Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    • Destek Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
      • Kitap Yorum
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • ABD Gündemi
      • Avrupa Gündemi
    • daktilo2
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Besim Tibuk’un Yaşadığı “Oceanic Feeling”e Nasıl Tanık Oldum?
    daktilo2 Yazılar

    Besim Tibuk’un Yaşadığı “Oceanic Feeling”e Nasıl Tanık Oldum?

    Burak Bilgehan Özpek12 Ekim 202510 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    Liberal Demokrat Parti, çocukluğu 80’li ve gençliği 90’lı yıllara denk gelen orta sınıf aile çocuklarının konforlu bir anarşizm alanıydı. Konforluydu çünkü hiç kimseye tehdit oluşturmayacak kadar zayıf bir seçmen tabanı vardı. Oysa o yıllarda, milli güvenlik tehdidi olarak tanımlanan İslamcı ve Kürtçü siyasi partilerin arkasında temsil ettikleri kimlik grupları duruyordu. Bu partiler meclise girebiliyor, ülke siyasetini etkileme gücüne erişebiliyorlardı.

    LDP ise sıfırdan başlamış, bir yandan kentli ve eğitimli insanların ve diğer yandan bürokrasiden ve vergilerden bunalmış küçük ve orta boy işletmelerin ilgisini çekmeye çalışmıştı. Yani arkasında hazır kıta kalabalıklar da yoktu insanları bir araya getirecek hamasi bir dava söylemi de. İnsan beyninin en geç evrimleşen bölgelerine konuşan bir partiydi LDP ve halka, daha çok özgürlük kavramı üzerinden seslenen bir felsefe kulübünü veya derneği andırıyordu.

    Bununla birlikte, Türkiye’nin meseleleri üzerine ikna edici şeyler de söylüyordu ve radikal hamlelerle ülkenin o yıllardaki siyasi ve ekonomik krizlerini çözmeyi vaat ediyordu. LDP için kutsanan ve tapılan devlet bütün sorunların kaynağıydı ve o zamana kadar sorgulanmayan bürokratik hantallıktan arındırıldığı anda piyasa, kendi mecrasında refah üretmeye başlayacaktı. İşin konforlu tarafı da burada başlıyordu. Türkiye’nin meselelerinden konuşurken ve devletin yarattığı yoksulluk ve adaletsizlikten şikayet ederken Kürtçü veya İslamcı damgası yemeden konuşabildiğiniz bir yerdi Liberal Demokrat Parti.

    Türk halkı, Liberal Demokrat Parti’yi 28 Şubat sürecinde daha yakından tanıma fırsatı buldu. Zira, partinin genel başkanı Tibuk, askerin siyasete müdahalesine karşı çıkıyor ve o dönemin mağduru olan İslamcıları, demokrasinin selameti adına, müdafaa etmekten geri durmuyordu. Bu destek önemliydi, çünkü bu tip siyasi kriz anlarında, güçsüz düştüğünüzde ve korkutucu bir baskıyla yüz yüze kaldığınızda etrafınızda sizin için kendini riske atacak birilerini pek bulamazsınız. Tibuk böyle yapmadı ve topa girdi. Birçok İslamcı kendisini korumak için suskunluğu tercih etmişken o neredeyse her akşam bir televizyon kanalında askeri darbelerin, sivil alana yapılan devlet müdahalesinin ve bürokratik zihniyetin siyasi ve ekonomik maliyetlerinden bahsetti. Böylece, Kanal 7, TGRT ve Samanyolu TV gibi o dönemin muhafazakar televizyon kanallarında daha sık görünmeye başladı.

    Tibuk muhafazakarlara onları dışlayan devleti küçültmekten ve siyasi ve sivil haklarına ancak bu şekilde kavuşabileceklerinden bahsetti. Tibuk’un bürokratik oligarşi dediği ve hantallıkla özdeşleştirdiği Ankara, o yıllarda karakterini Anıtkabir ile, hafta sonu iznine çıkmış üniformalı askeri okul öğrencileriyle, paşaların başrolde olduğu ve medyanın yoğun ilgi gösterdiği resepsiyonlar ile ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Devlet Opera ve Balesi, kuzey Avrupalı yazarların Devlet Tiyatrolarında sergilenen soyut oyunlarla tanımlıyordu. Tibuk ile muhafazakarlar, Ankara’ya baktıkları zaman kendilerine yakın gördükleri hiçbir şeyi bulamıyorlardı. İstanbul’da yaşayan bir işadamı olarak Tibuk’un Ankara bürokrasisine duyduğu alerji ile muhafazakarlığın cumhuriyete duyduğu öfke çok çabuk uyum sağlamıştı.

    Muhafazakarlar Tibuk’tan ve o dönemin önemli liberal aydınlarından “bürokratik oligarşi” ve “askeri vesayet” terimlerini öğrendiler. 2002 senesinde iktidara geldikleri zaman ise kendi iktidar alanlarını korumak için bu liberal söylemlere sıkça başvurdular. Yine Tibuk’un parti programına aldığı başkanlık sistemi ve özelleştirme gibi başlıklar muhafazakarlar tarafından tepe tepe kullanıldı. Tibuk ise kendi önerilerinin nasıl istismar edildiğini izlemek zorunda kaldı. Hantal bürokrasi eleştirilerinin cumhuriyet düşmanlığına dönüşmesini istemezdi muhtemelen. Güçler ayrılığı olmadan başkanlık sisteminin otoriterlikten, rekabetçi bir piyasa yaratmadan yapılan özelleştirmelerin ise iktidar destekli tekellerden başka bir şey üretmeyeceğini de biliyordu. Bu yüzden, Tibuk da ilerleyen yıllarda kendini muhalif olarak tanımladı. Ancak ona dair akıllarda kalan, siyasi programına aldığı ilkeler veya günümüzde benimsediği muhalif duruş değil, 90’lı yılların sonunda oluşmaya başlayan ve onun siyasi mirasını gölgede bırakan persona’sı oldu.

    Bu persona, Tibuk’u bir siyasetçi olarak ciddiye almaktan çok “siyasetin renkli siması” olarak tanımlamayı beraberinde getirdi. Zira Tibuk, bir genel başkan olarak kendisini hiç mistik bir havaya sokmadı. Genel merkez bürokrasisini, dönemin şan şöhret sahibi siyasetçilerle doldurmadı ve ismi o zamana kadar pek duyulmamış insanlarla siyaset yapmaya çalıştı. Bununla birlikte, Ankara siyasetine de uzak durdu. Birkaç milletvekilliği kontenjanı alabilmek için Ankara partileriyle ittifak kurmayı reddetti. Belki 2002 seçimlerinde, Doğru Yol Partisi ile ittifak yapsaydı, Tibuk ve partisi meclise girebilecek, Erdoğan’ın AKP’si ise tek başına hükumet kuramayacaktı. Ya da birçok liberalin yaptığı gibi AKP ile birlikte hareket etseydi, muhtemelen ilk kabinede etkili bir bakanlık koltuğuna oturabilirdi. Hatırlayanlar olacaktır, Erdoğan’a Pınarhisar’ın kapısına kadar eşlik edip onu uğurlayanlar arasında Tibuk da vardı. Ancak Tibuk ne iktidar ile ne muhalefet ile ittifak kurmaya yanaşmadı. Siyasi sistemin dışında kalması ve 2002 seçimlerinde umduğundan düşük bir oy alması ise siyasi kariyerinin sonu oldu.

    2002 seçimlerinden önceki birkaç yıl, benim de Liberal Demokrat Parti’nin gençlik kolları Genç Yunuslar’da bulunduğum ve yeni liberal olduğum zamanlardı. Hatta 2001 senesinde, genel merkezin desteklediği adaya karşı yarışmış ancak Genç Yunuslar başkanlık seçimlerini kaybetmiştim. Hayatımın çok güzel hatırladığım yıllarıdır. Çok kitap okuyor, çok fazla tartışıyor ve Besim Tibuk’u her fırsatta dinlemeye gidiyorduk. Parti binasındaki toplantılara katılıyor, televizyon programlarını kaçırmıyorduk. O dönem çantamda mutlaka bir tomar parti broşürü olurdu ve boş zamanlarımda herhangi bir mahalleye gider broşür dağıtırdım. Hatta 2001 yazında, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda staj yaparken öğle paydosunda dahi aşağıya inip broşür dağıtırdım. AKP kuruluncaya kadar, kamuoyu araştırmaları LDP’nin yüzde 5-6 bandına oturduğunu gösteriyordu. 2001 ekonomik krizi sonrası partiye olan ilgi adeta patlamıştı. Tibuk televizyonlara çıkıyor, devletin vatandaşları batırdığını söylüyor ve sorunu çözebileceğini iddia ediyordu. Parti toplantıları canı yanmış esnaflarla dolup taşıyordu, neredeyse her gün yeni gençler partiye geliyordu.

    2001 senesinin sonuna yaklaşırken parti, 28 Şubat sürecine tepkili ancak tepkisini gösterirken İslamcı gözükmek istemeyen ve modern devleti eleştirme işini liberalizm üzerinden yapmaya çalışan muhafazakarları, 2001 ekonomik krizinden dolayı işleri bozulmuş küçük ve orta boy işletme sahiplerini ve siyasete meraklı, genç, bekar erkekleri kendisine çekmeyi başarmıştı. Türkiye siyaseti paramparçaydı ve LDP bu cangılda var olmaya çalışıyordu. Aslında Tibuk başarıyor gibiydi. Ancak iki gelişme bu ilginç hikayeyi bozdu.

    İlki, Cem Uzan’ın Tibuk’u keşfetmesi ve Star Gazetesi’nin manşetlerinde Tibuk’un açıklamalarına yer vermesi oldu. Uzan siyasete girmeye karar vermişti ve Tibuk’un asabi ve iddialı tarzını çok beğenmişti. Bunun iş yapabileceğini düşündü. Elbette ki liberal değildi, hatta hiçbir şey değildi. Ancak halkın, siyasi sistemin dışında büyüyen ve sistemi topyekun eleştiren bir partiye teveccüh gösterebileceğini bence ilk Uzan gördü. Genç Parti kurulduktan ve yoğun bir medya kampanyasıyla kendisini gösterdikten sonra Tibuk, oynaması gereken sistem karşıtı ve kendinden emin lider rolünü Uzan’a kaptırdı.

    İkinci ve daha önemli gelişme ise 2001 senesinin Ağustos ayında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulması oldu. Birçok liberal ve demokrat, Erdoğan’ın etrafında kümelendiler. Dönemin meşhur liberal aydınlarının ve muhafazakar demokrasi kavramlarını geliştiren eski mektep görmüş İslamcılarının da etkisiyle ortaya bireysel özgürlükler, sivilleşme, AB üyeliği, piyasa ekonomisi gibi kavramları şiddetle vurgulayan liberal bir parti programı çıktı. Arkasına muhafazakar seçmenin gücünü de alan Erdoğan, birden bire siyaset sahnesine bomba gibi düştü. Tibuk, partisine gelen genç ve bekar erkekleri Uzan’a, 28 Şubat mağdurlarını ve tadı kaçmış esnafları ise Erdoğan’a hızlı bir şekilde kaptırdı.

    Muhtemelen dağılan ilgiyi toplamak için o yılların en itibarsız programlarından birisi olan Reha Muhtar’ın sunduğu Ateş Hattı programına katılmasının ve vasat üniversite öğrencilerinin alkış ve tezahüratları arasında Doğu Perinçek ile tartışmaya çalışmasının sebebi buydu. Zaten, kronik bir marjinal olan ve yüzde 1’in üstünde oy almayı başaramayan Perinçek ile aynı programa çıkarak Tibuk, bir alt lige düşmüştü bile. Reha Muhtar’ın gerçekten mi düşük IQ’lu olduğunun yoksa düşük IQ’lu taklidi mi yaptığının anlaşılmadığı bu programlar, bir yerden sonra kalitesiz bir kamusal tartışmaya döndü ve Tibuk’un siyasi persona’sını şekillendirdi.

    Günün sonunda, seçimleri kazanma ve ülkeyi yönetme iddiası olmayan, siyaseti ciddiye almayan ve sadece kendi fantezilerini kamuoyuyla paylaşan, ilginç kişliği ve üslubuyla dikkat çeken zengin bir iş adamı profili kaldı geriye. Artık Tibuk’u davet eden gazeteciler onu ciddiyetle dinlemek yerine sırıtan bir suratla yüzüne bakıyor, magazinsel bir üslupla ve halka enteresan bir siyasi figür sunmanın getirdiği enerjiyle konuşuyorlardı. Çoğu insanın aklında kalan Besim Tibuk persona’sı böyle oluştu. İlerleyen yıllarda sosyal medyaya yansıyan Besim Tibuk konuşmalarından alınan kesitler de bu persona’yı besledi. Tibuk’un televizyon programlarını bir dost meclisine çevirmesi ve kamusal alanda olmayı umursamayışı bir çok genç erkeğin ilgisini çekti. Aradıkları Alfa karakteri bulmuşlardı. Tibuk’un müdanasız üslubunu, asabi tavrını ve muhatabını pek de ciddiye almayan tavrını seviyorlardı.

    Bugün Besim Tibuk ile ilgili insanların zihninde uyanan imajlar, düşünceler, hisler ya da Tibuk’un akıllarında kalan sözleri, projeleri, tepkileri aslında onun siyasi ve entelektüel mirasını gölgeleyen bir persona’nın varlığına işaret ediyor. Yani, Tibuk derdi davası olan bir siyasetçi olarak hatırlanmıyor. 28 Şubat’ta verdiği mücadele gündeme gelmiyor. Türkiye’de birçok genci liberal düşünce ile tanıştırması, hatta her pazartesi akşamı üniversite öğrencilerini karşısına alıp saatlerce ders anlatır gibi liberalizm anlatması kimse tarafından bilinmiyor. Siyasi ve ekonomik tarihe karşı entelektüel bir merakının olduğu, bu konularda ciddi okumalar yaptığı konuşulmuyor.

    Bütün bunları, geçtiğimiz hafta Besim Bey ile yaptığımız bir akşamüstü sohbeti ve akabinde yediğimiz akşam yemeği sonrası düşündüm. Yalnız değildim. Seçkin entelektüeller ile birlikteydik. Besim Bey, Cambridge Beşlisi’nden, Katin Katliamı’ndan, Türkiye’de çok az insanın bildiği Arthur Koestler’in 13. Kabile tezinden, Fatin Rüştü Zorlu’nun Kıbrıs politikasından, Soğuk Savaş dönemi Avrupa’daki komünist parti örgütlenmelerinden bahsetti. Güncel Türkiye siyaseti konuşup lüzumsuz mızmızlanmalarla sohbeti yormadı hiç kimse. Ortaçağ’da Venediklilerin ticaret yaparken kullandıkları kredi sistemi herkesin daha çok ilgisini çekti. Ben biraz fazla konuşmuş olabilirim. Kim Philby’nin Moskova’da öldüğünden, Katin katliam anmasına giden uçağın Ruslar tarafından düşürüldüğünden bahsederek mevzuyu harladım sanırım. Diğer insanlar da konuştu, hem de oldukça samimi ve simetrik sözler söylendi, Besim Bey dinledi, ara sıra keyiflendi, ara sıra bir anısını anlattı, ara sıra ilgisi dağıldı, ara sıra aklı geçmişte bir yere takıldı.

    Besim Bey değişmişti. Aklıma sürekli olarak “oceanic feeling” kavramını geliyor. Kendini, benliğini koruyarak bütün evrenle bütünleşme hali gibi bir şey. Oysa Tibuk, 90’ların sonunda sürekli bir  asap bozukluğuyla insanlar arasında dolaşıyordu. Kendi içinde oldukça tutarlı ve kararlıydı, ancak dünyanın bir parçası değilmiş gibi bir huzursuzluk içindeydi. Savunduğu hiç bir görüşü müzakereye açmıyor, dünyanın onu anlamamasının dünyanın kaybı olduğunu düşünüyordu. Benim niye moralim bozulacak, halkımızın morali bozulsun…Her şey bu kadar basitti. O anlatıyor ve insanlar anlamıyordu. Buna canı sıkılıyor ve her şeye, herkese sırtını dönmemesi için bir neden göremiyordu.

    Arendt benzer bir psikolojinin, Sokrates’in idamından sonra Yunan filozoflara da musallat olduğunu söylüyor. Platon’un otoriter projesi, Sokrates’i de idama gönderen kamusal müzakereye duyduğu tiksintiden kaynaklanıyor mesela. Bu yüzden bir filozofun toplumla kurduğu ilişki, kamusal alana fikirleriyle çıkmak ve müzakere etmek olmamalıydı. Toplum siyasal bir güç ile düzenlenmeli, muhatap alınmamalıydı. Eğer bu olmayacaksa da filozof için kamusal alana çıkmanın intihar etmekten başka bir anlamı yoktu. Buna rağmen kamusal alana çıkan Tibuk gibilerin akıbeti, asap bozukluğu ya da huzursuzluk oluyordu. Öte yandan Arendt bu sıkıntının, aslında filozofun kendi içinde yaşadığı bütünlükle, kendi fikirlerine duyduğu aşk ile alakalı olduğunu düşünüyordu. Yani sorun kamusal alandan ziyade bu alana çıkan filozofun kendi içinde hiç bölünme yaşamadan, her düşüncesinden emin olarak kamusal alana kendisini atmasıydı.

    Oysa, yakın arkadaşlarla sakin bir akşam üstü oturulacak bir sofrada, aklındaki soru işaretlerini ve kafa karışıklığını retoriğe sığınmadan onlarla paylaşmak, filozofun kendi düşüncelerinden emin olamayışını arkadaşlarına teşhir etmesi ve onlardan gelen cevaplara göre kendi düşüncelerini değiştirmeye meyyal olması da mümkündü. Belki de liberalizm, bir argüman setini diğer insanlara vaaz etmenin ötesinde böyle bir şeydi. Asla bir son sözün olmadığını, dolayısıyla sürekli değişmeye açık bir argümanın varlığını kabul etmekti. Ve tabii bunu serinkanlılıkla yapmaktı.

    Bu yazıyı okuyan birisi, hiçbir siyasetçinin asla bir karaktere dönüşemeyeceğini söyleyebilir. Onlar çelişkileri olmayan, olsa bile açığa çıkmayan ve kolay kavranabilen insanlar olmak zorundadır hatta. Dolayısıyla siyasetçiler klişe tipler olarak var olmalıdır diyebilir. Belki de bu yüzden karikatüristler siyasetçileri kolaylıkla çizebilir hatta Salih Memecan gibi bunu hiç sıkılmadan 20 sene boyunca sürdürebilir. Bir yazarın, fikir adamının, şairin ya da ressamın katmanlı karakteri onun sürekli karikatürleştirilmesine mani olabilir. Ama siyasetçi yalın, sade ve kolay tanımlanabilir biri olmak durumundadır. Yani Besim Tibuk da bir karaktere dönüşmek zorunda olmayabilir. Onu asabi, esprili, zeki ve orijinal fikirleri olan renkli bir sima olarak, yani vasatın rahat kavrayacağı bir tip olarak, hatırlamakla yetinmenin hiçbir sakıncası yoktur. Ama ben Thomas Bernhard okumuş bir insanım. İnsanlar hakkında yeterince düşünürsek eğer, onların aşina olduğumuz ve kolay hazmedebileceğimiz tiplerden yabancısı olduğumuz, bizi rahatsız eden dramatik karakterlere dönüşeceğini biliyorum o yüzden.

    Siyaset Sosyoloji
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerik“Yerli ve Milli”nin Ayrımı ile İronisi: KAAN’dan Akkuyu’ya Dışa Bağımlılığın Anatomisi
    Sonraki İçerik Liberal Küreselleşme Bitiyor, Bölüm 3: Trump ve Ticaret Savaşının Hikayesi

    Diğer İçerikler

    daktilo2 Röportajlar

    Tarık Oğuzlu: Rusya ve Çin’le NATO benzeri bir işbirliği stratejik otonomiyi zedeler

    12 Ekim 2025 Gökhan Korkmaz
    daktilo2 Yazılar

    Liberal Küreselleşme Bitiyor, Bölüm 3: Trump ve Ticaret Savaşının Hikayesi

    12 Ekim 2025 Alper Yağcı
    daktilo2 Yazılar

    “Yerli ve Milli”nin Ayrımı ile İronisi: KAAN’dan Akkuyu’ya Dışa Bağımlılığın Anatomisi

    12 Ekim 2025 Pınar Demircan

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Tarık Oğuzlu: Rusya ve Çin’le NATO benzeri bir işbirliği stratejik otonomiyi zedeler

    12 Ekim 2025 daktilo2 Röportajlar Gökhan Korkmaz

    Liberal Küreselleşme Bitiyor, Bölüm 3: Trump ve Ticaret Savaşının Hikayesi

    12 Ekim 2025 daktilo2 Yazılar Alper Yağcı

    Besim Tibuk’un Yaşadığı “Oceanic Feeling”e Nasıl Tanık Oldum?

    12 Ekim 2025 daktilo2 Yazılar Burak Bilgehan Özpek

    “Yerli ve Milli”nin Ayrımı ile İronisi: KAAN’dan Akkuyu’ya Dışa Bağımlılığın Anatomisi

    12 Ekim 2025 daktilo2 Yazılar Pınar Demircan

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Ekim 2025
    • Eylül 2025
    • Ağustos 2025
    • Temmuz 2025
    • Haziran 2025
    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • daktilo2
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}