Cambridge Üniversite’sinde fizik profesörü Mete Atatüre’nin 2020 yılına girerken X’te yaptığı kısa ama anlamlı paylaşımı hatırladım:
“Dünya’nın Güneş etrafında dönmesinin başı sonu yok. Bugün biten yıl, yarın başlayan yıl yörüngede rastgele bir nokta. Eliptik yörüngede Güneş’e en yakın olduğumuz gün desek bile o 5 Ocak, o da her yıl değişir. Yani sevdiklerinizle beraber değilseniz bir anlamı yok. Mutlu yıllar!”
Bu paylaşımı yıllar sonra hatırlatan bir soru oldu. Daktilo1984’ün editörü Bahadır Çelebi’nin yönelttiği bir soru. 2025 yılının Ortadoğu bölgesi açısından en önemli olayı ne idi?
Atatüre’nin gözleriyle baktığımızda, haliyle bu sorunun cevabına başka bir soru ile başlamalı. 2025 yılını ne zaman başlatmalı ve ne zaman bitirmeliyiz? 31 Aralık 2024 günü olan bir olay, 2025 yılının en önemli olayı olamaz mı? 1 Ocak 2025’ten itibaren mi göz atmalıyız olaylara, gelişmelere?
Yüz sekiz yıl öncesine gidelim. Tam olarak 1917 yılının 25 Aralık’ına… O yılın en önemli olayı neydi? Mart ayında Çarlık rejiminin yıkılması mı, yoksa yedi ay sonra Bolşeviklerin iktidarı devralması mı? Yoksa yaklaşık üç buçuk yıl önce, 28 Haziran 1914 günü, Sırp milliyetçisi bir gencin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliaht prensini bir suikastla öldürmesi mi? 1917 yılının 25 Aralık günü halen daha dünyayı kasıp kavurmaya devam eden, canlar yakan, yuvalar dağıtan, saçlar ağırtan dünya savaşı o gün patlamasaydı, Mart devrimi, Ekim devrimi olur muydu?
Bazı olaylar vardır ki etkileri tek bir yıla sığmaz. Takvim yaprakları yırtılır, yıllar ilerler, hatta kuşaklar yenilenir; ama o olayın etkisi devam eder de eder. Tarih dediğimiz şey de aslında tarihin bazı kırılma anları ve o anların yarattığı süregiden sonuçlarının toplamıdır. 1914 yazında Saraybosna’da sıkılan kurşun gibi. O kurşun, zaten gergin olan bir kıtanın tüm fay hatlarını aynı anda harekete geçirdi. Ardından gelen dört yıl boyunca cepheler değişti, haritalar yeniden çizildi, milyonlarca insan öldü. Yol açtığı savaşın bitişi bile o kurşunun yarattığı dalgalanmaları bitiremedi.
Bu yazıda cevap aradığım soruya geri dönersek: 2025 yılının Ortadoğu açısından en önemli olayı neydi? Bila şek vela şüphe, Hamas’ın İsrail’e 7 Ekim 2023 günü düzenlediği saldırıydı. Oysa Ortadoğu o güne ne hülyalarla uyanmıştı!
Kurulduğu yıldan bu yana Ortadoğu’nun en can alıcı sorunlarından biri, hiç kuşkusuz İsrail’in işgali altındaki topraklarda Filistinlilere karşı yürüttüğü ayrımcı ve baskıcı politikalar oldu. Bu politikalar İsrail’in çevresindeki Arap devletleriyle ilişkilerini sürekli bir gerginliğe mahkûm etti. Öyle ki bu gerginlik üç, hatta dört kez sıcak savaşlar olarak da tezahür etti. Filistin sorunu ayrıca İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini dönem dönem; İran ile ilişkilerini ise 1979’dan itibaren temelden gerdi. Öyle ki İran’ın devrimden beri takip ettiği temel Ortadoğu politikası, İsrail’e karşı bir “direniş ekseni” inşası oldu.
7 Ekim 2023 sabahı ise sanki bu tarih hiç yaşanmamış, İsrail’in Filistinlilere yönelik politikası yumuşamış gibiydi. İran hariç bölge ülkeleri, İsrail’le normalleşme yolunda ciddi bir mesafe katetmişti.
Elbette “normalleşme” yeni başlamamıştı. Mısır 1979’da, Ürdün 1994’te İsrail’le barış anlaşmaları imzalamıştı. Resmi olarak tanımasalar da bazı Arap ülkeleri İsrail’le ilişkilerini kapalı kapılar ardında da olsa sürdürmüştü. Bugün Hamas’ın en büyük destekçilerinden biri olarak gösterilen Katar bile 1996’da İsrail’in Doha’da bir ticaret ofisi açmasına izin vermişti; bu ofis 2009’a kadar açık kaldı.
2020’ye gelindiğinde daha cesur adımlar geldi. İbrahim Anlaşmaları’yla Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn; ardından Fas ve Sudan, İsrail’le ilişkilerini normalleştirdi. Takip eden yıllarda Suudi Arabistan’ın da İsrail’le ilişkilerini normalleştireceği ihtimali yüksek sesle konuşulacaktı. Türkiye de bu dönemde, 2008’den itibaren gelgitlerle dolu ilişkilerini yeniden rayına koyma yönünde adımlar attı. 2022’nin Mart ayında İsrail Cumhurbaşkanı Türkiye’yi ziyaret etti. Aynı yılın yaz aylarında taraflar karşılıklı olarak büyükelçilerini yeniden gönderdi.
Bölge aslında İsrail’le yeni bir döneme giriyordu; Filistinlileri neredeyse tamamen unutarak, onları yokluğa mahkûm ederek. Bu süreçte onların fikirleri sorulmadı. Zaten cılız çıkan sesleri daha da kısıldı. Oysa Filistinlileri dikkatle dinleyen herkes, normalleşmenin “kendilerine rağmen” sürdüğünü düşündüklerini görebilirdi; bu yüzden de derin bir terk edilmişlik duygusuyla, öfke ve çaresizlik içinde çırpındıklarını fark edebilirdi.
İsrail’in saldırıya tepkisi sert oldu, cinnet derecesinde sert. Gazze’de tabir yerindeyse, gelen fotoğraf ve videolar gerçeği yansıtıyorsa, taş taş üzerinde bırakmadı; mahalle mahalle, bina bina yıktı. Yaşanan insan dramına gözlerini kapatarak, kulaklarını tıkayarak. İsrail’in öfkesinden hastaneler bile kaçamadı; ne yaşlılar, ne hamile kadınlar, ne çocuklar. Her yaş grubundan on binlerce Filistinli hayatını kaybetti, yüz binlercesi evinden yurdundan oldu.
İsrail’in öfkesi sadece Gazze’yle sınırlı kalmadı; Lübnan’da Hizbullah’a da yöneldi. Aylar süren saldırılarla İsrail örgütün altyapısını aşındırdı, haberleşme kapasitesini zayıflattı. Tel Aviv yönetimi düzenlediği nokta operasyonları ile komuta kademesini ve liderlik kadroların zayıflattı. Öyle ki örgütün lideri Hasan Nasrallah bile bu saldırılarda hayatını kaybetti.
İsrail’in gözünde Hamas ve Hizbullah kendi başlarına hareket eden aktörler değildi. İran’ın kendine karşı kuşandırdığı ve kışkırttığı vekillerdi. Nitekim İsrail’in İran’a da saldırısı gecikmedi. İsrail ilk önce İran’ın Suriye’deki Devrim Muhafızları mensuplarına saldırı düzenledi. 1 Nisan 2024 günü ise kritik bir eşiği aştı ve İran’ın Şam’daki diplomatik yerleşkesine saldırdı. Saldırıda üst düzey Devrim Muhafızları mensupları hayatını kaybetti. İran cevabını 13–14 Nisan 2024 gecesi verdi ve İsrail’e yüzlerce İHA ve füzeyle saldırdı. Ancak İran’ın saldırısı daha çok günü kurtarma operasyonuydu. Takip eden dönemde iki ülke arasındaki on yıllarca biriken gerilim devam etti ve 13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’daki hedeflere saldırmasıyla neticelendi. İran’ın İsrail’e saldırısı bu sefer daha da güçlü oldu ve 12 gün süren sıcak bir çatışmaya dönüştü.
13 Haziran 2025 günü İsrail’in İran’a düzenlediği ve tam bir savaş teknolojisi gösterisine dönüşen hava saldırısı 2025 yılının en önemli olayı mıydı? Ya da Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın aracılık ettiği, Gazze’de yürürlüğe giren ateşkes? Peki ya 8 Aralık 2024 günü 64 yıllık Esad aile iktidarının yıkılması ve Suriye’de yeni bir dönemin başlaması mı?
Hiçbiri değil. 2025 yılının en önemli olayı, 7 Ekim 2023 günü Hamas’ın İsrail’i cinnet haline sokan saldırısıydı. Aslında İsrail bu saldırıyı lehine çevirebilirdi. Normalleşme sürecine giren ülkelerle birlikte hareket ederek. Ancak İsrail başka bir yolu seçti. Bütün kazanımlarını yok edecek bir yolu. İsrail’in cinnet hali, devşirdiği savaş ve istihbarat gücü ve Amerika başta olmak üzere neredeyse bütün müttefiklerinin bu cinnet karşısında suskunlukları, hatta aktif destekleri bölge ülkelerinin güvenlik tehdit algılarını kökünden değiştirdi. İsrail’in Katar’ın başkenti Doha’da 9 Eylül 2025’te Hamas müzakere heyetine düzenlediği saldırı ise bölge ülkelerinin içten içe duydukları ve her geçen gün büyüttükleri İsrail endişesini teyit eden bir gelişme oldu, o kadar.
7 Ekim saldırısı bölgesel diplomasinin merkezinden sistematik biçimde dışarı itilen Filistin sorununu bir kez daha merkeze taşıdı. Bu Hamas’ın zaferiydi, ancak Gazze’deki Filistinlilere ağır bir bedel ödeterek kazandığı bir zafer.
Birol Başkan güncele ve güncel olmayana dair paylaşımlarını birolbaskan.substack.com adresinde yapmaktadır.

