İngiltere: 1 milyon civarı asker ölü, 1.6 milyon civarı asker yaralı.
Fransa: 1.4 milyon civari asker ölü, 4.2 milyon civarı asker yaralı.
Rusya: 1.7 milyon civarı asker ölü, 5 milyon civarı asker yaralı.
Almanya: 2.1 milyon civarı asker ölü, 4.2 milyon civarı asker yaralı.
Avusturya-Macaristan: 1.3 milyon civarı asker ölü, 3.6 milyon civarı asker yaralı.
İtalya: 700 bin civarı asker ölü, 950 bin civarı asker yaralı.
Osmanlı: 500 bin civarı asker ölü, 700 bin civarı asker yaralı.
Toplam da 8.5-10 milyon arası askeri ölü, 21 milyon civarı asker yaralı.
Birinci Cihan Harbi. İnsan eli gelen insani felaket. Erich Maria Remarque’ın Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’u bu felakete canlı şahitlik. Bizde ise Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine’si.
“Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.”
Akıl çağının tarihte benzeri görülmemiş bir akılsızlığı netice vermesi ise tarihin en çarpıcı ironisi. O çağ ki, F. Engels’den ilhamla, akıl dışında hiç bir dış otorite tanımıyan adamların çağıydı. Din, doğabilim, toplum, siyasî kurumlar, her şeyi ama her şeyi akıl mahkemesinde yargılayan, en amansız eleştiriden geçiren adamların çağı. Bütün toplum ve yönetim biçimlerini, bütün eski geleneksel kavramları, akla-aykırı bulunup hurdalığa atan adamların çağı.
Ne yapılsa da bir benzeri yaşanmasa! İnsanlığın önündeki soru. Cevap Milletler Ligi. Sonuç Daha büyük bir felaket. İkinci Cihan Harbi.
İngiltere: 400 bin civarı asker ölü, 500 bin civarı asker yaralı.
Fransa: 220 bin civarı asker ölü, 400 bin civarı asker yaralı.
Sovyetler Birliği: 10 milyon civarı asker ölü, 16 milyon civarı asker yaralı.
Almanya: 5.4 milyon civarı asker ölü, 6.8 milyon civarı asker yaralı.
ABD: 400 bin civarı asker ölü, 700 bin civarı asker yaralı.
İtalya: 400 bin civarı asker ölü, 700 bin civarı asker yaralı.
Japonya: 2.2 milyon civarı asker ölü, 3 milyon civarı asker yaralı.
Çin: 3.5 milyon civarı askeri ölü, 5.5 milyon civarı asker yaralı.
Toplamda 21-25 milyon civarı askeri ölü, 29-35 milyon civarı askeri yaralı.
Ne yapılsa da bir benzeri yaşanmasa! Bir kez daha insanlığın önündeki temel soru. Cevap Birleşmiş Milletler (BM). Netice? Üçüncü Cihan Harbinin engellenmesi. En azından şimdilik. Bu küçümsenecek bir başarı değil. Zira engellenen, muhtemelen insanlık tarihinin görüp görebileceği en büyük felaket olacaktı. Nükleer silahların da devreye girebileceği kıyamet-vari bir savaş. Berisi; engellenemeyen devletler arası savaşlar, katliamlar, iç çatışmalar. Hem de insani maliyetin hiç az olmadığı türlü türlü felaketler.
Sorun ne? Sorun dünyanın beş etmemesi. BM’nin etkinliği güvenlik konseyinin daimi üyesi beş ülkenin bir sorunun çözümü üzerinde anlaşmasına bağlı. Aslında beş ülkenin üzerinde anlaşabildiği sorun yok değil. Bugüne kadar BM Güvenlik Konseyi 2792 kez karar almış. Bu anlaşabildiklerinin göstergesi. Ancak üzerinde anlaşabildikleri sorunlar ne tür sorunlar? Bu konuda bir çalışma var mı? Emin değilim. Mesela son karar Kuveyt ve Irak’la arasında taa işgal döneminden kalma bazı sorunların çözümüne dair. Elbette işgalden etkilenenler için önemli bir konu. Ancak beş üyeyi pek de derinden alakadar eder bir sorun olmasa gerek. Nitekim konu ile alakalı daha önce de kararlar almışlar, ancak takibinde gevşek davranmışlar.
Bu açıdan bakıldığında sorulması gerek. Üçüncü bir cihan harbinin patlamaması cidden BM’in başarısı mı? Pek değil gibi. Zira dünya savaşı demek zaten o beş ülkenin savaşması demek. O beş ülkeden birinin diğerine savaş açması demek bunu kimsenin durduramaması demek. Bu şüphecilik bir tarafa. BM tamamen yersiz bir kurum değil. Kurumlar elbette bir işe yarar. Siyaset Bilimi’nin alt disiplini Uluslararası İlişkiler’in neoliberalizm namlı yaklaşımı 30 küsür yılını bu konuya adamış. Boşa olmasa gerek. Koca bir alt disiplin. Anlı şanlı isimler. Prestijli dergiler. İşbirliğini kolaylaştırma, belirsizliği azaltma, maliyetleri düşürme, karşılıklı taahhütlerin gözetimi, değerler üretme ve bu değerleri yayma, anlaşmazlıkların çözümü için zemin olma ve saire. Kısaca, kurumların uluslararası sistemin anarşik halinin devletler arası işbirliğini etkileyebilecek negatifliklerini yumuşattığı iddiası, inancı… İnsan yeter ki görmek istesin. Daha bir çok hikmet bulunabilir. BM’in aslında o kadar da gereksiz bir kurum olmadığına dair. İki hikmet de benden.
İlk olarak. Bir düşünün. 193 kişilik özel bir kulüpten bahsediyoruz. Ünvanları farklı olabilir: cumhurbaşkanı, başbakan, kral, emir… ama üyeleri özünde aynı kategoride: her biri kendi ülkesinin, toplu olarak da bütün dünyanın kaderiyle oynayan insanlar. Ve hepsi yalnızlıktan muzdarip. Milyonların arasında ve önünde olmalarına karşın yalnızlıktan.
Şaka yaptı diyelim, herkes kahkaha atıyor. Gerçekten komik mi? O gülüşler, kahkahalar ne kadar samimi? Yoksa reis kendini iyi hissetsin’in gereği mi? Birisi onlara sevgi gösterdi. Bu sevgi ne kadar içten? Yoksa tamamen çıkar hesaplı mı? Boş muhabbet bile imkânsız, çünkü onların dünyasında her kelime, her gülümseme mutlaka bir işe yaramak zorunda. BM’in işlevi bu anormal yaşamların bir iki günlüğüne de olsa New York sahnesinde tekrarı gibi gözüküyor.
Ancak realite hiç de öyle değil. BM dünyanın en prestijli klübünün üyelerine anormal yaşam alanları dışına çıkıp normalleşme, sosyalleşme fırsatını sunuyor. Gerçek anlamda akranları ile. BM binası ve civarındaki oteller aslında devlet başkanları için bir nevi rehabilitasyon merkezleri. Yılda bir defa, dünyanın dört bir yanından gelen bu yalnız ruhlar birkaç günlüğüne de olsa normal insanlar gibi yaşıyor. Koyu renkli takım elbiseler, ciddi simalar aslında tiyatronun parçası. Asıl olan kendi akranları ile takılmak. Şakalar yapılıyor, küçük sırlar paylaşmak. “Benim oğlan şöyle yaptı, kızım böyle” muhabbetleri döndürmek. Kim bilir, belki de flörtleşmek.
Tabii bunlar televizyonlara yansımıyor. Yansıyamaz. Dünyanın en sıkı korunan kişilerinden bahsediyoruz. Biz sadece yansıyan bir iki sahneye bakarak tahminde bulunabiliyoruz. Görünen o ki, BM toplantılarında klüp üyeleri birkaç günlüğüne de kendilerine çizilen o sıkıcı ve ciddi rolün dışına çıkıyorlar. Mesela yolların kapanması yüzünden beklemek zorunda kalıyorlar. Macron’un Trump’ın konvoyu yüzünden kapatılan yolda sıkışıp kalmasını hatırlayın. Trump’ı telefonla ararken nasıl da mutlu! Erdoğan’ın Macron’la alakalı yaptığı espiriyi hatırlayın. ‘Demek iyi olduğu da oluyormuş.’ Sanki içinde bastırdığı o muzip karakter bir fırsat yakalamış da dışarı fırlayıvermiş.
Dolayısıyla BM toplantılarında bizim sandığımız gibi bir tiyatro oynanmıyor. BM toplantıları dünyanın kaderini çizenlere bir kaç günlüğüne nefes alma fırsatı sunuyor. Birkaç günlüğüne akranları ile kaynaşıp sosyalleşme fırsatı veriyor. Farkında mısınız bilmem ama bu terapinin bize de faydası dokunuyor. Zira içten bir kahkaha atmış, birkaç günlüğüne normal bir insan olmayı hatırlamış bir lider, ülkesine döndüğünde —sınırlı ve geçici olsa bile— ona göre davranıyor.
İkinci olarak, yine aynı 193 kişilik kulüp ve onların bakanları. Tabii her bakan değil, yalnızca “gezginci” olanlar. Sürekli havalimanlarında, sürekli uçaklarda, sürekli “çok önemli” toplantılara gidenler. Devlet işleri öyle icap ediyor çünkü: İşte bu konuda da BM gerekli. Yılda bir kere yapılan toplantıda, aslında devlet başkanlarının ve bakanların aylarca sürecek diplomasi turları bir iki günde toptan yapılabiliyor. Normalde, diyelim yirmi farklı ülkeye gidilerek, ayrı ayrı konvoylarla, ayrı ayrı protokollerle yapılacak görüşmeler, BM’nin iki gününde aradan çıkarılıyor. Üstelik sadece ikili görüşmeler değil. Çoklu görüşmeler yapmak için de fırsat. Trump’ın İslam ülkeleri liderleriyle yaptığı toplantı mesela. Benzer bir çoklu zirvenin nasıl bir çaba, organizasyon, gerektireceğinin farkında mıyız? BM sayesinde liderler, aynı gün içerisinde kahvaltıda bir ülke lideriyle, öğle arasında diğer bir ülke lideriyle, akşamüstü de başka bir ülke lideriyle veya toplu olarak buluşabiliyor.
Ve şunu unutmayalım: Devletin her etkinliği bir yük demektir. Mali yük, halkın cebine. İdari yük, memurun sırtına. Trafik yükü, toplantıya ev sahipliği yapan şehrin sakinlerine. BM toplantıları işte bütün bu yükleri toparlıyor, güzelce çuvallayıp hepsini Amerikan federal devletinin ve New York halkının sırtına yüklüyor. Bir de işin iklim boyutu var. Normalde bu liderler ayrı ayrı, özel uçaklarla, onlarca kere seyahat edeceklerdi değil mi? BM farkında olmadan karbon salınımını azaltıyor.
O yüzden çağrım çok net: BM toplantılarını sürdürmekle yetinmeyin, sayısını da artırın. Yılda bir değil, üç olsun mesela. Liderler daha sık sosyalleşsin, daha çok stres atsın, daha çok normal hayatı hatırlasın. Daha az uçsunlar, daha az konvoyla yolları kapatsınlar. Hem kendileri, hem memurlar, hem halk büyük bir yükten kurtulsun. Kısacası BM, insanlığa barış, adalet ve özgürlük getirmiyor olabilir; varsın getirmesin. Liderlerin ruh sağlığına katkı sağlıyor ya. Bu da küçümsenecek bir katkı değil.