Aşağıda imzası bulunan bizler bütün tarafların Trump Barış Anlaşması’na tarihi nitelikteki bağlılıklarını ve hayata geçirmelerini coşkuyla karşılıyoruz. Barış Anlaşması abartılı, daha çok ateşkes anlaşmasıydı. Bütün taraflardan kasıt Hamas ve İsrail olsa gerek. Hamas Trump’ın ateşkes planını kısıtlı kabul etmişti. Ancak bu halde bile İsrail saldırılarını durdurdu. Rehine/esirler karşılıklı olarak bırakıldı. İsrail Gazze’ye insani yardıma izin verdi. Bunlar elbette küçümsenemez, küçümsenmemeli. Ve bu hiç kuşkusuz Trump’ın başarısı. Ba’de harab’il Basra da olsa öyle. Ancak bir barış anlaşmasına tarihi nitelikte bir bağlılığın göstergesi olduğunu iddia için henüz çok erken. O anlaşma ki, iki yıldan fazla süren derin acı ve kayıpları sona erdirdi ve bölge için yeni bir dönemi başlattı; umut, güvenlik, barış ve refah ortak vizyonlu bir dönemi. Trump Ateşkes Anlaşması’nın Gazzelilere bir süre de olsa nefes aldıracağına şüphe yok. Ancak Filistinlilerin tamamı için umut, güvenlik, barış ve refah dolu yeni bir dönemi başlattığına inanmak çok zor. Bütün Ortadoğu için ise fazlasıyla iddialı.
Bizler, Başkan Trump’ın Gazze’deki savaşı bitirmek ve Ortadoğu’ya kalıcı barışı getirmek için gösterdiği samimi çabaları destekliyor ve arkasında duruyoruz. Bu anlaşmayı hep birlikte, Filistinliler ve İsrailliler de dahil, bütün bölge halkları için barış, güvenlik, istikrar ve fırsatlar yaratacak şekilde uygulayacağız. Tam olarak neler yapılacak mesela? Dört ülke arasında nasıl bir iş bölümü yapılacak? Amerika neler yapacak? Türkiye neler? Mısır neler? Katar neler? Saymamak en iyisiydi galiba.
Biz kalıcı barışın hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin temel insan haklarının korunması, güvenliklerinin garanti altına alınması ve onurlarının korunmasıyla mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Herhalde dört ülkenin Orta Doğu’ya yönelik ortak vizyonlarının ilk temel prensibi bu… Keşke kastedilen temel insan haklarının neler olduğu sayılsa idi. Fikir ve ifade özgürlüğü dahil mi mesela? Barış içinde toplanma ve örgütlenme hakkı? Ve bu temel hakları etkin bir şekilde koruyacak yargı bağımsızlığı? Hukukun üstünlüğü? World Justice Project (WJP)’ın her yıl hazırladığı bir endeks var. Hukukun üstünlüğü endeksi. 142 ülke arasında Amerika 26., Türkiye 117., Mısır 136. sırada. Katar 142 ülke arasında yok. Endeksin bir alt maddesi temel haklar. Bu alt maddede Amerika 38., Türkiye 133., Mısır 140. sırada. Kelin ilacı olsa ilk önce kendi kafasına sürermiş misali.
Biz anlamlı bir ilerlemenin ancak işbirliği ve sürekli diyalogla mümkün olduğunu; uluslar ve halklar arasındaki bağların güçlendirilmesinin bölgesel ve küresel barış ve istikrara hizmet ettiğini teyit ediyoruz. Sorunun tarifi bu, çözümü değil. İşbirliğini artıralım? Peki artıralım! Sürekli diyalog olsun. Peki olsun! Uluslar ve halklar arasındaki bağlar güçlendirilsin. Peki güçlendirilsin! Ama nasıl?
Bölgenin, Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik gibi inanç toplulukları açısından taşıdığı tarihî ve manevi önemi kabul ediyoruz. Bu kutsal bağlara duyulan saygı ve onların miras alanlarının korunması, barış içinde bir arada yaşama taahhüdümüzün temelinde yer almaya devam edecektir. Kasıt sadece Kudüs mü? Öyle ise sorun sadece İsrail değil mi? Trump neye imza attığının farkında mı? ABD büyükelçiliğini Kudüs’e başkası mı taşıdı?
Aşırılığın ve radikalleşmenin her biçimiyle mücadele etme kararlılığımızda birlikte hareket ediyoruz. Şiddet ve ırkçılığın normalleştiği veya radikal ideolojilerin toplumsal yaşamın dokusunu tehdit ettiği bir toplum gelişemez. Aşırılığı mümkün kılan koşulları ortadan kaldırmayı, eğitim, fırsat eşitliği ve karşılıklı saygıyı kalıcı barışın temelleri olarak güçlendirmeyi taahhüt ediyoruz. Aşırılık ve radikalleşme ile kastedilen taraf kim veya kimler? Hamas mı? Öyle ise, Hamas’ın aşırılığının ve radikalleşmesinin sebebi, sebepleri neler? O koşulları ortadan kaldırmak? Gazze ablukasının tamamen kaldırılması ile başlanmalı.
Gelecekteki anlaşmazlıkların güç kullanımı veya uzun süreli çatışmalar yerine diplomatik temas ve müzakereler yoluyla çözülmesini taahhüt ediyoruz. Körfez’in beş yıldızlı otelleri bunun için var. Ortadoğu’nun, uzayan savaşlar, tıkanan müzakereler ve kısmi ya da seçici biçimde uygulanan anlaşmalar döngüsüne daha fazla dayanamayacağını kabul ediyoruz. Son iki yılda tanık olunan trajediler, gelecek nesillerin geçmişin başarısızlıklarından daha iyisini hak ettiğini bize hatırlatmaktadır. Şimdiki nesiller de daha iyisini hak ediyor, hak ediyordu. Daha önceki ülke liderleri bunu göremediler mi acaba.
Herkes için hoşgörü, onur ve eşit fırsat arayışındayız. Irk, din veya etnik köken fark etmeksizin, herkesin barış, güvenlik ve ekonomik refah içinde kendi hedeflerini gerçekleştirebileceği bir bölge oluşturmayı amaçlıyoruz. Yüklen beyaz adamın yükünü, gönder beslediğin en iyilerini, gönder oğullarını sürgüne, hizmet etmek için mahkumlarına.
Karşılıklı saygı ve ortak kader ilkelerine dayalı kapsamlı bir barış, güvenlik ve refah vizyonunu benimsiyoruz. Tekrara düşülmüş sanki.
Bu ruhla, Gazze Şeridi’nde kapsamlı ve kalıcı barış düzenlemelerinin tesis edilmesinde kaydedilen ilerlemeyi, ayrıca İsrail ile bölgesel komşuları arasındaki dostane ve karşılıklı yarara dayalı ilişkileri memnuniyetle karşılıyoruz. Bunu İsrail’in de memnuniyetle karşılaması lazım. Aslında 7 Ekim öncesi gidişat iyiydi. 7 Ekim bir milat. Ortadoğu’yu darmaduman eden gün. Bu mirası sürdürmek ve gelecekteki nesillerin barış içinde birlikte gelişebileceği kurumsal temelleri inşa etmek için birlikte çalışmayı taahhüt ediyoruz. Şu mektepler, şu öğrenciler, şu öğretmenler olmasaydı, maarif ne güzel idare edilirdi.
Kendimizi kalıcı bir barışın geleceğine adıyoruz. Bu dünya iyi kalpliler için cehennem!
. . .
İngilizcede bir kelime var: “performative.” Türkçeye “edimsel” olarak çeviriyorlar. Nişanyan Sözlük’e göre “etmek” fiilinden türetilmiş. Kelimenin üç kullanımı var. Birincisi. Bir cümlenin/ifadenin performative olması demek, o cümlenin/ifadenin sarf edilmesinin aynı zamanda bir eylemin gerçekleştirilmesi demek. Seni seviyorum cümlesi gibi. Salt bir durumun tasviri değil, aynı zamanda sevmek eyleminin gerçekleştirilmesi. İkincisi. Bir eylemin performative olması demek, o eylemin aynı zamanda bir kimliği, bir aidiyeti, inşa edici olması demek. Kadın veya erkek gibi davranmanın kadınlığı ve erkekliği inşa etmesi gibi. Üçüncüsü bir eylemin performative olması demek, o eylemin tiyatral olması demek, gösteri amaçlı, ve eylemi yapanın da, o eyleme şahit ve muhatap olanların da eylemin tiyatrallığının gayet farkında olması demek.
Mısır’ın tatil beldesi Şarm el-Şeyh’te 13 Ekim 2025 günü otuz küsür ülkenin devlet başkanı (veya temsilcilerinin) katıldığı kritik bir zirve bu üçüncü anlamda performative’di. Zirve, Başkan Trump’ın aracılık ettiği İsrail ve Hamas arasında varılan ateşkesi kalıcı kılmayı ve bölgede istikrarı yeniden tesis etmeyi hedefliyordu. Toplantıda kimler yoktu ki! Amerika, Azerbaycan, Endonezya, Filistin, Fransa, Kıbrıs, Mısır, Paraguay ve Türkiye cumhur/devlet başkanları, Bahreyn ve Ürdün kralları, Katar emiri, Almanya, Ermenistan, Hollanda, İngiltere, Irak, İspanya, İtalya, Kanada, Kuveyt, Macaristan, Norveç, ve Pakistan başbakanları, Birleşik Arap Emirlikleri devlet başkan yardımcısı, Hindistan, Suudi Arabistan ve Umman dış işleri bakanları, Japonya büyükelçisi, Arap Ligi genel sekreteri, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Avrupa Konseyi Başkanı, FIFA Başkanı… Evet FIFA Başkanı?
Ancak ateşkesin tarafları zirvede yoktu. Ne İsrail? Ne Hamas? Fransa ve İngiltere vardı, ama Çin ve Rusya yoktu. Endonezya vardı, hatta Paraguay. Ama İran yoktu. Endonezya cumhurbaşkanı, Kanada başbakanı vardı. Suudi Arabistan’ın gölge kralı/veliaht prensi, Birleşik Arap Emirliklerinin devlet başkanı yoktu. Zirveden gaye neydi? Ateşkesi kalıcı kılmak, barışı tesis etmek! Samimi olmamaları için bir sebep yok. Realiteye bu satırların yazarından da, okuyucusundan da daha fazla vakıf olmama ihtimalleri de. Öyleyse ne içindi bu oynanan tiyatro? Bir Mısırlı’nın paylaşımı fazlasıyla açıktı. “Entehebnahu yahkum masr fahakame’l-alam.” Yani “biz onu Mısır’a hükmetsin diye seçtik, o gitti dünyaya hükmetti.”
Cem Karaca’nın o efsane şiir/şarkısını anımsattı:
“İnsanlar gülüyordu de,
Trende, vapurda, otobüste,
Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle.”