Avrupa Gündemi Bülteni (1-9 Eylül 2025)
Fransa’da Siyasi İstikrarsızlık
Avrupa ülkeleri, özellikle 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından aşırı sağ partilerin temsiliyetinde yaşanan keskin artışın yarattığı şok dalgasını ve bu sonuçların yerel düzeyde doğurduğu etkileri henüz atlatabilmiş değil.
Seçim sonrası süreçte Almanya’daki geniş çaplı protestolar, Belçika’da başbakanın istifası ve Fransa’da Macron’un erken seçim çağrısı, Avrupa genelinde yönetişim krizinin derinleştiğini ve toplumsal kutuplaşmanın sertleştiğini açıkça ortaya koymuştu. Aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen bu gelişmelerin etkilerinin halen güçlü bir biçimde hissedildiği görülüyor.
Bu bağlamda hükümet krizinin en çarpıcı örneklerinden biri Fransa’da yaşanmakta. Dün gece Bayrou hükümetinin düşmesiyle birlikte Cumhurbaşkanı Macron, yalnızca bir yıl içerisinde üçüncü kez yeni bir başbakan atamak zorunda kalacak. Bu gelişme, Fransa’da giderek ağırlaşan siyasi krizin boyutlarını da gözler önüne seriyor. Macron ve hükümetleri, 2017’den bu yana borç yüküyle mücadele çerçevesinde emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi toplumun büyük kesimlerinden sert tepki çeken birçok politikayı hayata geçirmeye çalışmış ve bu adımlar, iktidar ile halk arasındaki gerilimi artırarak sosyal huzursuzluğun derinleşmesine yol açmıştı.
Son olarak Bayrou hükümetinin, kemer sıkma politikalarının bir yansıması olarak düşük devlet bütçesi tasarısını sunması ve bu tasarıda bütçe için öngörülen 43,8 milyar avroluk kesinti, yalnızca toplumda değil, parlamentoda da geniş tepki yarattı. Teklifle birlikte, üç yüz altmış dört milletvekilinin oyu ile 9 aylık iktidar sonrası Bayrou hükümetinin düştüğüne tanıklık ettik. Bu durum, Macron’u Cumhurbaşkanı seçildiği 2017’den bu yana beşinci kez başbakan atamaya zorlayarak, Fransız siyasetindeki istikrarsızlığın ulaştığı kritik eşiği ortaya koyuyor.
Fransa’daki bu tablo, Avrupa’nın pek çok ülkesinde görülen daha geniş ölçekli bir eğilimin parçası olarak okunabilir. Aşırı sağın yükselişi, merkez partilerin zayıflaması ve toplumsal kesimlerin kemer sıkma politikalarına yönelik artan hoşnutsuzluğu, kıtanın gelecekteki siyasi dengeleri açısından ciddi belirsizlikler yaratarak daha derin krizlerin de önünü açmakta. Özellikle Fransa gibi Avrupa entegrasyonunun motor ülkelerinden birinde yaşanan yönetim krizleri, yalnızca ulusal düzeyde değil, Avrupa Birliği’nin kurumsal işleyişi üzerinde de doğrudan etkiler doğurma potansiyeli taşımakta.
Batı Değerleri Krizde: Filistin Meselesi
Avrupa’daki yönetişim ve politika-yapım tartışmaları yalnızca sosyal güvenlik ve kamu politikalarıyla sınırlı kalmayarak, aynı zamanda dış politika alanında da kendisini güçlü biçimde gösteriyor. 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından aşırı sağın yükselişi, göç, enerji ve ekonomi başlıklarında olduğu gibi dış politika meselelerinde de Avrupa Birliği ülkeleri arasında ciddi görüş ayrılıkları yaşandığını görmekteyiz. Özellikle Filistin-İsrail çatışmasının 7 Ekim sonrası dönemde giderek şiddetlenmesi, Avrupa’nın iç siyasetindeki kırılganlıkları, dış politikada da görünür hale getirdi.
Bu çerçevede İspanya, Belçika ve Fransa hükümetlerinin, Filistin’de yaşanan soykırıma karşı daha aktif bir tutum benimseyerek harekete geçmeyi planlaması dikkat çekiyor. Bu ülkeler, Filistin’deki insani krizi önü alınması gereken uluslararası bir sorun olarak değerlendirirken, diğer bazı Avrupa devletleri ve Avrupa Komisyonu’nun krizi göz ardı eden hatta yer yer derinleştiren politikaları yoğun biçimde eleştiriliyor. Özellikle Avrupa Komisyonu’nun ve von der Leyen’in İsrail’e karşı yaptırım uygulamaktan kaçınması, Birliğin ortak dış politika üretme kapasitesinin sorgulanmasına yol açıyor.
Bu kapsamda, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Belçika Dışişleri Bakanı Prevot, Eylül ayında New York’ta gerçekleştirilecek Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin Devleti’ni resmen tanıyacaklarını açıklayarak önemli bir diplomatik mesaj verdi. Taraflar ayrıca, gerekli görüldüğü takdirde İsrail’e yönelik yaptırımların da gündeme alınabileceğini belirterek, iki ülkenin yalnızca sembolik değil somut adımlar atmaya hazır olduğunu gösteriyor.
İspanya ise Filistin meselesinde en net tavır alan Avrupa ülkelerinden biri haline geldi ve uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde İsrail’in politikalarını sert biçimde eleştirmeyi sürdürüyor. Başbakan Sánchez, İsrail’e karşı bir yaptırım paketi hazırladıklarını açıklayarak, bu kapsamda ülkeye tam kapsamlı bir silah ambargosu uygulanacağını duyurdu. Bununla da yetinmeyen hükümet, İspanya üzerinden İsrail’e gönderilmesi planlanan yakıt ve savunma sanayi ürünlerinin ülke hava sahasına girişinin engelleneceğini belirtti.
Yeni AB-ABD Ticaret Rejimi
AB dış politikasında yoğun eleştirilerin hedefinde olan bir diğer konu, ABD Başkanı Donald Trump döneminde başlatılan tarife savaşı kapsamında 27 Temmuz’da imzalanan ticaret anlaşması oldu. Trump’ın AB ürünlerine yönelik olarak uygulayacağını açıkladığı %30 oranındaki gümrük vergisi, yapılan müzakereler sonucunda belirli ürünler için %15 seviyesine çekilmiş olsa da, anlaşmanın genel çerçevesi AB açısından oldukça dezavantajlı bir tablo ortaya koymakta. Anlaşma kapsamında AB, ABD’den 750 milyar dolar değerinde enerji ve yakıt ithalatını garanti altına almak zorunda kalarak, Rus enerjisi ve yakıtının kullanılmasını tamamen bitirmeyi, kendisini ABD’ye bağımlı hale getirerek sağlama çalışıyor.
Toplumsal tepkilerin yanı sıra ekonomik aktörler ve sivil toplum kuruluşları da anlaşmanın, AB’nin küresel ticaretteki pazarlık gücünü zayıflattığı ve bağımlılığını artırdığı görüşünü dile getirmekte. Özellikle çelik ve alüminyum gibi 2000’lerin başından bu yana ABD ile AB arasında ihtilaflı olan sektörlerde uygulanan %50’lik gümrük vergisinin korunması, Birliğin tavizkâr bir pozisyonda kaldığı algısını da pekiştiriyor. Bu durum, Avrupa içindeki sanayi lobileri tarafından da sert bir dille eleştirilerek, Avrupa kurumlarının kendi üreticilerini korumakta yetersiz kaldığına yönelik söylemler kamuoyunda geniş yankı buluyor.
2010 yılında tartışılmaya başlayan TTIP (Transatlantic Trade and Investment Partnership) süreci, Donald Trump’ın iktidara gelmesiyle tamamen sona ermiş; Avrupa liderleri de hem kamuoyundan yükselen tepkiler hem de artan siyasi baskılar sonucunda ABD ile kapsamlı bir serbest ticaret anlaşmasını gündemlerinden çıkarmıştı. Bununla birlikte Trump yönetiminin AB karşıtı politikaları, yeni başkanlık döneminde Birliği olası benzer tehditlerden korumak amacıyla kurumsal mekanizmaların hazırlanmasına yol açmıştı. Ancak gelinen noktada, Ukrayna Savaşı ve güncel jeopolitik konjonktür, AB’nin manevra alanını daraltarak Trump’ı dışlayıcı politikaları sürdürmesini zorlaştırmakta. Bu durum, Avrupa’nın kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan direnç noktalarına rağmen, transatlantik ilişkilerde yeniden ABD ile uyum arayışına yönelmek zorunda kaldığını gösteriyor.
Kaynakça
Al Jazeera. (2025, Eylül 2). Belgium to recognise Palestinian statehood, impose sanctions on Israel. Al Jazeera.
Chrisafis, A. (2025, Temmuz 24). France to recognise Palestinian state at UN general assembly, Macron says. The Guardian.
The Guardian. (2025, Eylül 9). Majority in EU’s biggest states believes bloc ‘sold out’ in US tariff deal, poll finds. The Guardian.
Henley, J. (2025, Eylül 9). Majority in EU’s biggest states believes bloc ‘sold out’ in US tariff deal, poll finds. The Guardian.
Jozwiak, R. (2025, Temmuz 28). ‘Capitulation’ or compromise? EU faces backlash over US trade deal. Radio Free Europe/Radio Liberty.
Menapace, B. (2025, Temmuz 28). US, EU agree to 15% tariff rate, but steel & aluminum 50% rate remains. ASI Central.
Politico. (2025, Eylül 8). Spain imposes permanent weapons embargo on Israel. Politico Europe.