Daktilo2 için gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen ile KKTC seçim sonuçlarının perde arkasını ve Kıbrıs meselesini konuştuk.
Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıs meselesinde resmi müzakere sürecinin başlayabilmesi için dışsal dinamiklere de ihtiyaç olduğuna dikkat çekerken Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Doğu Akdeniz bölgesindeki aktörlerin Türkiye’yi, enerji konusunda yapacakları işbirliği vb. gibi konular içine dahil etmesi gerektiğini de söylüyor. Prof. Dr. Ahmet Sözen’in Daktilo2’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile diyalog süreci ve Yunanistan-Türkiye ilişkilerinin geleceği bakımından kritik önemde görülen yarışı ana muhalefetteki CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman farkla kazandı. Erhürman’ın seçim zaferi, Ersin Tatar’ın iki devletli çözüm politikasının reddi olarak mı yorumlanmalı, yoksa iç sorunların bir yansıması mı?
Bu kadar siyah beyaz değil. Yani ne tam birisi ne de diğeri. İkisinin karışımı diyelim. Bunu bir referanduma dönüştürecekseniz bir tarafta var olan durumun devamını, yani statükonun devam etmesini isteyen ve Ersin Tatar’ın iki devletli çözümünü savunanlar var. Diğer tarafta ise Türkiye ile daha yoğun bir diyalog içinde istişare ederek ama ilişkileri böyle ana-yavru değil, daha bir, iki kardeş ülke, iki egemen ülke şekline sokmak isteyen, diyaloğa açık ve müzakereye açık Erhürman’ın temsil ettiği değişimi savunanlar var.
Bu arada siz statükonun devamı dediğiniz zaman bunun içine kötü yönetişim, yozlaşma ve yolsuzluk vb. gibi bir dolu bugünkü hükümetin performanslarıyla da ilgili konuları ve de Türkiye hükümetinin Kıbrıs’ın içişlerine karışma ve bütün müdahalelerini de katabilirsiniz. Bizde (Kuzey Kıbrıs’ta) biliyorsunuz parlamenter sistem var. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar bugünkü iktidarda büyük koalisyon ortağı olan Ulusal Birlik Partisindan gelen birisi. O yüzden hükümetin yaptığı işlerin bir kısmı da Cumhurbaşkanına fatura edilmiş olabilir. Ayrıca bugünkü seçimi kaybeden Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın performansı da göz dolduran bir performans olmadı son beş yılda.
Daha geniş anlamıyla ülkenin yönetiminin ve Türkiye hükümetlerinin Kuzey Kıbrıs’la ilişkilerinin ne şekilde olacağıyla alakalı bir seçim süreci olduğunu düşünüyorum.
Bir röportajınız kapsamında federal bir çözümden önce hayata geçirilecek güven yaratıcı önlemlerin alınması gerektiğine dikkat çekmiştiniz. Nedir bu önlemler? KKTC’nin yeni seçilen Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman bu önlemleri alabilir mi?
Yıllardır bunu söylüyorum. Şimdi bu soruya cevap vermeden önce bunu niye yıllardır söylüyorum bunun altını doldurayım. Kıbrıs’ta kapsamlı çözüm müzakereleri, müzakereci Denktaş ve müzakereci Glafkos Klerides arasında benim doğduğum yıl 1968’de başladı ve bu kadar yılda herhangi bir başarıyla sonuçlanmadı. Hep, bugüne kadar amaçlanan bütün konularıyla anlaşalım ve ertesi gün bir federal devlet kuralım. Plan bu. Kapsamlı çözüm dediğimiz, müzakerelerin planı buydu değil mi? Federasyon denen şey aslında federasyonu kuran unsurların yumuşak iş birliğine dayalı veya pürüzsüz iş birliğine dayalı bir sistem dediği, değil mi? Peki, ben diyorum ki Kıbrıs’ta en azından son altmış küsur yıldır iki toplum arasında iş birliği kültürünün ve işbirliği tecrübesinin ne olduğuna bakabildiniz mi? Yok, çok az. Peki bu iş birliği kültürü ve iş birliği tecrübesi olmadan bir federal devleti yarın kurduğunuz zaman bu federal devletin fonksiyonel bir şekilde çalışmasını nasıl garanti edeceksiniz?
Yani bu kadar yıldır iş birliği tecrübesi çok az olan ve iş birliği kültürü de pek gelişmeyen bir yerde siz, bu iş birliği kültürünü kurmadan nasıl bir federasyon kuracaksınız? O yüzden ben yıllardır söylüyorum, federasyonu kurmadan aslında taraflar arasında bu biraz önce dediğim iş birliği kültürünü ve tecrübesini arttıracak güven yaratıcı önlemleri almanızın çok büyük bir gerekliliği vardır.
Bunu 30-40 yıldır söylüyorum. Ta 90’ların sonlarında doktora tezimi bu konularda yaparken o zamandan, yani çeyrek yüzyıldan fazla bunu söylüyorum. Bu iş birliği konuları askeri, güvenlik, çevre, enerji ve eğitim konularında olur. Taraflar bunları yapıp görmelidirler ve halka göstermelidirler. İş birliği, Kıbrıslı Türk ve Rumların günlük hayatını pozitif yönde etkileyecek, yaşam kalitelerini arttıracak şeylerin olmasıdır. Bu güven artırıcı önlemler, Kıbrıs’ta bir çözüm bulunacaksa bu çözümün yapıştırıcısı olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC’de seçimleri kazanan Tufan Erhürman’ı tebrik ederken MHP Genel Başkanı Bahçeli, KKTC’nin 82. vilayet olması yönünde açıklamalarda bulundu. Bu durum Ankara’nın Kıbrıs politikasının sertleşeceğinin işareti mi?
Bahçeli bugün kimdir? Yani Türkiye’yi yöneten cumhurbaşkanı değil. Ama o Cumhur İttifakının küçük ortağı. Önemli de bir aktör ve Türk milli nizamının bir yerde sözcüsü gibidir. Yani belki onu ağzından kaçırmıştır diye düşünüyorum, ama bunun meşru bir tarafı yok, onu söyleyeyim. Hatta aslında bunun Türkiye’ye, yani Kıbrıs’ta bağımsız, egemen ayrı bir devlet var diyen Türk dış politikasına da vurulabilecek en büyük baltalamalardan bir tanesi olduğunu düşünüyorum.
Bir taraftan siz bir ülke olarak diyeceksiniz ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bağımsız egemen bir devlettir ve onu da tek tanıyan Türkiye’dir. Diğer taraftan da ben Kıbrıs’ta insanların siyasi iradesine saygı göstermiyorum. Bunları tanımıyorum. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denir. O yüzden tabii bunun hemen akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yayınladığı mesaj, bir yerde kendisinin buna katılmadığını gösteriyor ve Bahçeli’nin açıklamasını geçersiz hale getiriyor.
Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin önündeki en önemli engellerden biri olarak görülüyor. Peki, Tufan Erhürman’ın seçim zaferi AB’yi harekete geçirir mi, yoksa Brüksel yine seyirci mi kalır?
Türkiye’nin üyelik sürecinin önündeki en büyük engeldir saptamasına ben yüzde yüz katılmıyorum. Doğru bir tarafı var bunun kağıt üzerinde. Türkiye’nin gümrük birliğinden dolayı limanlarını açması gerekiyor, ama Güney Kıbrıs’ı tanımadığı için bunu yapmıyor. Evet, Kıbrıs meselesi Türkiye’yle ilgili müzakerelerde bir engeldir. Ama şunu da söyleyelim. Son 10 yılda aldığı otoriterleşme virajından sonra Türkiye, üyelik için Kopenhag Kriterlerini artık yerine getirebilen bir durumda değil. O yüzden Kıbrıs meselesiyle beraber Türkiye’nin önünde bir dolu başka engeller de var. Kıbrıs, sadece yazılı bazı önemli sebeplerden bir tanesidir.
Ama Avrupa Birliği’nin önemli aktörlerinden gelen mesajlara baktığımız zaman onlar da Kuzey Kıbrıs’taki son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra pozitif mesajlar yayımlayarak bu yeni gelişmenin önemli olduğuna, bunun doğru şekilde kullanılması gerektiğine ve Kıbrıs’ta 2017’de Crans Montana’da çöken müzakere sürecinin tekrardan başlamasını yüzde yüz desteklediklerine dair açıklamalar veriyor. Bunlar önemli.
Brüksel dediğiniz zaman Avrupa Birliği böyle bir bütünmüş ve bir dayanışma içinde tek sesle hareket eden bir merkezmiş gibi görünüyor, ama gerçek hayatta öyle değil. Yani arazide durum öyle değil. Avrupa Birliğinin aslında bugün en büyük zaaflarından bir tanesi tek bir stratejik vizyona sahip olmaması, tek bir stratejik sesle ve tek bir ortaklaşa dayanışma içinde pozisyon alamamasıdır.
Yani bugün bakıyorsunuz bazı ülkeler beraber hareket edebiliyor ama mesela Macaristan’a bakın çok farklı bir yerde, Slovakya’ya bakın çok farklı bir yerde. O yüzden Kıbrıs konusunda, özellikle Yunanistan’ın ve Kıbrıs tarafının Kıbrıs Cumhuriyeti olarak bu birliğin içinde olması, aslında Avrupa Birliğinin tek bir pozisyon şeklinde karar alabilmesinin veya adım atabilmesinin önündeki en büyük engeli oluşturuyor.
Son olarak yıllardır çözülemeyen bu sorunda, Kıbrıslı Türkler için hâlâ umut var mı? Tufan Erhürman’ın seçim zaferi, Birleşmiş Milletler destekli bir müzakere sürecini yeniden canlandırabilir mi?
Canlandıracaktır ama bu hemen kısa vadede olabilecek bir şey değil. Çünkü Tufan Erhürman’ın seçilmesine yakından baktığınız zaman Erhürman seçim kampanyası sürecinde resmi müzakerelerin tekrardan başlayabilmesi için bazı ön şartları olduğunu açıkladı. Yani kendisinin bazı şartlar oluşmadan resmi müzakerelere başlamayacağını söyledi. Hatta bunları saydı. Rum tarafının şimdiki Cumhurbaşkanı hemen Crans Montana’da çöktüğü yerden müzakerelere başlamaya hazırım diyor. Tufan Erhürman da diyor ki dünya, Crans Montana’da kaldığı yerdeki dünya değil. Bölge ve Kıbrıs bundan 8 yıl önceki yerde değil. O yüzden kaldığı yerden başlamasına da karşı. Ön koşul olarak ben buradan başlamam diyor. Yıllarca sürecek müzakereler değil, müzakerelerin bir takvimi olmalı. Bunun başı var ve bir sonlanma takvimi olmalı. Ve diğer ön koşul da müzakerelere başlamadan eğer Rum tarafı tekrardan müzakereleri terk eden taraf olursa var olan statükoya dönmemek için yeni bir statüko üzerinde anlaşılmalı diyor. Bunlar Tufan Bey’in ön koşulları.
Bir sonraki resmi müzakereler başlamadan tarafların eğer müzakereler tekrardan çökerse eski statükoya değil, başka bir yere dönecekleri konusunda anlaşmaları lazım. Yani Erhürman şunu diyor: Rum tarafı tekrar masadan ayrılırsa o tanınmış Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak devam edecek, ben de izolasyonlar altında tanınmamış KKTC’nin Cumhurbaşkanı olarak devam edeceğim, ben bunu kabul etmiyorum.
O yüzden, bu ön koşulların kısa bir süre içerisinde Kıbrıs Rum liderliği tarafından kabul edilebileceğini düşünmediğim için, resmi müzakerelerin kısa bir sürede başlayabileceğini düşünmüyorum.
Ne olacaktır? Tufan Bey ile Kıbrıs Rum lider Nikos Hristodulidis gayri resmi şekilde konuşmaya başlayacaklardır. Hangi güven yaratıcı önlemler konularında iş birliği yapılabilir? Kıbrıs’ta iki taraf arasında geçiş noktaları var biliyorsunuz, insanlar yaya olarak ya da arabalarla kuzeyden güneye, güneyden kuzeye geçiyor. O geçişlerin kolaylaştırılması konusunda belki adımlar atılabilir. Çünkü çok büyük kuyruklar oluyor. Ek geçiş noktaları Kıbrıs’ta inşa edilebilir. Bu konulardan başlayacaklar diye düşünüyorum.
Kıbrıs meselesinde resmi müzakere sürecinin başlayabilmesi için dışsal dinamiklere de ihtiyaç var. Örneğin Türkiye’nin pozisyonunu biraz Kıbrıs konusunda esnetmesi lazım ve bununla beraber tabii, diğer bölgesel aktörlerin, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve mesela Doğu Akdeniz bölgesindeki aktörlerin, Türkiye’yi enerji konusunda yapacakları işbirliği vb. gibi konular içine almaları lazım. Yani daha büyük bir pazarlığın içinde bir konu artık Kıbrıs, onu anlatmaya çalışıyorum. Kıbrıs’ta anlamlı bir müzakere sürecinin olabilmesi, bölgesel ve küresel alanda bazı pazarlıkların yapılabilmesine bağlı, müzakerelerin iyi gitmesine bağlı. Kıbrıs’ta pozitif adımların atılması çok ciddi jeopolitik güç geçişleriyle de ilgili.

