[voiserPlayer]
Avrupa Gündemi Bülteni
İki yüzyıllık geçmişe sahip tarafsızlık politikasını istikrarlı bir şekilde sürdüren İsveç, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmek üzere Şubat 2022’de başlattığı “özel askeri operasyonun” ardından tarihi bir değişiklikle NATO üyesi olmaya hazırlanıyor. İsveç’in NATO üyeliği yönündeki ilk resmi adım, Rusya’nın Ukrayna saldırısının hemen sonrasında İsveç Hükümeti’nin Avrupa güvenliğinin son durumunu tartışmak üzere parlamentoda kurduğu bir çalışma grubunda atılmıştı.
Bu çalışma grubu, Mayıs 2022’de yayınladığı raporda Rusya saldırısının Avrupa güvenliğinde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmemiş uzun dönemli yapısal değişiklikler yaratacağına vurgu yaparken Ukrayna’daki durumun NATO üyesi ve partner ülkeler arasındaki farkı belirginleştirdiğini savundu. Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesine dayanan kolektif savunma ilkesinin 1994 yılından bu yana NATO’nun etkin bir partneri olan Ukrayna’yı kapsam dışı bırakması ve Avrupa Birliği’nin kolektif savunmadaki işlevsizliği, İsveç’in askeri ittifaklara üye olmama politikasını tamamen terk ederek NATO’ya üyelik başvurusu yapmasına sebep oldu.
Savaşla beraber dramatik şekilde istikrarsızlaşan Avrupa güvenlik ortamı ve AB’nin Rus tehdidine tek başına karşı koyacak askeri kapasiteden yoksun oluşu, İsveç’i NATO üyeliğine iten temel sebep olarak ön plana çıksa da bu durum ülkenin NATO’nun savunma politikaları açısından önemini anlamlandırmada yetersiz kalıyor. İsveç’in NATO üyeliğinin arka planı, Soğuk Savaş sonrası NATO genişlemesi ve Rusya’nın bu genişlemeye verdiği tepkiyle bütünlüklü bir şekilde düşünülmelidir.
İsveç’in Üyeliğine Giden Yol
Rusya, 1999’da Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ni kapsayan ilk Soğuk Savaş sonrası genişlemeden bu yana NATO’nun “niceliksel büyümesinin” Avrupa’daki güvenlik sorunlarına çözüm getirmeyeceğini savundu. 2004’te Baltık ülkelerinin NATO üyeliğiyle de sınırlarındaki NATO varlığından duyduğu kaygıyı dile getirdi.
2008 Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO Üyelik Eylem Planı’na davet edilmeleri yönünde yapılan tartışmalar, Rusya’nın NATO genişlemesine diplomatik kanallarla verilen tepkileri geride bırakarak, aday ülkelerin askeri müdahalelerle istikrarsızlaştırılması politikasına yönelmesine sebep oldu. 2008’de ayrılıkçı Güney Osetya ve Abhazya bölgelerindeki Rus azınlıkların haklarının korunması gerekçesiyle Gürcistan’la savaşan Rusya, 2014 Maidan Devrimi (Onur Devrimi) sonrasında Ukrayna’daki Donetsk ve Luhansk bölgelerini de facto devletler olarak tanımış ve Kırım’ı ilhak ederek topraklarına katmıştır.
Bu gelişmeler Sovyetler Birliği’nin eski üyeleri olan, aynı zamanda da NATO’nun doğu kanadını oluşturan Baltık ülkelerinin güvenliğine dair endişelerin artmasına sebep oldu. 2016’da oluşturulan bir dizi savaş senaryosunda NATO’nun mevcut savunma yapılanmasıyla Baltık bölgesi güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldığı ve Rusya’nın olası bir çatışmada Baltık ülkelerinin başkentlerine 60 saat içerisinde ulaşabileceği öngörüldü.
Baltıklar’ın savunmasını NATO’nun yumuşak karnı hâline getiren temel etken, yalnızca doğu kanadı ülkelerinin küçük orduları ve düşük savunma bütçeleri değil, aynı zamanda Polonya ve Litvanya arasında bir Rus eksklavı olan ağır silahlandırılmış Kaliningrad bölgesidir. Bölgenin askeri kapasitesinin 2008 sonrası modernizasyon sürecinde yoğun bir şekilde arttırıldığı, bölgeye nükleer başlık taşıyabilen İskender-M balistik füze sistemi, S-400 hava savunma sistemi, Bastion kıyı savunma sistemi ve 12 binin üzerinde askeri personel sevk edildiği biliniyor. 2022 Deniz Doktrini’nde Rusya’nın ulusal çıkarları açısından hayati öneme sahip bir bölge olarak ilan ettiği Baltık Denizi’nde üstünlük kurabilmesi için Kaliningrad’taki bu askeri yapılanma oldukça kritiktir.
İsveç’in NATO Üyeliğinin Stratejik Önemi
NATO’nun yeni davetlisi İsveç, Baltık Denizi’nin savunulmasında kilit konumda bulunabilir. 2026’ye kadar savunma bütçesini NATO’nun standartlaştırdığı gayri safi yurtiçi hasılanın %2’si seviyesine çekmeyi amaçlayan ülkenin, Baltık Denizi’ne kıyıdaş müttefikler Estonya, Letonya, Litvanya ve Finlandiya’dan daha fazla aktif askeri kaynağı bulunurken İsveç anayasası, devletin 18 yaşına basan her vatandaşı rezerv olarak kaydedilmek üzere temel askerlik eğitimine çağırabilmesine imkân tanıyan bir maddeye de sahiptir.
İsveç’in Baltık denizinde, İsveç anakarasıyla Litvanya arasında yer alan Gotland adası, bu ülkenin Baltıkların hava ve deniz savunmasında NATO için stratejik öneminin temelini oluşturuyor. NATO’nun Baltık Denizi’nde hava ve deniz operasyonları için lojistik bir merkez olma potansiyeli taşıyan Gotland, Kaliningrad’a olan yakınlığı ile de Rusya’nın olası saldırısına karşı koyabilecek jeopolitik bir konumda bulunuyor. Bu bölgenin silahlandırılması için İsveç Hükümeti, 2022 yılında 160 milyon dolarlık kaynak ayırırken NATO, Mayıs 2023’te İsveç’in son 30 yılda gerçekleştirdiği en büyük askeri tatbikat olan Aurora 23’e destek sağladı.
İsveç’in NATO Üyeliği ve Türkiye
İsveç’in NATO’nun doğu kanadı için güvenlik sağlayıcı aktör olması büyük ölçüde Türkiye’nin onay sürecini başlatmasına bağlıdır. Türkiye, üyelik başvurusu yapan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini PKK üyelerine sığınma hakkı tanıdıkları ve YPG’ye askeri ve mali destek sağladıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Türkiye, NATO’nun arabuluculuğunda Finlandiya ve İsveç ile Temmuz 2022’de Üçlü Muhtıra imzaladı.
Üçlü Muhtıranın temel amacı iki ülkede Türkiye’nin terörle mücadele politikalarına ters düşecek şekilde PKK, YPG/PYD, FETÖ gibi örgütlere ve bu örgütlerle ilişkili kişilere sağlanan desteğin geri çekilmesi, terör suçlularının değişimi ve terör suçlarının cezalandırılması için yasal altyapının hazırlanması gibi gözükse de Türkiye aynı zamanda iki ülkenin NATO üyeliğine uyguladığı vetoyu kendisine yönelik silah satışı kısıtlamalarını kaldırabilmek için de bir pazarlık kozu olarak kullanıyor. Bu pazarlık yalnızca Üçlü Muhtıra ‘da belirtildiği şekliyle İsveç ve Finlandiya’nın 2019’dan bu yana uyguladıkları silah ambargosunun kaldırılmasını değil, aynı zamanda ABD’nin Türkiye’ye F-16 satışına onay vermesini de içeriyor ve Türkiye bu pazarlıkta AB vize serbestisi gibi gerçek dışı hedefleri bırakmış gibi görünüyor.
ABD tarafı her ne kadar F-16 konusunun gündeme gelmesinin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ile bir bağlantısı bulunmadığını ifade etse de Türkiye’nin vetosunun ittifakın doğu kanadındaki güvenlik zafiyetini alevlendirdiğinin farkında. Bu durumda Türkiye’nin ittifak için önemini ifade edecek büyük jest NATO’nun kendisinden değil, ittifakın birleştirici gücü olarak ABD’den gelmek durumunda. Biden yönetiminin F-16 satışının Kongre’nin onayına tabi olduğunu belirtmesi, satış kararının ancak İsveç’in üyeliği TBMM’den geçtikten sonra alınabileceğine işaret ediyor. Türkiye, İsveç’in üyeliği konusuna karşı çıkarak ittifakın ayağına dolanan aktör imajı çizmekten ziyade, kendi güvenlik kaygılarını da ittifak nezdinde meşrulaştırarak Türkiye’nin Batı ile ortak çıkarlarını yeniden inşa etme amacında gibi görünüyor. İsveç’in NATO’ya nihai üyeliği, doğu kanadındaki güvenlik zafiyetini iyileştirmesi açısından Türkiye’nin bölge ülkeleri ve ABD ile ilişkilerine olumlu etki sağlayacaktır.
İsveç’in Üyeliği ve Türkiye-Rusya İlişkileri
İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği üzerinden Batı ile yapılan pazarlık, F-16 alımına dair beklentiler ve Türkiye’nin Rusya ve Batı arasında kurduğu dengeyi Batı lehine kaydırması, 1990’lardan bu yana NATO genişlemesine verdiği tepkiyi arttıran Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulması olarak yorumlanıyor. Ancak Rusya, İsveç konusunda Türkiye’nin jeopolitik gerçekliklerinin ve ittifak üyesi olarak yükümlülüklerinin farkında.
İki Almanya’nın birleşiminde verilen garantilerden bu yana NATO’nun doğuya doğru genişlemesini diplomatik yollarla engelleyemeyeceğinin farkında olan Rusya, Türkiye ile olan ilişkilerini İsveç’in NATO üyeliği üzerinden bozmak niyetinde gözükmüyor. Kremlin sözcüsü Peskov’un Temmuz ayındaki NATO Vilnius Zirvesine eş zamanlı yaptığı, “Tüm bilinen fikir farklılıklarına rağmen Ankara ve Moskova arasındaki ilişkiyi ve diyaloğu geliştirmeye niyetliyiz, bize ve onlara nerede fayda sağlayacaksa” açıklaması bu durumu destekler nitelikte görünüyor. Türkiye açısından bakıldığında Rusya, oldukça önemli bir ticari partner olmasının yanı sıra Türkiye’nin son yıllarda gerileyen uluslararası imajının güçlendirilmesi açısından da kritik bir rol oynuyor.
2002 yılında hayata geçirilen NATO-Rusya Konseyi’nin Kırım’ın ilhakı sonrası işlevsizleşmesi ve Madrid Zirvesi Deklarasyonu’yla NATO’nun Rusya’yı Avrupa güvenliğine yönelik en büyük tehdit olarak tanımlaması, Rusya-Ukrayna Savaşı ve savaştan doğan gıda krizinin önlenmesi konusunda Türkiye’nin arabuluculuk çabalarına olan ihtiyacı arttırdı. Türkiye, hem Rusya hem de Ukrayna ile yakın ilişkilere sahip bir ülke olarak taraflar arasındaki barış görüşmelerine ev sahipliği yaptı. Ukrayna’nın dünya tahıl üretimindeki payı göz önüne alınarak planlanan Tahıl ve Yiyecek Maddelerinin Ukrayna Limanlarından Emniyetli Sevki Girişimi’nin garantörlüğünü Birleşmiş Milletlerle birlikte üstlendi.
Rusya-Ukrayna Savaşı konusunda üstlendiği arabulucu rol Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzeyde saygınlığının artışı şeklinde yorumlandı. Savaşın seyri ve Rusya tarafının Tahıl Koridoru Anlaşması’nın yeniden başlatılması konusundaki isteksizliği göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye-Rusya ilişkilerindeki bozulma Erdoğan yönetiminin olduğu kadar Batı’nın da almak istemeyeceği bir risk olarak düşünülmelidir.