduğunu da düşünüyorum). Bunun aynen Türkiye’de uygulanmasına illa ki taraftar olmazdım. Ancak bu konuda çok eksiğiz, kreş açığımız büyük. Fransa’daki modele biraz olsun yakınsamak için okul öncesi eğitim ve çocuk bakımında kaç kişinin kamu tarafından istihdam edilmesinin lazım geleceğini varın siz düşünün. Bu sayı artmalı.
Keza, yaşlı bakımı alanında kamu istihdamı artacaktır ve artmalı. Daha genelde, sağlık alanında kamu istihdamı artışına ihtiyacı olacaktır. Oysa ki yeni doktor yetiştirmekte zorlanmaya başladık. Bunların hepsi “memur” diye küçümsenen, kimilerince iş yapmadığı düşünülen iş kolları. Başlığa provokatif olsun diye 1 milyon yazdım; bu konuda yaptığım bir hesap yok, ama belirli alanlarda kamu istihdamının eksik olduğuna eminim.
Peki bugün Türkiye’de siyasi amaçla devlet kadrolarına sokulan, işini iyi yapmayan insanlar yok mu? İş kapısı olsun diye şişirilen kadrolar yok mu? Elbette. Ancak eksik kadrolar da var. Fazla nerede eksik nerede ise adını ona göre koyup işaret etmek gerekiyor.
O zaman adını koyalım. Kadro eksikliğine dair kamuoyunda pek şikayet konusu olmayan bazı alanlarda kamu istihdamı genelin ötesinde bir hızla artıyor, bu da iktidarın siyasi öncelikleriyle ilgili. Örneğin milli eğitim planlaması içinde din derslerini verecek öğretmen istihdamı büyüdü çünkü hem imam hatip okullarının genele oranı artıyor hem de (esasen imam hatiplere öğrenci talebi sınırlı kaldığı için iktidarın bulduğu bir alternatif “çözüm” olarak) genel müfredatta din derslerinin önemi artıyor.[4] Ayrıca bakanlıkların merkez teşkilatının yani Ankara istihdamının büyüklüğü tartışılmalı. Personel sayısı ötesindeyse, makam otoları ve benzer harcamalar konusunda korkunç bir israf olduğu herkesin malumu.
Demek ki sorun toplam kamu istihdamı değil, çözüm de bunun rastgele azaltılmasından geçmiyor. Belirli alanlarda azaltılmasından, en azından büyümesinin durdurulmasından, diğer alanlarda ise büyütülmesinden geçiyor. Liberteryan ideolojik önkabüllerin dışına çıktığımızda kamu sektörü bir sorun değil, sorunlara dair kamusal tercihlerin çatışıp güreştiği bir alandır.
Baştaki bağlama geri dönelim. Türkiye’de devlet memurlarının maaşları ne alemde? Bu konuda uzun vadeli bir bakış için Prof. Onur Arslan’ın bir makalesinden aktarım yapacağım: Ortalama memur maaşının kişi başı GSYH’ye oranı 2012 yılında 1,7 civarındaydı. Sonrasında özellikle 2019’dan itibaren hızla düşen bu oran 2022’de 0,7 civarına kadar indi. Yine 2012’de ortalama memur maaşının asgari ücrete oranı 4’ün üzerinde iken bu oran 2022’de 2,5’a kadar indi.[5] Bu ayrıca Türkiye’de genel olarak ücretlerin birbirine gittikçe yakınsadığı, buna karşın sermaye gelirleri ve ücretler arasındaki makasın açıldığı bir dönem oldu. Kamu istihdamı içinde de maaş farkları azalıyor. Bu anlamda devlet kapısının, düşük nitelikli istihdama aday kişiler için göreli çekiciliğini koruduğunu, bununla birlikte özellikle orta-üst kademe devlet memurlarının ekonomik statüsünün sürekli olarak aşındığını söyleyebiliriz. Bu konuyu belki daha detaylı olarak başka bir yazıda ele alırız.
[1] Tablonun kaynağı: Kamu istihdamı için Strateji ve Bütçe Başkanlığı, ulusal istihdam için TÜİK verileri.
[2] Bununla ilgili sayıları Karar gazetesindeki 22 Ağustos 2025 tarihli yazısında (“Memur da fazla emekli de fazla”) İbrahim Kahveci paylaşmış: https://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kahveci/memur-da-fazla-emekli-de-fazla-1604958. Örneğin kamu istihdamının tüm çalışanlara oranı OECD’de %18,4 iken Türkiye’de %16,2 olarak veriyor. Kamu istihdamımızın yüksekliği iddiasını temellendirmek için bu oranları kullanamayınca Kahveci kamu istihdamını kayıt içi ekonomiye oranlayarak devam etmiş. Ancak Türkiye’de kayıtdışı ekonominin oranı zaten yapısal dönüşüm sayesinde uzun süredir küçülüyor. O yüzden bu oranı kamu istihdamı değil, kayıtdışı ekonominin akıbeti değiştirecek. Bu arada EYT gibi hatalı uygulamalar yüzünden emekli sayısının aşırı şiştiğine katılıyorum.
[3] Bkz. https://www.bbc.com/turkce/articles/cd98yjepl9zo.
[4] Kamu personelinde din eğitimi kadrosundaki artışa ilişkin veri için bkz. Oyvat, Tekgüç ve Yağcı (2025) “Pious people, patronage jobs, and the labor market: Turkey under Erdoğan’s AKP”, Public Choice 203. Supplementary File şekil D2: https://static-content.springer.com/esm/art%3A10.1007%2Fs11127-024-01211-y/MediaObjects/11127_2024_1211_MOESM1_ESM.pdf
[5] Aslan O E (2023). Türkiye’de Memur Maaşları Üzerine Tespitler: Orta Sınıftan Proleterliğe. Mülkiye Dergisi, 47(4), 1292-1330. https://mulkiyedergi.info/wp-content/uploads/2023/10/5-O-E-Aslan.pdf