[voiserPlayer]
Bu yazı Daron Acemoğlu tarafından Project Syndicate platformunda 8 Haziran 2022 tarihinde yayımlanmış ve Bahadır Çelebi tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Yazının orijinalinin linkine buradan ulaşabilirsiniz: https://www.project-syndicate.org/commentary/new-nationalism-three-factors-reaction-to-globalization-by-daron-acemoglu-2022-06
Soğuk Savaş sonrası küreselleşme projesi şüphesiz büyük faydalar sağlarken, öte yandan dünya çapında yeniden hareketlenen milliyetçiliğin ortaya çıkma koşullarını da yarattı. Bu nedenle, uluslararası güvenilirlikleri düşük seviyede olan Batılı politika yapıcılar, canlanan yeni milliyetçiliği benimsemiş ülkelerle nasıl ekonomik ve politik ilişki kuracaklarını yeniden düşünmek zorundalar.
CAMBRIDGE – 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonraki coşkulu mutluluk, sadece Francis Fukuyama’nın “ekonomik ve politik liberalizmin bariz zaferi” dediği şeyle ilgili değildi. Aynı zamanda milliyetçiliğin düşüşüyle ilgiliydi. Dünya ekonomisinin hızla bütünleşmesiyle birlikte insanların ulusal kimliklerini arkada bırakacakları varsayılmıştır. İyi eğitimli, yukarı doğru mobilize olan genç insanlar tarafından coşkuyla benimsenmiş olan Avrupa entegrasyonu projesi sadece uluslarüstü değil, aynı zamanda ulus sonrasıydı (ulus ötesi).
Ancak milliyetçilik geri döndü ve küresel siyasette merkezi bir rol oynuyor. Bu eğilim, eski Başkan Donald Trump ve aşırı sağ Ulusal Seferberlik lideri Marine Le Pen’in yeni milliyetçi koalisyonlara liderlik ettiği, sırasıyla, ABD veya Fransa ile sınırlı da değil. Milliyetçilik aynı zamanda Macaristan, Hindistan, Türkiye ve diğer birçok ülkedeki popülist hareketleri de tahrik ediyor. Çin yeni bir milliyetçi otoriterliği benimsedi ve Rusya, Ukrayna ulusunu yok etmeyi hedefleyen milliyetçi bir savaş başlattı.
Yeni milliyetçiliği besleyen en az üç faktör var. Birincisi, bu yeni milliyetçilikten etkilenen ülkelerin birçoğunun tarihten gelen şikayetleri var. Hindistan, sömürgecilik sultası altında İngilizler tarafından sistematik olarak sömürüye tabi tutuldu. Çin İmparatorluğu, on dokuzuncu yüzyıl Afyon Savaşları sırasında zayıfladı, aşağılandı ve Çin’e boyun eğdirildi. Modern Türk milliyetçiliği ise I. Dünya Savaşı sonrası dönemde ülkesinin birçok geniş bölgesinin Batılı güçler tarafından işgal edilmiş olması gerçeği tarafından tetikleniyor.
İkinci olarak, küreselleşme önceden var olan gerilimleri artırdı. Örneğin, yalnızca birçok ülkedeki eşitsizlikleri derinleştirmekle kalmadı (siyasi bağlantılara sahip olanları zenginleştirerek ve genellikle haksız yollarla); aynı zamanda uzun süredir devam eden geleneklere ve sosyal normlara da zarar verdi.
Ve üçüncü olarak, siyasi liderler milliyetçiliği kendi gündemlerine hizmet etmek adına kullanma hususunda giderek daha becerikli ve ahlaksız hale geldiler. Örneğin, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in otoriter yönetimi altında, yeni lise müfredatı ve propaganda kampanyaları kullanılmak suretiyle milliyetçi duygular yeşertiliyor.
Benzer şekilde, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin milliyetçi Hindutva rejimi altında, dünyanın en büyük demokrasisi, çoğunlukçu illiberalizm karşısında kaybetti. Türkiye’de, Başkan Recep Tayyip Erdoğan başlarda milliyetçilikten imtina etti, hatta 2010’ların başında Kürtlerle bir barış sürecine önderlik etti. Ancak o zamandan bu yana milliyetçiliği tüm kalbiyle benimsedi ve bağımsız medya, muhalefet liderleri ve muhalifler üzerinde baskı kurdu.
Bugünün milliyetçiliği aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası küreselleşme projesine karşı kendi kendini besleyen bir reaksiyondur. 2000 yılında dönemin başkan adayı George W. Bush, serbest ticaret kavramını, “Ronald Reagan’ın ‘özgürlük için ileri bir strateji’ dediği şeyin önemli bir müttefiki… Çin ile özgürce ticaret yapın ve zaman bizden yana” ifadeleriyle tanımladı. Umut, küresel ticaret ve iletişimin, kültürel ve kurumsal bir kesişmeye yol açacağıydı. Ve ticaret daha önemli hale geldikçe, Batı diplomasisi daha yetkin hale gelecekti. Çünkü, gelişmekte olan ülkeler Amerikan ve Avrupa pazarlarına ve finans sistemine erişimlerini kaybetmekten korkacaklardı.
İşler umulduğu şekilde yürümedi. Küreselleşme, ücretleri düşük tutarken (Çin’in yükselişinin gizli sosu) ekonomilerini sanayi ihracatına yeniden yönlendirebilecek gelişmekte olan ülkeler ve petrol ve gaz açısından zengin yükselen ekonomiler için beklenmedik büyük fırsatlar yaratacak şekilde örgütlendi. Ancak aynı eğilimler karizmatik milliyetçi liderleri besledi.
İyi bir konumda bulunan gelişmekte olan ülkeler daha fazla kaynak biriktirdikçe, propaganda yapma ve koalisyonlar kurma konusunda daha fazla beceri kazandılar. Ancak bundan daha önemlisi ideolojik boyuttur. Batı diplomasisi giderek bir müdahale (burnunu sokma) biçimi olarak görülmeye başlandığından (biraz haklı bir algı), birçok ülkede insan haklarını, medya özgürlüğünü veya demokrasiyi savunma çabaları ya etkisiz kaldı ya da ters tepti.
Türkiye özelinde, Avrupa Birliği’ne katılım ihtimalinin ülkenin insan hakları karnesini iyileştirmesi ve demokratik kurumlarını güçlendirmesi bekleniyordu. Ve bir süreliğine de durum böyleydi. Ancak AB temsilcilerinden gelen talepler arttıkça bu AB söylemleri Türk milliyetçiliğine yem oldu. Katılım süreci durdu ve Türk demokrasisi o zamandan beri zayıflamaya devam ediyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline götüren milliyetçilik, yukarıda sıralanan aynı üç faktörü yansıtıyor. Birçok Rus siyasi ve güvenlik eliti, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana ülkelerinin Batı tarafından aşağılandığına inanıyor. Rusya’nın dünya ekonomisine entegrasyonu; kendi nüfusuna çok az fayda sağlarken, siyasi olarak birbirine bağlı, ahlaksız, genellikle suç işlemiş oligarklardan oluşan bir kadroyu hayal edilemez zenginliklere kavuşturdu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geniş bir kayırmacılık sistemine başkanlık etse de milliyetçi duyguları ustaca besliyor ve kullanıyor.
Rus milliyetçiliği Ukrayna için kötü bir haber, çünkü Putin’in rejimini normalde olacağından daha güvenli bir hale getirmesini sağladı. Yaptırımlar olsun ya da olmasın, Putin’in devrilmesi pek mümkün değil çünkü kendisi, çıkarlarını ve milliyetçi duygularını paylaşan dostları tarafından korunuyor. Herhangi bir şey olacaksa o da, izolasyonun Putin’in elini daha da güçlendirmesi olacaktır. Savaş rejimini zayıflatamazsa, Rus ekonomisine ne kadar zarar verirse versin Putin’in iktidarı belirsiz bir süre devam edebilir.
Yeniden canlanan milliyetçilik çağı bize bazı dersler sunuyor. Ekonomik küreselleşme süreçlerini nasıl organize ettiğimizi yeniden düşünmemiz gerekebilir. Açık ticaretin hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ekonomiler için faydalı olabileceğinde şüphe yoktur. Ancak ticaret, Batılı tüketiciler için fiyatları düşürürken, aynı zamanda eşitsizlikleri arttırdı. Rusya’daki oligarkları ve Çin’deki Komünist Parti korsanlarını zenginleştirdi. Emek yerine sermaye, bu sürecin en kazançlı fayda sağlayanı oldu.
Bu nedenle, alternatif yaklaşımları düşünmemiz gerekiyor. Her şeyden önce, ticaret düzenlemeleri, gelişen pazarlarda suni olarak düşük ücretler ve kabul edilemez çalışma koşullarından yararlanarak kâr eden çok uluslu şirketler tarafından artık dikte edilmemelidir. Ticari ilişkileri, ucuz ve sübvansiyonlu fosil yakıtların yarattığı maliyet avantajlarına dayandırma riskini de göze alamayız.
Bunlara ek olarak, Batı’nın, ticaret ortaklarının siyasi geleceğini, eksiksiz bir biçimde etkileyemeyeceğini kabul etmesi gerekebilir. Ayrıca, yozlaşmış, otoriter rejimlerin Batının kendi siyasetini etkilememesini sağlamak için yeni güvenceler oluşturması da gerekiyor. Ve en önemlisi, Batılı liderler, hem sömürge döneminde hem de Soğuk Savaş döneminde kendi ülkelerinin geçmişteki kötü davranışlarını kabul ederlerse, uluslararası ilişkilerde daha fazla itibar kazanacaklarını kabul etmelidirler.
Batı’nın başkalarının siyaseti üzerindeki sınırlı etkisini kabul etmek, insan hakları ihlallerine göz yummak anlamına gelmez. Ancak bu durum, Batılı hükümetlerin, Uluslararası Af Örgütü veya Uluslararası Şeffaflık Örgütü gibi kuruluşlar aracılığıyla sivil toplum eylemlerine daha fazla bel bağlarken, resmi angajmanları perdeleyen yeni bir yaklaşım benimsemesi gerektiği anlamına gelir. Milliyetçi otoriterliği alt edecek gümüş bir kurşun yok, ancak buna karşı koymak için daha iyi seçenekler var.
Fotoğraf: Dawid Małecki