Çeviri: Mert Söyler
Yazar: Cas Mudde
Yazının orijinaline bu linkten ulaşabilirsiniz.
Marine Le Pen’in Ulusal Birlik partisi ve Macaristan’daki Fidesz güçlerini bir araya getirdi. Ama Avrupa’daki aşırı sağ parçalanmış ve Orban izole olmuş durumda.
Yabancı Diyarlarda Yabancı adlı eserinde Robert A. Heinlein, asla pes etmeyen isimsiz kahramanlar hakkında “Yenilgideki zafer, bundan daha yücesi yoktur.” diye yazmıştı. Aşırı sağ, kendini isimsiz kahraman gibi göstermeyi sevse de son haftalarda çoğunlukla mağlubiyetle sonuçlanan bir dizi Pirus zaferi kazandı. AB, Fransa ve İngiltere’deki rekor seçmen desteğini somut ve anlamlı bir siyasi güce dönüştüremedi.
Bu durum, Marine Le Pen’in bizatihi kendi eliyle seçtiği “altın çocuğu” ve medyada neredeyse hatasız biri gibi gösterilen Jordan Bardella’nın örneğinde muhtemelen en iyi şekilde görüldü. Bardella, Ulusal Birlik partisini (Rassemblement National, RN) 9 Haziran Avrupa seçimlerinde (partinin 2019 performansına göre %8 artış) ve Fransa’da (partinin 2022 genel seçimlerinin ilk turundaki oy oranına göre %14,5 artış) yeni zirvelere taşıdı.
Avrupa Parlamentosunda Rekabet Eden Üç Aşırı Sağ Grup
Yine de seçimlerin ikinci turundan sonraki gün Jordan Bardella, Fransa’nın yeni başbakanı olarak değil, Avrupa Parlamentosunda birbirleriyle rakip olan üç aşırı sağ gruptan biri olan, Viktor Orban’ın yeni grubu Avrupa için Vatanseverler (PfE) grubunun başkanı olarak açıklandı. Diğer gruplar arasında ise Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri (Fdl) partisinin hakimiyetindeki, eskiden beri süregelen Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular (ECR) grubu ve geçtiğimiz haftalarda aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) tarafından kurulan, daha küçük ve daha aşırı bir çizgide olan Egemen Ulusların Avrupası grubu yer alıyor.
Resmi açıdan yeni bir grup olsa da ve Avrupa Parlamentosunda üçüncü büyük grup konumunda yer alsa da Avrupa için Vatanseverler grubu, aslında büyük ölçüde Orban’ın Fidesz partisinden ve Le Pen’in Ulusal Birlik partisinin en büyük aktörü olduğu eski aşırı sağ Kimlik ve Demokrasi (ID) grubundan ibaret. Birkaç kazanım ve kaybın dışında gerçekten sürpriz olan gelişmeler ise eski Çek Başbakanı Andrej Babiš’in Memnun Olmayan Vatandaşların Hareketi’nin (ANO) ve İspanyol Vox partisinin de dahil olması.
Orban, Slovak Başbakan Robert Fico veya eski Sloven Başbakanı Janez Janša gibi bölgesel müttefiklerini kazanmayı şimdiye kadar başaramadı. Sonuç itibariyle yeni grubun üyeleri arasında hükümet başkanlığı görevinde bulunan tek kişi Viktor Orban. Fakat gelecek yıllarda Avrupa Birliği Liderler Zirvesinin masasında Orban’a katılabilecek başka liderler de olabilir. Orban en nihayetinde, Macaristan’a uygulanan AB yaptırımlarına karşı savaşmak için Avrupa Parlamentosundan ziyade, karar alma yetkisi olan Avrupa Birliği Bakanlar Konseyinde müttefike ihtiyaç duyuyor.
Merkeze Gelirken Dönüşen Aşırı Sağ
Aşırı sağ; çatışan kişilikler, parti içi istikrarsızlıklar, ideolojik aşırılıklar ve stratejik hesaplamalar gibi birçok nedenden dolayı uluslararası işbirliği konusunda zorlanıyor. Ancak bu faktörler fazlasıyla dinamik ve aşırı sağ yavaş ama istikrarlı bir şekilde Avrupa siyasetinin merkezine doğru ilerlerken dönüşüm geçiriyor.
1980’lerde, Ulusal Cephe’nin (NF) lideri Jean-Marie Le Pen ile Avusturya Özgürlük Partisi lideri Jörg Haider arasındaki kötü kişisel ilişkiler, aşırı sağın Avrupa’daki iş birliklerini engellemişti. Ancak o dönemde aşırı sağ çoğunlukla dışlanmıştı ve siyasetçileri politik kazançlar için taviz verme alışkanlığına sahip değildi. Bugün ise birçok aşırı sağcı lider, iktidar koalisyonlarının bir parçası olma arzusunda veya hâlihazırda bir parçası. Ayrıca işleri yoluna koymak için taviz vermeyi öğrenmiş durumdalar. Bu nedenle Le Pen, Meloni ve Orban yakın arkadaş olmasalar da gelecekteki işbirliklerine engel teşkil edecek kişisel düşmanlıkları bulunmuyor.
Ayrıca, istikrarsız partiler dönemi de artık çoğunlukla geride kaldı. Aşırı sağ partilerin çekirdek kadroları onlarca yıldır Avrupa Parlamentosunda temsil ediliyor. Aynı şekilde, Avrupa siyasetine katılan önemli sayıda aşırı sağcı siyasetçi, yıllar içerisinde hem kişisel bağlantılar kurmuş hem de siyasi deneyimler edinmiş durumda.
İdeolojik aşırılıkların, özellikle de çarpışan milliyetçiliklerin işleri karmaşıklaştırdığı doğru. Örneğin, 2007’de aşırı sağcı Kimlik, Gelenek, Egemenlik (ITS) grubu, İtalyan bir AP vekilinin Romanya karşıtı sözleri nedeniyle bölünmüştü. Daha yakın zamanda ise Fidesz, ECR’a katılmayı reddettiğini, çünkü ECR’da “aşırı derecede Macar karşıtı” olarak nitelendirdiği bir üyenin bulunduğunu açıklamıştı. Yine de her iki durumda da başka nedenler de vardı, en önemlisi ise ECR içinde Fidesz’e karşı yoğun bir direnişin olmasıydı.
Fidesz’e karşı bu direnişin büyük bir kısmı Orban’ın Rusya yanlısı konumuyla ilgili olsa da bu durum kısmen ideolojik bir anlaşmazlık. Polonya’nın Hukuk ve Adalet Partisi’ni (PiS) de içeren ECR, kendisini “Ukrayna yanlısı” aşırı sağ grup olarak konumlandırıyor ve Putin’e karşı şiddetli muhalefetinden gayet gurur duyuyor. Fakat aynı PiS, Fidesz’in ECR üyeliğini desteklemiş ve hatta daha sonra Avrupa için Vatanseverler grubuna katılma konusunda Orban ile görüşmeler bile yapmıştı. Sonuç olarak PiS, ideolojik gerekçelerden ziyade pragmatik nedenlerle ECR’da kaldı ve Meloni ile grubun liderlik pozisyonlarını paylaşmak konusunda bir uzlaşmaya vardı.
Güçlenirken Dışlanan Aşırı Sağ
Aşırı sağ grupların işbirliğindeki en büyük engel ideolojik, örgütsel veya kişisel olmaktan ziyade stratejiktir. Aşırı sağ partiler, uluslararası işbirliğini genellikle içerideki izolasyonu azaltmak için bir araç olarak kullanırlar. Bunu yaparken ya uluslararası arenada yalnız olmadıklarını göstermeyi ya da diğer ülkelerdeki ana akımlaşmış partilerin kendileriyle işbirliği yapmak istediklerini vurgulamayı tercih ederler.
Rusya-Ukrayna tartışması da büyük ölçüde ideolojiden ziyade stratejiyle ilgili, çünkü dış politika konuları aşırı sağ partilerin çoğu için ikincil öneme sahip. AfD, Fidesz ve RN gibi partiler, ana akımdan kabul bulmaya çalışan partiler (İsveç Demokratları partisi gibi) için engel olarak görülen güçlü bir uluslararası kötü şöhrete sahip. Bu durum, Portekiz’deki Chega partisi gibi böyle bir kabulü pek de umursamayan veya İtalya’nın Lega partisi gibi zaten ana akıma dahil olabilmiş partiler için daha az kaçınılan bir durum.
Sonuç itibariyle, Avrupa için Vatanseverler grubunun (ve daha az ölçüde, daha yeni olan Egemen Ulusların Avrupası’nın) kurulması, aşırı sağın AB’de daha da ana akım olmasına yardımcı olacaktır. Bu oluşumlar, parlamentodaki en büyük grup olan sağcı Avrupa Halk Partisi grubunu, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve göç gibi konularda daha da sağ bir pozisyona çekerek ECR ile daha uzlaşmacı bir ilişki kurulmasına zemin hazırlayacaktır. Başka bir deyişle, aşırı sağ ilerlemeyi sürdürüyor. Belki bu ilerleyiş hem aşırı sağ hem de medya tarafından sık sık iddia edildiği gibi yıldırım hızıyla olmayabilir, ama yine de ilerliyor.
Aynı zamanda, Orban’ın Avrupa için Vatanseverler’i bir başka Pirus zaferini temsil ediyor. Evet, Avrupa Parlamentosunda bugüne kadar kurulan en büyük aşırı sağcı grup, ama AB yanlısı partilerin devam eden cordon sanitaire (güvenlik kordonu) yaklaşımı nedeniyle neredeyse tamamıyla dışlanmış durumdalar ve kurullardaki pozisyonlara dahil edilmiyorlar.