Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (9-15 Aralık 2025)
Trump iktidara geleli neredeyse bir yıl oldu. Geçtiğimiz bir yılda küresel siyasette paradigma değişimine yol açacak denli büyük söylemsel çıkışlar yapan Trump yönetimi, henüz bu söylemleri çok fazla fiiliyatta dökemedi. Ancak geçtiğimiz hafta yayınlanan ABD Güvenlik Strateji Belgesi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası düzen yıkılıyor mu sorusunu tekrar gündemimize taşıdı.
Aslında Trump yönetimi ABD dış politikasında izleyeceği yeni politikalara dair ilk mesajlarını Başkan Yardımcısı J. D. Vance aracılığıyla Şubat ayında yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda vermişti. Avrupa’yı şoke eden Vance’in açıklamaları, Avrupa Birliği’nin kurum olarak Avrupa ülkeleri üzerindeki egemenliğini eleştirmiş, Avrupa’nın fazla göç almasına değinmiş ve Avrupa’yı ifade özgürlüğünü (aslında milliyetçi Avrupalıların ifade özgürlüğünü) kısıtlamakla suçlamıştı.
Vance’in bu konuşması Trump destekçisi MAGA’cıların dünyaya bakışını özetliyordu. Bu konuşmadan bu yana da Trump yönetimi, geleneksel ABD dış politikasına ve Transatlantik ilişkilere aykırı olarak Avrupa’yı eleştirmeye devam etti ve Avrupa’nın güvenliğini daha fazla sağlayamayacağına dair mesajlar verdi.
Son olarak geçtiğimiz hafta yayınlanan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ise Avrupalıların korkularını körükledi, Rusya’yı ise oldukça memnun etti. Peki bu 33 sayfalık belge önemli neler içeriyor?
- Çin ve Rusya bu belgede tehdit olarak tanımlanmıyor ve bu geleneksel rakipler pek eleştirilmiyor.
- Avrupa medeniyetinin göç nedeniyle çökmekte olduğu vurgulanıyor ve Avrupa’yı -benzer eski belgelerin aksine- ortak değerlerin paylaşıldığı stratejik ve vazgeçilmez bir ortak olarak tanımlamıyor.
- Bir kurum olarak Avrupa Birliği suçlanırken Avrupa ulus devletlerine sempati gösteriliyor; Avrupa Birliği, Ukrayna Savaşı’nda barışa giden yolda engel olarak gösteriliyor ve Ukrayna’nın yaşayabilmesi için Rusya’nın koşullarının kabul edilmesi gerektiği ima ediliyor.
- Yeni bir strateji olarak Batı Yarımkürenin (Kuzey ve Güney Amerika) ABD dış politikasının temel merkezi olduğunun altı çiziliyor ve bu bölgenin ABD’ye yönelen dış göçü engellemek için iyi şekilde idare edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Peki bu maddelerden ne anlamalıyız? ABD’nin, Batı Yarımküre’yi kendisinin öncelikli bölgesi olarak tanımlaması, Çin’in Güney Amerika’daki etkisini kırma amacını taşımasının yanı sıra Rusya ve Çin’in de kendi etraf bölgelerinde etkili olmasının normal olduğu varsayımını besliyor. Trump’ın, Çin’in özellikle Panama’da güçlendiğine dair eleştirileri ve Panama Kanalı’na el koyacağını açıklaması işte bu arka plana dayanıyordu.
Trump yönetimi ve MAGA’cı figürlerin sıklıkla vurguladığı “Önce Amerika” anlayışı, ABD’nin Orta Doğu ve Hint-Pasifik gibi uzak bölgelerdense kendi yarımküresinde daha fazla etkin olmasına dayanıyor. Bunun tablonun yanında Avrupa’dan uzaklaşan ABD’yi de denkleme dahil edersek akıllara elbette Monroe Doktrini geliyor.
Monroe Doktrini, Başkan James Monroe’nun 1823 yılında açıkladığı ve ABD dış politikasının merkezine oturacak, Batı Yarımküre’de Avrupa sömürgeciliği ve müdahaleciliğini ABD’ye bir saldırı olarak gören ve Eski ile Yeni Kıtaların birbirinden ayrı etki alanları olarak konumlandırılmasını talep eden bir doktrindir.
Trump yönetiminin fikir insanlarının dış politikayı belirlemede Monroe Doktrininden etkilendiği anlaşılıyor. Bu doktrin Maga’cıların, Avrupa’nın güvenliğini sağlamak için NATO’ya çok büyük paralar harcanmasına eleştirel bakılmasının da temelini oluşturuyor.
Yeni anlayış gereği ABD’nin Güney Amerika’ya, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, müdahaleci bir perspektiften yaklaşacağı anlaşılıyor. Son dönemde Venezuela ile ilgili yaşanan gerginlik ve Karayipler’de görünen ABD donanması gemileri de bunun önemli işaretleri arasında.
Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Rusya’ya bakışı da bir kırılma niteliğinde. Zira Rusya, ABD’nin müttefiği Avrupa’yı ondan savunmak üzere düşman olarak belirlediği bir güç olmaktan çıkmış görünüyor.
Trump yönetiminin bu görüşünün arkasında, Çin ile küresel mücadelede Rusya’yı Çin’e kaptırmama, Rusya’nın doğal kaynaklarından yararlanma, Kuzey Kutbu’nda Rusya ile ortak çıkarlar kovalama ve Trump’ın Rusya ile (kişisel olanlar da dahil) ticari ilişkileri geliştirme planları yatıyor.
Bu nedenle de Ukrayna, Avrupalıların kabul etmek istemeyeceği bir teslimiyet planına zorlanıyor ve Ukrayna’da barışın şartları Rusya lehine (Ukrayna’nın toprak vermesi ve NATO üyeliğinden vazgeçmesi de dahil) müzakere ediliyor.
Tüm bunlar Trump yönetiminin kafa yapısı itibarıyla ABD dış politikasında derin kırılmalar yaratacak bir noktada durduğunu gösteriyor. Ancak bir politikayı planlamak başka, uygulamak ise bambaşka bir süreçtir.
Öncelikle bu Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi hukuken bağlayıcı bir belge değil; Trump yönetiminin zihniyetini yansıtan bir niyet beyanı. İkinci olarak, ABD ve Avrupa’nın son derece derin ve çetrefilli ilişkilerini bozmak da öyle kolay bir girişim olmayacaktır.
Peki Avrupalılar ne yapmalı? Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Avrupalıların “Transatlantik müttefikleriyle ilişkilerinin kökten değişimine” hazırlıklı olması gerektiğini belirtti ve “Avrupa’da ve aynı zamanda Almanya’da onlarca yıldır devam eden ‘Pax Americana’ bizler için büyük ölçüde sona ermiştir” şeklinde bir açıklamada bulunarak Trump sonrasına da güvenmemeliyiz dedi.
Bu durumda Avrupalıların, özellikle de kendi askeri savunmalarını sağlamak için artık elini taşın altına koyması ve Avrupa Birliği bürokrasisini hızlandıracak yollar bulup Avrupa’nın ortak gücünü somut bir şekilde ortaya koyacak projelere imza atması gerekiyor.
Ancak yine de Trump’ın ilk başkanlık döneminde başladığı, ikinci döneminde ise hızlanarak sürdürdüğü Transatlantik ilişkileri bozma ve yeni bir dış politika vizyonu benimseme amacına ulaşmasının çok ama çok zor olacağını belirtelim.
Seneye ara seçimlerde ciddi bir mağlubiyet alma ihtimali olan Trump böylesine büyük işlerin altına giremeyebilir. Dünyada işlerin daha tehlikeli bir boyuta gitmesi riskine karşı ise Trump’tan sonraki dönemde ABD-Avrupa ilişkileri çok hızlı bir şekilde tamir edilebilir. Elbette bu durumun şekillenmesinde Çin ve Rusya başta olmak üzere ABD’nin rakiplerinin nasıl bir politika benimseyeceği de etkili olacaktır.

