Etrafımdaki insanlardan kiminle konuştuysam Devlet Bahçeli hakkında iki şeyi anlayamadıklarından yakınıyorlar. Birincisi 7 Haziran 2015 tarihindeki seçim AKP’nin yenilgisiyle sonuçlanmışken ve muhalefetin eline iktidar olma şansı geçmişken, neden Bahçeli saf değiştirip AKP’nin yanında Kasım ayında yeniden seçim yapılmasını istedi ve o zamana kadar Tayyip Bey’e söylediği bütün sözlerini yuttu? Acaba bir tüyo mu aldı?
İkincisi ise ortada fol yok yumurta yokken neden Bahçeli çıkıp yeni bir süreçte Öcalan muhatap alınmalı dedi? Hatta milletvekilleri İmralı’ya gitmezse ben birkaç arkadaşı alır giderim dedi?
MHP’li seçmen, ikinci konuda partinin hiyerarşik yapısının kendilerine izdüşümünden hareketle “biz bilmiyoruz ama Devlet Bahçeli mutlaka bir şey biliyordur” deme temayülünde!
Ne yapılmak istendiğini, neden yapıldığını, bu yapılmak istenen şeyin bir önceki süreç gibi başarısızlığa uğramaması için her veçhesine dikkatle bakılıp bakılmadığını merak eden bizlerse, bölük pörçük bilgi kırıntılarından hareketle mantıklı bir çerçeve kurmaya çalışıyoruz.
Zira biliyoruz ki, başarı ancak, aynı hata ikinci defa tekrarlanmadığında yakalanabilir. Aynı girdiyi, yani Öcalan’ı kullanarak sürdürülen bir süreç felaketle sonuçlanmıştı. Aynı girdiyle ne değişti de bu defa başarılı olunacak? İşte halkımızın iktidar ortaklarından duymak istediği bu!
Malum, ülke ekonomisi iyi gitmediği için bir grup eğitimsiz, işsiz veya düşük gelirli ve umutsuz insanımız, kendisine yardım etmeyi vadedenlerin taleplerini karşılamaya hazır hale geldi ise, bu durum neredeyse dibe vurmuş o kitlenin radikal yolları denemekten çekinmeyeceği bir ortamın varlığına işaret eder. Bu grup eğer etnik bir grupsa kendi içindeki radikallerin manipülasyonlarına ve milliyetçi yön göstermelerine çok fazla açık hale gelir. Bu grup dinci ise bu kez cemaat ve tarikatların manipülasyonlarına açıktır. Bugün bu manipülasyon ve algı operasyonlarının gelişmiş teknoloji sayesinde oldukça ucuz bir şekilde özellikle sosyal medyada geniş biçimde devreye sokulduğunu görüyoruz. Sosyal medya üzerinden bir terör örgütü ile temasa geçebilirsiniz, terör eğitimi alabilirsiniz hatta nasıl bomba yapılabileceğini de öğrenebilirsiniz. Hele elinizde para varsa, PKK gibi uyuşturucu ticareti ve kara para aklama enstrümanlarını devreye soktuysanız yapay zeka teknolojisi ile botları, bir diğer deyişle trolleri de çok geniş biçimde propaganda vasıtası yapabilecek ve DEM üzerinden de kullanabilecek güce ulaşabilirsiniz demektir.
İktidardaki ittifak, üstün ileri görüşlülükle ekonomik sorunların üstesinden gelmek, bunun için demokratik hamleler yapmak yerine yine büyük bir ileri görüşlülükle Kürt halkını temsil ettiğine kendi başına karar verdiği, 25 yıldır hapisteki “kendinden menkul felozof” PKK’nın lideri ile bütün bu sorunları çözebileceğine mi karar verdi acaba, diye düşünmek mümkün. Ancak Bahçeli’nin böyle bir sonuca varabilmesi için kendisini dürten bir şeyler olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu iş, 2015’teki, “ben söylediklerimi yutup AKP’nin yanında olursam benim örgütüme çok imkan sağlanacak, o zaman yeni bir seçime gidip altımı sağlamlaştırayım” kararından çok daha çetrefil bir iş. Onun için bu işi iyi bildiğini varsaydığı yerli veya yabancı birilerinden önemli bir tüyo almış olabilir. Olabilir de ne yapacağını bilmediğinden Türk milletini, “Bahçeli ne yaparsa bir bildiği vardır” diyerek koyun gibi takip eden MHP’lilerle karıştırdı galiba. Bu defa kafasını taşa vurabilir.
Bu kısa açılışla şimdiki teknoloji çağında insanımızın “terörsüz Türkiye” denildiğinde içinde bulunduğu yeni ortama giriş yapayım istedim. Mesele sadece sosyal medya veya yapay zeka tabii ki değil. Ahlaki çöküntü toplumun özellikle siyasi kanadının içine işlemiş. Terörist ise suç dünyasında zaten yalanı, dolanı, aldatmacayı, pusu kurmayı, sözünden dönmeyi hayatının ayrılmaz bir parçası haline getirmiş. Geçim kaynağını ise her türlü kaçakçılık, mafyalaşma ve organize suçlara oturtmuş. Dolayısıyla onun normalinde amacına ulaşmak için korkutma, tehdit etme, öldürme hepsi mevcut. Bunu bir etnik gruba “sürekli mağduriyet yaşamış olduğu”na dair bir paket içerisinde sunduğunuzda her şeyin mubah olduğu, ahlaktan yoksun insanların isteyerek veya devşirilerek dahil oldukları suç yüklü sefil bir hayat kulvarı ortaya çıkıyor. Dağdakiler için ailelerinden koparılmış, dünyadan bihaber, eylemler için gerektiğinde uyuşturulmuş zombilerden kurulu bu yaşam; şehirdekiler için, her an yakalanıp içeri tıkılabilecekleri, sürekli ateş üstünde başkalarının hayatlarını karartmak üzerine kurulmuş bir başka mafyatik suç yüklü iğrenç bir yaşama dönüşüyor. Şüphesiz bu zombilerin “kahramanlık masalları” ile kafalarının yıkanması için önlerine “İmralı felozofu” tarafından “demokratik şu demokratik bu” safsatası ezberlettiriliyor. İşte bugün DEM’in içini dolduran da maalesef beyinlerini Öcalan veya Kandil’dekilere satmış olan bir PKK güruhu.
Bu sıralar, yani Meclis Komisyonu kurulduktan sonra PKK, “kahraman gerilla savaşçıları” zaviyesinden yeniden tanımlanmaya uğraşıldığından, PKK’lıları oldukları gibi göstermeyi uygun buldum. Yani silahları bıraktık derler yakma tiyatrosu düzenlerler. Ardından bir bakarsınız silahlarımızı aldık Türkiye’den çıkıyoruz derler. Kandil’e gidiyorlarsa daha çok İran’a yaslanırlar, Suriye’ye gidiyorlarsa ABD ve İsrail’e. Bunların ipiyle kuyuya inilmez. Ne Türkler inebilir ne Kürtler. Onun için PKK’nın bu özellikleri ile Kürtlerin de başına bela olduklarını hiç unutmamamız gerekiyor. Kürtleri temsil ettiklerini düşünenlere ise üzülüyorum. Tabii bunların içinde maalesef kandırıldıklarını bilen ama ne yazık ki saf değiştirebilme olanakları olmayan bir kesimin olduğunu da teslim etmek gerekiyor.
Şimdi bu terör örgütünü kullananların hedeflerine bir bakalım. Doğumuzdan başlayacak olursak bizim NATO üyesi olmamız, ABD ve Batı ile yakın ilişkiler içinde bulunmamız İran için sürekli bir endişe kaynağı olmuş. Laik olduğunuzda da sünni olduğunuzda da onun bakımından makbul değilsiniz. Dolayısıyla PKK, İran için her zaman Türkiye’ye karşı kullanımlı bir araç konumunu korumuş. Irak’ta Kandil dağı PKK’yı İran’la sınırdaş yapıyor. PKK’nın lojistik ihtiyacının karşılandığı önemli bir sınır. Silah ve mühimmat İran ve Rusya’dan geliyorsa şüphesiz önemli bir kapı. ABD, İsrail ve Batı’dan geliyorsa lojistik yolları muhtelif. Yeri geldiğinde PKK, İran tarafından Türkiye ve ABD’ye karşı, yeri geldiğinde ABD tarafından İran’a karşı kullanılıyor.
Bugün ABD tarafından YPG’nin SPG içinde bu kadar önem atfedilen konumu, İran’ın Suriye’de nüfuzunu uzun vadede engellemeyi öngören stratejinin önemli bir ayağı. SDG mevcut aşamada Türkiye’ye karşı terörist eylemlerde bulunsun diye ABD tarafından desteklenen bir oluşum değil. İleride Türkiye, ABD ve İsrail’in bölgedeki güvenliğini Batı yerine Doğu’ya yönelerek tehlikeye atarsa, o zaman iç karışıklık yaratmada kullanılabilecek bir aygıt olduğu ise şüphe götürmeyecek bir olasılık. Bu büyük ölçüde bizim stratejik tercihlerimize göre şekillenecek.
Rusya bakımından ise PKK, ABD’nin bölgede Rusya’nın çıkarlarına zarar verme aşamasına gelmesini engelleme yönünde İran ve onun bölgedeki vekillerinin yanında zaman zaman kullandıkları bir vasıta. Yani para ve silahlar nereden geliyorsa o tarafa döndüğü bilinen oynak bir araç.
Batımıza döndüğümüzde sabah akşam Türkiye ile yatıp Türkiye ile kalkan politik psikoloji bakımından incelenip komplekslerine çare bulunması gereken bir “dost” komşumuz var. Öcalan 1999’da yakalanmadan evvel Yunanistan Büyükelçiliğinde de ağırlanmıştı malumunuz. AB’nin şımarık çocuğu eline geçen her fırsatta ülkemize bir çelme takmaktan hiç geri durmuyor. İleride de ister PKK ister başka isim altında olsun etnik veya dinci her örgüte Türkiye’ye karşı destek vermeye teşne olduğu bir gerçek.
Bugünün kaotik fırsatlar dünyasında Mısır, İsrail ve Suriye ile birlikte Doğu Akdeniz’de doğalgaz işine girmeye kalkınca bizimle yine uğraşmaya çalışan, öte yandan Suriye ile bizim ilişkilerimizin iyi gittiği andan itibaren uykuları kaçan komşumuz. Suriye ve Lübnan söz konusu olduğunda bize karşı Fransa ve İngiltere’yi de yanına çekmeye çalışan “dostumuz” Yunanistan.
İsrail bakımından PKK veya YPG, Suriye’de Kürtlerin daha yoğun olduğu bölgelerdeki mevcut hegemonyaları nedeniyle, kendi küçüklüğüne eklemlendiğinde biraz daha palazlanacağını bildiği ve iş İran ile savaş noktasına varırsa önce kendisi yerine Kürtlerin ölmesini yeğlediği bir paratoner. Ortadoğu’da işler biraz normalleşmeden kendisinden normalleşme ve demokrasi beklenemeyecek ultra Ortodoks bir devlet.
Şimdi bir de Irak ve Suriye’deki Kürtlerin kendilerine bakalım ve PKK, YPG filan derken Kürt halkını es geçmeyelim.
Irak’ta 2007’den itibaren uyguladığımız ve ABD ile de eşgüdüm halinde yürüttüğümüz politika, ülkemizin Irak’ın bütününün yanı sıra kuzeyde yer alan Kürt Bölgesel Yönetimi ile de ilişkilerimizi ekonomik sosyal ve siyasi anlamda ciddi biçimde geliştirdi. Bu dönemde bölgesel yönetimin Mesut Barzani’nin başkanlığı altındaki KDP ayağı ile sağlam ilişkiler kuruldu. Bu ilişki KDP’nin PKK ile mücadelede bize yakın durmasına olanak sağladı. Nitekim Erbil ile ekonomik ilişkilerin çok gelişmesi ile birlikte Erbil ve çevresinden PKK’ya katılmak için Kandil’e çıkışlarda çok ciddi düşüşler sağlandı. İşin gerçeği PKK Irak’ta hâlâ bir parti konumunda olduğundan ve Talabani’nin KYB’si ile ilişkili olduğundan ve hem PKK hem KYB İran’ın etkisi altında bulunduğundan, KYB ile ilişkileri istediğimiz seviyeye getiremedik. Bunda KDP-KYB rekabetinin ve İran ile KYB’nin tarihe dayanan yakınlığının da büyük etkisi vardı.
Bugün eğer PKK’lılar kuzey Suriye’de YPG saflarına geçtilerse -ki büyük ölçüde öyle olduğunu biliyoruz- o zaman Kürt Bölgesel Yönetiminin Süleymaniye tarafındaki Kürtlerle de daha iyi ilişkiler kurma imkanımız İran’a rağmen doğar. Çünkü ekonomi ve teknoloji bakımından İran’dan çok ilerde olmamız Kürdistan Bölgesel Yönetiminin güney bölgesi için de bizi cazibe merkezi haline getiriyor. Böylece Irak’ta daha geniş bir destek ile karşılanmamız da mümkün olur.
Gelelim Suriye’ye. Biz çevremizde Kürtlerle ilgili her gelişmeyi, içimizdeki bazı çevrelerin söylemi doğrultusunda Türkiye’ye karşı terörist eylemlerde bulunmak üzere hazırlık yapıldığı perspektifinden görme temayülündeyiz. En iyi bildiğimiz şey de savaşmak olduğu için her tehlikeyi savaşarak berhava etmek bu söylediğim çevreye en kolay gelen yol. Oysa konuya PKK’yı bir kenara bırakıp Kürtlerin kendi iyiliği zaviyesinden baktığımızda, ki bu büyük Türk milleti olmanın getirdiği bir vazife, o zaman Suriye’deki Kürtlerle de daha önce Mesut Barzani ile vardığımız gibi bir anlayış birliğine varabileceğimize inanıyorum. Bunu Türklerle Kürtlerin iyiliği için yaparsak, Irak’taki gibi bir dostluk köprüsünü Suriye’de kurmaya çalışırsak, bölgenin istikrarı için iyi bir zemin hazırlamış oluruz. Dolayısıyla Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Kürtler Türkiye’nin desteği ile neler kazanabileceklerini görürler. Zaman içinde başka güçlerin onları bize karşı bir şekilde kullanma ihtimali de ciddi biçimde ortadan kalkar.
Dünyanın içinde bulunduğu geçiş döneminin karmaşıklığına ve yerdeki gelişmelere kısaca baktığımızda, PKK YPG veya Pjak’ın kendi hedeflerini, bu örgütleri kendi çıkarları uğruna kullanmayı adet edinmiş ülkelerin stratejik amaçlarını kısaca gözden geçirdiğimizde, Devlet Bahçeli’nin “PKK’nın kurucu önderini muhatap alarak” neyi çözeceğini hâlâ anlamadıysanız, sizin IQ’nuz ülke genelinde 89 olduğu söylenen IQ seviyesinin maalesef bayağı üzerinde olduğu içindir!
Bırakın, kendinizi üzmeyin. Yüksek IQ bizim ülkede stres ve depresyon kaynağı. İktidar ne yapacağını söylerse söylesin SDG bir şekilde Şam’a entegre olacak ve SDG’nin dolayısıyla YPG’nin bir bölümü Kuzeydoğu Suriye’de kalacak. Bizimkiler ABD ile de eşgüdüm içinde bazı harekatlarda bulunurlarsa bu YPG’yi yok etmek için değil, Şam Hükümet güçlerine entegre olması yolunda o örgüte baskı kurmak için olacak.
Irak’taki Kürtler Saddam’dan sonra hürriyeti tattılar ama zengin ile fakir halk arasındaki uçurumdan mağdur durumdalar. Irak’ın merkezi hükümeti ile sorunlarını hâlâ çözebilmiş değiller. Kürt halkına eşitlik ve sosyal adaleti getirmeleri için daha kırk fırın ekmek yemeleri gerekiyor. Suriye’deki Kürtler de kendileri için ehven-i şer olan böyle bir yaşama geçmeyi istiyorlar. Kürtlerin PKK’lı idarecilerinin kendileri için statü diye istedikleri şey kendi otoriter yönetimleri altında hem Kürtleri hem de o bölgede içlerinde kalmış olan Arapları kendilerinin sömürmesi. Bakmayın siz Öcalan’ın demokratik bilmem ne dediği safsatalara. Onları Kürtlerin kendileri de anlamıyor.
Suriye’de önemli olan Şara’nın öteden beri liderliğini yaptığı radikal dinci örgütleri zapt-u rapt altına alıp Alevilerin, Dürzilerin ve Kürtlerin dincilerin baskısı altında olmadan kendi kültürlerini yaşama arzularını gerçekleştirmelerini sağlayacak güveni verebilmesi.
Bir an önce Kürtlere dünyadaki hiçbir milletin onlara Türkler kadar insanca ve dostça bakmadığını, demokrasi içinde eşit şekilde yaşayabilecekleri tek ülkenin Türkiye olduğunu, bir tek Türkiye’de Anadolu’nun tarihinden miras kalan bir çoğulculuk anlayışının bütün kutuplaştırma çabalarına rağmen hâlâ var olduğunu her vesile ile anlatalım. Çevremizde Kürtlere karşı bir güvenlik koridoru yerine dostluk koridoru kurmaya bakalım.
PKK ülkemizde Kürtlere karşı baskı uygulamaya kalkıştığında Kürtleri biz kollayalım. Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlamalarının Türkiye’de Kürtlerin eşit vatandaş statüsü kazanmalarının en önemli göstergesi olacağını anlamalarını sağlayalım. Kürtlerin iktidarın seçimlerde oyuncağı olma tuzağından kurtulmalarına yardımcı olalım. Bizler de dünyanın bu karmaşasında aldatmaca silah bırakmaların aldatmaca çözüm süreçlerinin sadece siyasilerin kurgularından ibaret olduğunu anlayalım.
Bölgemizde barış hakim oluncaya kadar çeşitli isimler altında ortaya çıkabilecek etnik veya dinci terör örgütleriyle savaşmayı hiçbir zaman bırakmayacağımızı da cümle aleme duyuralım.
Neymiş: İmralı felozofu muhatap alınarak terör meselesi çözülmezmiş! İşin düğümü SDG’deymiş!

